Filistin sorununa farklı bir yaklaşım

    0

    Aşağıda serdedeceğim analizleri pek çok kimse gizliden gizliye saygı ve takdirle karşılasa dahi açıktan açığa onaylamayacaktır, muhtemelen bazıları öfkelenecektir, hatta lanet yağdıranlar dahi çıkacaktır.

    Her halükarda, Ramazan ayı ve bayramı geride kaldı, Netanyahu hükümeti kurmayı başaramadı ve yeni seçimler için çağrıda bulundu, ancak seçimler Aralık ayında gerçekleşecek.

    Bu nedenle, ABD muhtemelen Filistin-İsrail sorunu konusundaki girişimini her durumda ilan edecek. Bu girişimin gözlemcileri, bu girişime giden yolda FKÖ’nün meşruiyetinin, mülteci meselesinin ve Kudüs’ün statüsünün zedelendiğini gözlemledi.

    Mevcut Amerikan yönetimi açısından Filistin meselesi, kendi kaderini tayin etme ve devlet olma hakkını arayan ulusal bir kurtuluş hareketi değil, zor ekonomik şartlar altında yaşayan halkın rahatlatılmasıdır. Buna göre zor ekonomik şartlar ortadan kaldırılır, yaşam koşulları iyileştirilirse ortada sorun kalmayacaktır.

    Filistin meselesi bu şekilde tanımlanınca, pek tabii ki Manama’daki çalıştay, Filistinlilere mutluluk ve zenginlik sağlayacak olan ekonomik dosyayı açmak şeklinde ortaya çıktı.

    Söz konusunu girişimin belirsizlik üzerinden yürümesi, ancak bunu örtercesine “Yüzyılın Anlaşması” gibi şaşalı bir isim verilmesi şaşırtıcıydı.

    Filistin Ulusal Yönetimi’nin her şeyi boykot ederek kendini geri çekmesi için bu şartlar zaten yeterliydi, Filistin hükümeti, İsrail’in Filistin hükümeti adına topladığı vergilerden Filistinli tutuklu ve şehit yakınları için ayrılan ödeneği kesmesine tepki olarak vergileri almayı reddetmeyi de buna eklemiş oldu.

    Mesele, Filistin Yönetiminin pozisyonunun yanlış mı yoksa doğru mu olduğu değil, içinde bulunduğumuz şartlara ve siyasi atmosfere uygun olup olmadığıdır.

    Filistin Ulusal Yönetimi, Filistin halkının Batı Şeria ve Gazze Şeridi şeklinde bölündüğü gerçeğini görmezden gelemez. Filistin Yönetimi -kimin haklı ve kimin haksız olduğuna bakmaksızın- Ramallah ve Gazze, El Fetih ve Hamas şeklinde bölünmüştür.

    Tanımlar ve etiketler ne olursa olsun, dünyadaki 32 ülke ABD elçiliğinin Kudüs’e taşınması törenine katıldı. Batı ve Doğu Kudüs’te yaşayanlar dışında Batı Şeria’ya yerleşmiş yarım milyondan fazla İsrailli var.

    Her ne kadar Araplar, Filistin meselesinin en öncelikli ve merkezi bir mesele olduğu konusunda hemfikir olsalar da, Arap siyasetinin amacı, 4 Haziran 1967 sınırları içerisinde, Arap barış girişiminin uygulanması çerçevesinde Doğu Kudüs’ün başkent olduğu bir Filistin devletinin kurulması olsa da, her bir Arap devletinin görmezden gelinemeyecek zorlukları var. Bazıları Arap Baharı tarafından tahrip edilmiş yönleri yeniden inşa etmeye çabalıyor, bazıları su, petrol veya devletin dahili uyumuna dair zorlukları yenmeye çalışıyor, bazıları ise uzun zamandır yapılamayan reformlarla başa çıkmak ve buna dair engellerle yüzleşmek zorunda olduğunu düşünüyor.

    Filistin Otoritesi bütün bunları görmezden gelemez. Sahadan çekilmesi, mevcut haksız diplomasiyi boykot etmesi, sadece fırsat geldiğinde pozisyonlar alması, söz konusu tutumları ve şartları ortadan kaldırmadığı gibi Filistin durumunu da iyileştirmiyor. Tüm bunlar, Arap-İsrail ihtilafını düzenleyen -ki onun temelinde Filistinli-İsrail ihtilafı vardır- temel kanunun tanınmasına dayanan yeni bir düşünce gerektiriyor; o da,”sahada gerçekleri dikkate almaktır.” Siyonist hareketin 1897 tarihinden bugüne kadar yaptığı şey buydu.

    Önce sadece Ulusal bir vatandan bahsettiler, 1942’de devlet kurmaktan söz etmeye başladılar, hikâyenin geri kalanı zaten biliniyor; devletlerini kurdular, devletlerini çeşitli dilleri konuşan pek çok ülkeden gelen göçmenleri barındıracak şekilde genişlettiler ve nihayetinde şu an bildiğimiz konuma geldiler. Buna karşılık Arap yaklaşımı, özellikle de Filistin yaklaşımı, her zaman adalet arayışı, reddetme, boykot şeklinde oldu. Sanki dünya bir hükümet ve yargıymış gibi sürekli olarak uluslararası kararlar konuşuldu. Filistin’de, bölgede, hatta tüm dünyada olup bitenler ve meydana gelen değişimler görmezden gelindi. Hâlbuki bu değişimler Hindistan, Çin ve Rusya gibi önemli küresel güçler meydana getirmişti ve bu güçler her zaman Filistinlileri desteklemişlerdi. Şimdi Filistin tarafı “iki devletli bir çözüm” den bahsediyor, ancak bu küresel güçlerin şimdilerde İsrail ile yakın bağları var. İşte bu da sahadaki bir gerçeğin tercümesidir.

    Neyse ki, sahada hala önemli bir Filistin gerçeği var; Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında altı milyondan fazla Filistinli yaşıyor. Bunların 1 milyon 700 bini İsrail’de yaşıyor, vatandaşlığını ve pasaportunu taşıyorlar ve siyasi yaşamlarına katılıyorlar.

    İkinci önemli gerçek, Filistin halkının başına gelen her şeye rağmen, tarihte bilinen ilk Ulusal Yönetime sahip olmasıdır. Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurulduğunda, İsrail ile beraber imzalayan taraflardan biri de Filistin’di. Bu, gaz çıkma potansiyeli olan Gazze’nin toprak suları üzerindeki Filistin egemenliğinin tanınmasıydı. Üçüncü gerçek, Filistin sahasındaki ilerlemenin (ve aslında İsrail’in Mısır ve Ürdün topraklarından çekilmesine neden olan şeydir), Filistinliler ile İsrailliler arasındaki müzakere ve doğrudan anlaşmalar yoluyla gerçekleştirilmiş olmasıdır. Dördüncü gerçek şu ki, İsrail ile Filistin arasında karşılıklı bağımlılıklar var; güvenlik, para, iş, genel olarak ekonomi ve diğer alanlarda bunu görebiliyoruz. Her şeye rağmen bu gerçekler az değildir. Önemi ise, Filistin’in İsrail’le başa çıkma stratejisini oluşturabilmesindedir. Sahadaki bu gerçekleri desteklemeye ve güçlendirmeye öncelik verilmelidir. Filistin halkı kendi toprağında kalmalıdır, onları buradan çıkarmayı hedefleyen her girişim kesinlikle reddedilmelidir. Dahası, Filistin halkına ekonomik olarak yatırım yapma ve büyüme fırsatı verilmeli, kurumlar inşa edilmeli ve İsrail halkı ile doğrudan müzakere etmek ve İsrail politikasını doğrudan etkilemek yoluyla İsrail halkı ile bir arada yaşama fırsatları oluşturulmalıdır. İsrail ile Filistin arasındaki bu devam eden iç içe geçmişlik, yalnızca işgal meselesini değil aynı zamanda eşitlik meselesini de ortaya bir gerçek olarak koyuyor.

    Basitçe söylemek gerekirse, Filistin ve Arap siyaseti, Amerikan hareketi ile bölgeye gelecek olan gelişmeleri görmezden gelemez. Bu girişimi reddederek ve boykot ederek boşa çıkarmak kesinlikle mümkündür, ancak bu da mevcut durumun devamı, hatta daha da kötüye gitmesine anlamına gelecektir. Bu durum, sadece İsrail ve Amerikan sağının konumunu güçlendirmekle kalmayıp, aynı zamanda Arap ulus devletini ve Arap milliyetçiliğini yıkmak için Filistin meselesini kullanan Hamas gibi radikal unsurların da güçlenmesine yol açacaktır.

    Gidebileceğimiz diğer yaklaşım ise Başkan Sedat’ın yaptığı şeyi yapmaktır, sorunun ABD ile aramızda değil, İsrail ile aramızda olduğunu dillendirmektir.

    Amerika ve diğerleri ondan sonra gelir, yani baş ağrısını hafifletici bir unsur olarak düşünülebilir. Ancak “anlaşma”, bir asırdan fazla bir süredir çatışma içinde olanlar arasına gerçekleşecektir. Zira ekonomik, politik ve stratejik olarak etkileşim bu iki taraf arasında meydana gelmiştir. Önemli olan mevcut halin devam etmesinin çözüm olmamasıdır!

    Bu yazı Suud gazetesi Şark’ul Avsat’ta yayımlandı, yazarı Mısır Gazeteciler Cemiyeti başkanıdır