Andımız: Bir Bardak Suda Fırtına Koparmak

0

Nasrettin Hoca bodrumda yüzüğünü kaybetmiş, sokakta arıyormuş. Sormuşlar: “Hoca niye kaybettiğin yerde aramıyorsun?” “Ee orası karanlık, burası aydınlık” demiş.

Hem fert hem toplum olarak, okumuş ve okumamışıyla, mürekkebi az veya çok yalamışıyla hepimiz Nasrettin Hoca gibiyiz. Hangi merhemin hangi yaraya derman olacağını, hangi hastalığın hangi yöntemle tedavi edileceğini bilmiyoruz. At gözlüklerimizi çok seviyoruz, onlardan bir türlü vazgeçemiyoruz.

“Andımız” denen yemin metni, şimdiye kadar millet bedenimizin hangi yarasına merhem oldu, bizi hangi uçurumdan kurtardı? “Andımız” olmasaydı biz, biz olmayacak mıydık?

Hiçbir derdimiz yokmuş gibi, “Andımız” dert olarak eğitim ve siyaset gündemimize servis ediliverdi. Kerli ferli, koca koca adamlar, avını bekleyen sırtlanlar gibi saldırıya geçtiler. Kimisi güzelleme, kimisi taşlama yapıyor “Andımız”a. Bu konuyu gündeme taşıyan, proje sahipleri de ellerindeki voltajı en yüksek projektörlerle ekranlardaki veya gazete köşelerindeki maçı avuçlarını ovuşturarak seyrediyor.

İlk ve ortaokullarda her sabah topluca, yemin niyetiyle, ibadet duyarlılığıyla söyletilen “And”ın sözlerini burada yazarak yazıyı uzatmak istemiyorum. Tartışma, bu metnin, bir kesimdeki iddia sahiplerine göre, toplumda ayrışmaya yol açtığı, diğer iddia sahiplerine göre de toplumu bir üst kimlikte birleştirdiği tezi üzerinde yoğunlaşıyor. Ben, “Def’-i mefsedet, celb-i menafiden evladır” diye bir Mecelle kuralı hatırlıyorum. Yani, “Zararlıyı uzaklaştırmak, faydalıyı getirmekten öncedir.” Binde bir de olsa işin içinde “ayrıştırma” ihtimali gibi bir zarar varsa bu davranıştan kaçınmak gerekir.

Konuyu tartışanların, belli sloganlar ve kalıplar doğrultusunda mantık geliştirdiklerini, demagojiye yöneldiklerini, insan gerçeğiyle örtüşen bir fikir ortaya koyamadıklarını görüyorum. Ortaya konan tezlerin, sosyolojinin yasalarıyla, insan gerçeğiyle ve tarihi olgularla çeliştiğini gözlüyorum. Savunma sahipleri düşüncelerini önce gerekçelendiriyor, sonra da karşı tarafı tehdide yöneliyor. Mağdurun susmayı tercih etmesi, mütecavizi haklı kılmaz.

Toplum mühendislerine proje, siyasetçilere lafazanlık lazım. Özellikle eğitimcileri içine alan âkil insanlara da varlık bilinciyle üretecekleri, hesabını verecekleri uğraşlar lazım. Bir toplumu ayakta tutan harç, bireyi o topluma ait kılan duygu nedir, sorularını sorarak verecekleri cevaba göre eğitim sistemi oluşturmak eğitimcilerin işidir. Sahadaki kişiler onlardır, çocuk ve genç dediğimiz insanları en iyi onlar tanır. Eğitimin ideolojisi de dayatması da olmaz.

“Andımız”ın, söyleyen kişilere bir aidiyet kazandırdığını, ruh yüceliği verdiğini, mana derinliğine yönlendirdiğini hiç gözlemedim. Aidiyet, sağlanan özgür ortamlarda, sorumluluk ve vefa duygusu teneffüs ettirilerek kazanılabilir. Bu da sözlerle değil, yaşayarak ve yaşatılarak sağlanabilir. Okulda her sabah “Andımız” okutmak, tek tip insan yetiştirme amacını taşıyan, jakoben anlayışın egemen olduğu dönemde uygulanan bir eğitim yöntemi olarak tarih kitaplardaki yerini almalı, yeni çağın gereklerine göre daha özgür ruhla yetiştirilen evlatlarımıza dayatılmamalıdır.

Güven, vefa, paylaşma, özgürlük gibi temel değerler, kişiye aidiyet duygusu kazandırır ve kişide vatan sevgisi oluşturur. İçinde bulunduğumuz toplumun bir ve beraber olmasını, dirlik kazanmasını istiyorsak her bir toplum ferdine belli sloganları dayatmak yerine bu temel değerleri duyumsatmalıyız. Kişi yaşadığı toplumda, üzerinde hayat bulduğu coğrafyada kendini güven içinde hissetmiyorsa; kendisine vefa gösterilmiyorsa; kişi, sevincini, üzüntüsünü, varlığını, yokluğunu kimseyle paylaşamıyorsa; duygu ve düşüncelerini ifade hürriyeti bulamıyorsa o topluluk onun milleti değil, o toprak onun vatanı değildir. Tarihimiz, siyasi sebeplerle temel hakları ellerinden alındığı için, kişiye vatan ve millet sevgisi veren değerleri yaşayamamaları dolayısıyla kendilerini yabancı veya vatansız hisseden insan örnekleriyle doludur. 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerinde yaşanan travmalar nasıl unutulur?

Şu an, toplumda bir ayrışmaya yol açan “Andımız” birlik, dirlik adına yeterli harç olsaydı bugün ülkemizde bir bölücülükten de söz edilmezdi. Çözümü Nasrettin Hoca’mız gibi yanlış yerde arıyoruz.

Dünya neyle uğraşıyor, biz neyle uğraşıyoruz? Akıllı olmak lazım. Zaman adlı rüzgâr, akıllılara her zaman destek, akılsızlara köstek olur. Sonuçsuz denemelerde ısrar etmek, zamanı tüketmek, rüzgâra göğüs germektir. Rüzgârı karşımıza değil, arkamıza alalım.

Yüzük, bodrumda kaybolduysa onu bodrumda bulup aydınlıkta takalım ve o yüzüğü bir daha parmağımızdan çıkarmayalım.

Doğrudan iletişim için: kadir@kadirdurgun.com

Yazarımızın konuya ilişkin videosu:

 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz