Fatih’in kentsel dönüşüm projesi

    0

    Osmanlı kayıtları, Fatih’in İstanbul’u iskân ve şenlendirme politikalarının büyük mağduriyetlere yol açtığını gösteriyor.

    Fatih’in, fetihten sonra İstanbul’un bir an önce imar edilmesi konusunda gayret ettiğini ve hatta sabırsızca davrandığını söyleyebiliriz. Şöyle ki kentin gönüllü göçle kısa süre içinde şenlenmeyeceğini düşündüğü için zorunlu sürgünler yaptırmıştı. Peki, Fatih’in,  Aşıkpaşazâde’nin “televvün” (renk değiştirme) kelimesiyle ifade ettiği kararsızlığı neden ileri geliyordu?

    Olayların şahidi ve tarafı olan Aşıkpaşazâde’nin anlatımından, kişilerin kullanımında olan binalar üzerindeki özel mülkiyet haklarının tanınması sayesinde kentin mamur olmaya başladığını ama sonra bu binalar için yıllık bir vergi (mukataa) getirildiğini ve durumun tekrar bozulduğunu öğreniyoruz. Üstelik bu, bir değil, iki kez olmuş. Fatih, mukataayı bir kez affetmiş, herkese yine ellerindeki binaların mülkleri olduğunu gösteren “mektuplar” (yazı, belge) verilmiş. Kent toparlanmış ama Rum Mehmed Paşa’nın girişimiyle mukataa tekrar konmuş. Halk da kentin imarından elini çekmiş. Aşıkpaşazâde’ye göre düpedüz kentten kaçanlar olmuş.

    17-08/27/adas.jpg

    Matrakçı Nasuh’tan İstanbul görünümü.

    Bu ikinci mukataanın ne zamana kadar yürürlükte kaldığını bilmiyoruz. Yalnız, “bu şimdiki mukata‘a” ifadesinden, Rum Mehmed Paşa’nın 1474’teki idamından sonra ve hatta Aşıkpaşazâde’nin kitabını yazmaya başladığı 1476’dan sonraki bir tarihte, söz konusu düzenlemenin hâlâ yürürlükte olduğunu söyleyebiliyoruz.

    Öte yandan, bildiklerimiz kesinlikle Aşıkpaşazâde’nin anlatımıyla sınırlı değil. Evvela, olayların başka bir tanığı olan bir diğer tarihçinin, Tursun Bey’in anlatımı var. Fatih dönemini anlattığı eserini büyük ihtimalle 1490- 1495 arasında kaleme alan Tursun Bey (Bkz, Mertol Tulum, hz., Tursun Bey. Târîh-i Ebü’l-feth) de taraftı ve görevi gereği, Aşıkpaşazâde’nin bulunduğu tarafın karşısında duruyordu. 

    Tursun Bey’in taraf oluşu, fetihten sonra İstanbul binalarının bir sayımını yapmış olmasından ileri geliyor ki bu sayımın amacı zaten mukataayı koymakmış. Onun anlatımından, bu mukataanın fetihten hemen sonra konulan birincisi olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür ama o sadece tek bir mukataadan söz ettiği için bu konuda kesin bir şey söylemek güçtür.

    Ona göre; Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra Rumların boş bıraktığı evlere, halk veya seçkinlerden (âmm ü hâs) kim kendi isteğiyle gelip yerleşirse, “tuttuklu tuttuğu ev mülkü ola” diye buyurmuş. Bay (zengin) ve yoksul her taraftan insanlar gelmiş. Ama memleketlerin kıvamı onlarsız olmayan mal sahibi zenginler / tacirler (mütemevvil hâceler), ihtiyaçları olmadığı için  “terk-i vatan” etmemişler. Oysa bu emrin asıl amacı onları getirmekmiş. Dolayısıyla, Fatih’in yeni bir emriyle, “her şehirden ve her memleketten bir mikdâr-ı ma‘dûd, (belirli sayıda) ad ile meşhûr hâceler” gelmiş. Padişah, “[h]âllerine münâsib evler ihsân edip temlik” etmiş ve onlar için büyük bedesten, çarşılar, pazar yerleri ve gelen geçen için kervansaraylar yaptırmış.

    Bu şekilde halk çoğalmış ve yerleşmiş ama padişahtan, “bu evler yazılıp, hâlli hâlince mukata‘a va‘z oluna” şeklinde bir hüküm sadır olmuş. Tursun, mülk olarak verilenin bina olduğunu, yerin devlete ait bulunduğunu ve onun da vergisiz olmayacağı gerekçesini zikrediyor (Bu cihetten ki, temlik olunan binadır, yer vakıfdır; bî- mukata‘a olmaz). Bu sayımın yürütülmesi için Fatih, Tursun Bey’in o sırada Bursa Beyi yani subaşısı olan amcası Cebe Ali Bey’i görevlendirmiş. Cebe Ali Bey’in kendi işinden geri kalmaması içinse sayımın, Bursa’da bulunabilmek için tımarını bırakıp amcasının yanına giden Tursun’un eliyle yapılmasını istemiş. Tursun, binlerce zahmet çekerek, ev ev, oda oda, alt katlarıyla üst katlarıyla, bahçesi ve bağıyla kentin binalarını yazdığını söylüyor. Bu konan mukata‘a nedeniyle çok değişiklik olmuş. İçinde bulunduğu eve biçilen parayı ödeyemeyen onu bırakıp durumuna uygun başka bir ev almış.

    Yazının devamı için