Herkes sermaye kontrollerinden söz ediyor, yoksa?..

    0

    Türkiye ithalata göbekten bağımlı bir ülke olduğu için sermaye kontrolü mümkün değil

    ………….

    Bir deyim: “Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek.”

    Türk Dil Kurumu’na göre anlamı: Bir şeyi birinin aklına getirmek.

    BDDK’nın 100 bin dolar alımına 1 gün valör, yani hesaba ertesi gün geçme şartı getirmesi ve döviz satışlarına binde 1’lik vergi konması piyasaların aklına “sermaye kontrolleri”ni düşürdü. Şuyuu vukuundan beter, derler ya, öyle.

    Önce tanım: “Sermaye kontrolü”, para hareketlerinin sınırlanması demek. Bin türlü şekli var. Aldığınız dövizin belirli bir süre sonra hesabınıza geçmesi (100.000 dolara 1 gün valör getirilmesi gibi), döviz alım-satımına el yakıcı büyüklükte vergi konması, yabancıların Türkiye’de elde ettikleri dövizi yurt dışına çıkarmasının yasaklanması, hatta vatandaşın döviz alım-satımının izne tabi kılınması, sermaye kontrollerinin çeşitleri arasında yer alıyor.

    Türkiye’de öncül uygulamalar olmakla birlikte henüz tam sermaye kontrolünden söz edemeyiz. Ama dediğim gibi insanların aklına karpuz kabuğu düştü bir kere. Türk bankalarının Londra’daki SWAP piyasasına para vermesini engelleyen, 100 bin dolar alımına 1 gün valör getiren bir iktidar, yarın öbür gün piyasadaki fırtına daha da şiddetlenirse (Mesela S-400 krizinin şiddetlendiği bir dönemde), tam sermaye kontrolüne neden geçmesin?

    Yabancı yatırımcı “aleminden” Terry Bloom, önceki gün Twitter’da şöyle yazıyordu:

    “Hangisinin daha önce geleceğini merak ediyorum. (S-400) yaptırımları mı, tam sermaye kontrolü mü?”

    Türkiye tam sermaye kontrolüne yabancı değil. Benim çocukluğumda, yani 1970’ler Türkiye’sinde tam sermaye kontrolü esastı. Vatandaşın yurt dışına belirli bir meblağın üzerinde para çıkarması yasaktı. Yurt dışında öğrenim görenler, ihtiyaç duydukları parayı yurt dışına çıkarmak için akla karayı seçerdi.

    Zamanla sermaye kontrolü tüm dünyada itibarını yitirdi, Türkiye’de de kalktı. Bugün sermaye kontrolü deyince aklımıza başlıca iki örnek geliyor: İran ve Malezya. Sermaye kontrolünü çaresizlik ve ideolojiyle karışık biçimde uygulayan İran’ı geçelim. Malezya’ya gelelim.

    Malezya, 1998’deki Asya Krizi sırasında sermaye kontrolüne başvurmuş ve o sayede krizi atlatmayı başarmıştı. O dönemde Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed’in spekülatör Soros’la yaptığı kavga unutulur mu? (Soros’a “Moron” demişti.)

    Eğer büyüklerimizin dediği gibi Türkiye uluslararası bir komployla karşı karşıyaysa, “faiz lobisi”, “İngiliz derin devleti” veya “Illuminati” (adı her neyse) ekonomimizi çökertmek için saldırıya geçtiyse, bizim de Malezya’nın yaptığı gibi kısa vadeli sermaye hareketlerini sınırlandırmamız gerekmez mi?

    Malezya 1998’de neler yapmıştı, bakalım:

    • – Türkiye’nin Londra’daki TL-dolar SWAP piyasasını kurutması gibi off-shore Ringgit (Malezya parası) piyasasının işleyişi engellenmiş, yurt dışındaki bütün Ringgit varlıkların bir ay içinde ülkeye getirilmesi zorunlu koşulmuştu.
    • – Yabancı yatırımcının parasını yurt dışına çıkarmasına 1 yıl boyunca yasak getirilmişti. (Kaçmak isteyen yabancı yatırımcı içeride kapalı kalmıştı.)
    • – Parayı yurt dışına çıkarma yasağı bir süre sonra gevşetilmiş ama yüzde 10 ile 30 arasında değişen kallavi bir vergi getirilmişti.
    • – Malezyalıların yabancılara Ringgit’le borç vermesi yasaklanmıştı.

    Sermaye kontrollerinin getirilmesinin hemen ardından Malezya Merkez Bankası ekonomiyi canlandırmak için faizi sert biçimde indirip yüzde 8.5’ten yüzde 5.5’e çekti ve kamu harcamalarını artırdı.

    Sonuç: Malezya 1998’de yüzde 7.4 küçüldü ama 1999’da % 5.8, 2000’de % 8.5 büyüdü. Yani sermaye kontrolü işe yaradı. Mahathir, Malezya’nın uçurumdan aşağı yuvarlanmasını engelleyerek kahraman oldu. (Oysa aynı dönemde serbest piyasadan şaşmayan Endonezya’da ekonomik kriz engellenemeyince isyan çıktı. Cumhurbaşkanı Suharto koltuğundan oldu.)

    Yazının devamı için