‘Dolu rüzgarla çıkıp ufka giden yelkenli’

    0

    Artık ne arkadaşlarıyla birlikte Yeni Zelenda’ya göç edip bir çeşit komün hayatı yaşamak isteyen Tevfik Fikret’i, ne “Takvimdeki Deniz” şiirinde her şeyi geride bırakarak denize hicret etmek isteyen Necip Fâzıl’ı, ne “Bir diyar olsa gerek” diyerek bir gemiye binip uzaklaşmayı hayal eden Ahmet Muhip Dıranas’ı, ne de bunlara benzer hayaller kuran Cahit Sıtkı ve Ziya Osman gibi şairleri ayıplıyorum. Türkiye öyle bir ülke ki, tam düze çıktığınızı zannettiğiniz anda önünüzde bir uçurum peyda oluyor. Sadece Türkiye mi?

    Dünya da öyle! Sanki bir akıl tutulması yaşanıyor. Kaçacak yer yok!

    ***

    Bunları geçenlerde Hoca Ali Rıza’nın manzara resimlerine kim bilir kaçıncı defa bakarken düşündüm. Merhum, kendi tabiriyle “fikirden” yaptığı resimlerin çoğuna uzaklaşan yelkenli bir gemi yerleştirmiştir. Ve güneşli bir hava, masmavi gökyüzü, uçarı bulutlar… “Hoca ‘O Belde’sine kaçıyor,” diye düşünürdüm hep, fakat bu sefer “Nereden biliyorsun?” diye sordum kendi kendime, “Resimlerdeki yelkenliler belki uzaklaşmıyor, bu tarafa doğru süzülüyorlar!”

    Hoca Ali Rıza’nın resimlerinde sonsuz bir iyi niyet, tabiat sevgisi ve iç huzuru vardır. Galiba üstad “O Belde”sini yahut Simeranya’sını bu manzara resimleriyle inşa ediyor ve bir yelkenliye binip sıkıntılarından buraya kaçıyordu. Eminim, siz de zaman zaman yaşadığınız hayatı ve çevrenizi kaotik bularak kaçmak istemişsinizdir. Kaçıp ıssız bir adaya sığınmak, yalnız başınıza, gündüzleri sadece ağaçlarla, kuşlarla, sularla; geceleri yıldızlarla söyleşip halleşmek…

    Bazı filozof, şair veya reformistlerin kusursuz bir toplum düzeninde bütün insanlara huzurlu yaşama imkânı sağlayacağına inanarak inşa ettikleri ideal ülkeler, yani ütopyalar bu kaçış duygusunun farklı tezahürleridir; fakat hemen her insanın zaman zaman yaşadığı bu duyguyu galiba en güçlü ifade eden “Seyahate Davet” şiiriyle Baudelaire oldu.

    ***

    Kendi içine dönmesini bilen herkesin ve hemen her şairin sürekli seyahate davet eden ikinci bir beni, yelken açmış bir gemi hayali ve bir hayal ülkesi vardır. Kimimiz ıssız bir ada hayal ederiz; kimimizin cenneti geçmiştedir, kimimizinki gelecekte… Kimininki de Ahmet Hâşim’in “O Belde”si gibi sisler ardında belli belirsiz… Hoca Ali Rıza’nın “fkirden” manzaralarını akşamın rengine boyayınız, Hâşim’in “O Belde”sini elde edersiniz; “menâtık-i dûşize-i tahayyülde”, yani tahayyülün el değmemiş bölgelerinde, üzerinde sürekli mavi renkte bir akşamın dinlendiği o beldenin eteklerinde deniz ruhlara bir uyku sükûneti vermektedir.

    Baudelaire’in şiiri, modern Türk şiirinde kaçış duygusunun âdeta bir patlama hâlinde dışa vurulmasına yol açmıştı. Yahya Kemal, “Deniz” şiirinde dar varlığının hendesesinden kurtularak kalbini girdaba atıp engine açılmaktan, ruh olmaktan söz eder. “Deniz Türküsü” şiirinde ise, deniz, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle, “hülyalarımızın ve ideale doğru yolculuklarımızın masal dekoru”ydu. “Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli” metaforunun güçlü bir şekilde yer aldığı, Yahya Kemal’in Paris’e kaçışının hâtırlarını da yansıtan bu şiirin son mısraı meşhurdur: “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”

    ***

    Necip Fâzıl’ın “Takvimdeki Deniz”i edebiyatımızın en güzel kaçış (veya yolculuk) şiirlerinden biridir. Bir gün birden kullanılmış bir takvimdeki deniz resminde nokta halinde görünen gemiyi fark eden ve bu geminin denizde kaybettiği âlemi aradığını düşünen Üstad, kendinden geçer ve denizin köpüklerini yüzünde hisseder. Sonra birden odasını bir meltem doldurur, perde dalgalanır, kâğıtlar havalanır. Takvimdeki denizde yolculuk başlamıştır. “Ah yolculuk, yolculuk!”

    Yazının devamı için