Atatürk’ün vasiyet davasında medyanın rolü

    0
    Atatürk 1938’de bir vasiyet hazırlıyor: Cumhuriyet Halk Partisi’ne İş Bankası tarafından nemalandırılacak olan bütün nukut ve hisse senetlerini “şartlı” olarak bırakıyor. Mirasçılarına “her sene nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe” pay edilmesini istiyor. Yani banka pay edecek, siyasi parti de denetleyecek…

    Ancak Atatürk’ün mirası, yıllar içerisinde hem mirası denetlemekle yükümlü partinin hem de mirasçıların açtığı davalarla bir hukuk davasına dönüştü. Peki, kimler dava açtı?

    12 Eylül darbesinden sonra CHP; 1980-1992 yılları arasında kâr paylarının ödenmediği, hisse payının düşürüldüğünü söyleyerek ve bir kısım hisse senetlerinin kontrolüne ilişkin haklarını bankadan yeniden talep etti. 1994’de açtığı davayı kazandı ve bütün haklarını geri aldı. CHP’yi de Atatürk’ün mirasçılarından Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu dava etti. Mahkeme bu davada da CHP’nin İş Bankası’ndan kurumlara verilmek üzere tahsil ettiği gelirleri ödemesi gerektiğine hükmetti. Atatürk’ün manevi kızlarından Sabiha Gökçen’in açtığı davada ise mahkemenin mirasçı lehindeki kararını Yargıtay bozdu.

    Önüme konan üç dosya

    Buraya kadar medyanın bu haberlere yaklaşımında, kamuoyuyla paylaşmasında bir sorun yok. Ta ki; Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe’nin oğullarının İş Bankası ve CHP’ye açtığı davalara kadar. Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe’nin oğlu Ahmet Kemal Doğançay medyanın kendilerini nasıl yargısız infaz ettiğini anlatabilmek için önüme üç dosya koydu.

    “Dosyalara bakın; ciddi bir hak gaspı var: Banka keyfi ödemeler yapıyor, vasiyeti kendi kafasına göre yorumluyor, CHP; Atatürk’ün vasiyetini sanki siyasi bir davaymış gibi, bankayı denetlemekle yükümlü olduğu halde görmemezlikten geliyor. Basın ise dava dosyasının içeriğine bakmadan bizi ahlaken linç ediyor. Kamuoyunda bu davalarla ‘haksız geçim kaynağı’ sağlamaya çalıştığımız algısı yaratılmaya çalışıyor.  Basının davaları niçin açtığımız konusunda en küçük bir fikri yok. Medya dosyalara bakmadan fikir yürütebilir mi?” diyerek…

    Kimin haklı olup olmadığına karar verecek olan elbette yargıdır. Ancak geriye dönük arşiv taraması yaptığımda medyanın bir kısmının davalara ya hiç yer vermemiş olduğunu ya da Ülkü Adatepe’nin oğullarının haksız kazanç peşinde olduğunu iddia ederek niyet okuduğunu gördüm. Atatürk’ün manevi kızı Ülkü’nün ölümünden sonra dava açılmış olması Ülkü’nün haklarının yaşarken gasp edildiği iddiasını ortadan kaldırmaz. Bunu söylersek o zaman şu soruya da yanıt verebilmeliyiz: Peki, siyasi partinin kendisine emanet edilmiş mirasın, bugün “davalısı” durumuna düşmesini nasıl açıklayacağız? Üstelik bu miras her defasında banka ve parti aleyhine açılan bir başka davanın konusu olmuşsa…

    Gazeteciler niyet okuyamaz!

    Yazının devamı için