Türkiye’nin demokrasiden yana fazlası var eksiği yok

    0

    Türkiye erken seçim tartışmalarına yoğunlaşmış, muhtemel adaylar için son kulvara büyük heyecanlar, savrulmalar ve sürprizlerle girilirken, Avrupa cenahında, Strasbourg’da da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) dönem toplantısı gerçekleşiyor.

    Ani gelen seçim kararı dolayısıyla zaten Türkiye’den sınırlı bir katılımla gerçekleşen AKPM’de bir yandan Avrupa içinde yaşanan sorunları gözlemlemek mümkün, bir yandan da tabii ki Türkiye’ye yaklaşımlardaki seyri izlemek…

    Geçtiğimiz dönemde AKPM bünyesinde her yıl verilen Vaclav Havel İnsan Hakları Ödülünün geçtiğimiz yıl FETÖ yapılanmasına üye olduğu gerekçesiyle yargılanmakta olan YARSAV aski Başkanı Murat Arslan’a verilmesi skandalı üzerine Türkiye ile AKPM arasında ciddi bir sorunlu döneme girilmişti.

    Türkiye kurucuları arasında olduğu AKPM’nın birkaç yıldır ana sponsorları arasında bulunuyordu. Daha önce terör örgütlerine açtığı alan, bilahare Türkiye’yi zorlama bir rapor sonrası izlemeye alma kararının üstüne bir de bu büyük yanlış eklenince Türkiye ana sponsorluktan çekilerek, diğer üye devletlerle aynı yükümlülükler noktasına çekilince, AKPM bir çok alandan, harcamadan, istihdamdan kısmak zorunda kalmış oldu.

    Genelde Avrupa demokrasisinin, özelde de AKPM’nin en önemli sorununu AKPM Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland Ocak ayı Genel Kurul açılış konuşmasında popülizm olarak açıklamıştı. Bu popülizmin Türkiye’yi etkileyen yanı, halk arasında geçer akçe haline gelmiş olan İslamofobia veya Türkofobia’ya (bugünlerde Erdoğanfobia’ya) karşı Avrupalı politikacıların çok kolay teslim olmaları, ve İslam, Türkiye ve Erdoğan aleyhine herşeyi, işin aslını bilmeden ve sorup soruşturmaya zahmet etmeden hemen satın almaları. Bu rağbet, politikacıların toplumda bir ideoloji haline gelmiş olan bu genel trende popülist bir teslimiyetleri olarak görülebilir ancak..

    Bu yıl da Murat Arslan vakasını aratmayan bir büyük yanlışla başladı AKPM toplantıları.

    Avrupa’nın da terör örgüt olarak gördüğü PKK’nın Suriye kolu PYD’nin lideri Salih Müslim’i konuşturmak üzere Birleşik Avrupa Solu (UEL) Grup Başkanı’nın girişimiyle AKPM binasında Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekatı’nı hedef alan bir konferans düzenlendi. Türkiye’de onun talimatıyla gerçekleşen ve çok sayıda ölümle gerçekleşmiş terör saldırıları dolayısıyla hakkında kırmızı bültenle tutuklama kararı bulunan Müslim’in konuşacağı konferans önceden duyurulmamıştı.

    Terör saldırılarından dolayı hakkında kırmızı bülten bulunan bir terör örgütü liderinin AKPM binasında onu tutuklamakla görevli Fransız polislerinin sıkı koruması altında getirilip konuşturulması basitçe AKPM’nin demokratik iç işleyiş mekanizmasıyla açıklanabilecek bir şey değil elbet. Burada Fransa’nın daha önceden duyurmuş olduğu PYD’ye vermiş olduğu sözün arkasında durması, ona alenen ve meydan okuyarak destek vermesi sözkonusu. Terörle ilgili geçerli hiçbir veriyi ve söylemi tanımadığını ilen eden bu yaklaşımıyla Fransa AKPM’yi de bu siyasi duruşuna çok kötü alet etmiş oldu.

    Tabii AKPM’ye hakim olan genel hava böyle bir olayı olumlamaya fazlasıyla müsait. Bu durumda Türkiye delegasyonunun en azından başkanına, sayın Akif Çağatay Kılıç’a bu olayı protesto etmek üzere ayrılmaktan başka bir seçenek kalmıyordu.

    Sonraki oturumlarda da, dün itibariyle AKPM’de görüşülen ve Avrupa’nın bir çok ülkesinde var olan OHAL uygulamalarıyla ilgili rapor Türkiye’deki OHAL uygulamasına yönelik eleştirilerle birlikte erken seçimin Avrupa standartlarına uygun olmayacağı yönünde bir uyarıyla karara bağlanmış oldu. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı 15 Temmuz darbe teşebbüsünün boyutlarını ya hala kavramamış olduğu veya işin bir parçası olduğu izlenimini fazlasıyla veren bir yaklaşım. 15 Temmuz’da Türkiye halkının ortaya koyduğu tavır aslında biraz dürüst davranırsa Avrupa’nın yücelttiği değerlerin de bir savunmasıydı. Demokrasi, Parlamento, İnsan Hakları, Özgürlükler… Bütün bu değerleri hedef alan darbenin failleri ise Avrupa’da da dünyanın hiçbir yerinde de benzeri görülmemiş gizlilikte, sinsilikte ve örgütlülükte bir yapı. Buna karşı alınan tedbirlerin ne kadarının yetebileceğine Avrupa’nın tuzu kuru şartlarında karar verebilmek elbette imkansız. Tabi bu kararı vermeye yeterli bir samimiyet varsa bile…

    Türkiye’nin 24 Haziran’da gideceği seçimlerde nasıl bir Avrupa standardı eksik olduğuna dair hiçbir tatmin edici gerekçe yok. Sanıyorlar veya iddia ediyorlar ki, muhalefetin kampanyasını yürütmek, hamlelerini ortaya koyabilmek için hiçbir imkanı, şartları, alanı ve özgürlüğü yok.

    Bununla Türkiye’de iktidara mı, muhalefete mi haksızlık yapıyor olduklarını nasıl soralım? Bizim muhalefetin sadece birkaç gün içinde Türkiye’nin bütün siyasi teamüllerini nasıl hallaç pamuğu gibi sallayarak akrobatik manevralar yapabildiğini göremiyorlarsa biz nasıl anlatalım? Ana muhalefetin kendi üyesi milletvekillerinden istediklerini başka partiye atayabilme konusundaki otoriterliği de AKPM için bir sorun yaratıyor mudur acaba?

    Yaratıyorsa, bu sorun muhalefetin aşırı özgürlük kullanabilme kapasitesi kapsamında mı, muhalefet partilerinin kendi iç-otoriterliği bağlamında mı değerlendirilmeli, yoksa iktidarın böyle şeylere imkan tanıyabilen bir ortamı sağlayabilmiş veya koruyabilmiş olmasına mı bağlanmalı?

    Yazının devamı için