Ateş çemberindeki Türkiye

0

Onlarca asırdır “Yurt” bellediğimiz bu topraklar, hiç bugün olmadığı kadar “düşmanla” ve “düşmanca hisler” besleyen topluluklarla çevrilmemiştir tarihte. Ama bugün içinde bulunduğumuz durum ne yazık ki budur. Tek tek saymaya kalkıp da laf kalabalığına gerek yoktur. İmkân ve şerait ortadadır. Ve en çok ihtiyacımız olan şey; “fakir fukara edebiyatı olarak sayacağım; -Birlik ve beraberlik- teorisi” dışında bilimsel çözümlerdir. 

Bu bilimsel çözümler içinde en çok yol almamız gereken kısım ise, hiç şüphe yok ki; “İstihbarat Teknikleridir.” Evet, son zamanlarda bu konuda önemli yollar kat etmiş olsak da, spesifik olarak tek bir bölge ve düşman üzerinde durulması ciddi bir hatadır. Ve sanırım şu an yaptığımız da tam olarak budur. Devletin tüm istihbarat kaynakları, Güney ve Güney Doğu cephemize çevrilmiş durumdadır. Ancak düşmanı sadece orada görmek / hissetmek ölümcül bir hata olacaktır. Çünkü düşman sadece orada değildir. Kuzeyimizde, Batımızda, Doğumuzda ve hatta okyanusların bile ötesindedir. 

Güney ve Güney Doğu sınırımızdaki hengâmenin yazılacak – çizilecek bir yeri yoktur, kalmamıştır. ABD tarafından ağzımıza sürülen bir parmak bal ile “Tampon Bölge” için varımızı – yoğumuzu dökerken, ABD’nin istediği ve daha önceki yazılarımızda  işlediğimiz “Güvenli Bölge”nin her geçen gün önemini artmaktadır. Fakat gidilen yol ile alınan yol arasında ciddi bir fark vardır. İstihbarat kanallarımızın büyük çoğunluğunun buraya akması da şu an en doğal olanı gibi görülmektedir. 

Yine aynı cephede Suriye – PKK / PYD ve uzantıları gibi “aleni düşmanlar” da mevcuttur. Ve en sağlam yumruğu yiyebileceğimiz yer de yine orası gibi gözükmektedir. Bireysel, örgütsel ve teomilijik istihbarat açısından en büyük risk de oradadır. Zaten bu sebeple değil midir tüm savunmamızı oraya kaydırmamız? Ama yazının başından beri demem odur ki, bu bize pahalıya mal olabilir.

Zira Kuzeyimizde Rusya ile yapılmış olan S-400 antlaşması, bize güven verse de asla güvenilip, rahatlamamalıyız. Zira bir kuzey ayısı ile dans ediyorsanız, dansın ne zaman biteceğine ayının karar vereceğini de bilmeniz gerekir. Ve biz burada “ayı” değil, dans teklif edilen partneriz. İyice gözlemlemek, düşünmek, analiz etmek, eldeki verileri çok iyi değerlendirip, ayı “Tamam bu kadar dans yeter” demeden önce bizim çoktan hazırlıklarımızı yapmış olmamız gerekmektedir. Bu da ancak; “Bilimsel İstihbarat” ile mümkün olur. Yoksa birden kendimizi pistin ortasında, yapayalnız ve tüm salon bize gülerken bulabiliriz.

Rusya’nın bizimle olan ilişkileri, bizimle ilgili olan dış dünya ilişkileri, bizle alakalı Rus halkının görüşleri, fikirleri, politikaları çok ama çok mühimdir. Merak ediyorum şimdi, en son Rus halkının hakkımızdaki “fikirleri” ile ilgili bir alan çalışması ne zaman yapıldı? “Dost / Düşman” ayrımı konusunda ne zaman ciddi bir hazırlık düzenlendi Rus halkı içinde? Bilen varsa söylesin lütfen… Yani Rusya ile “Kurtuluş Savaşı” nda başlayan dostluk, SSCB ve “Anti – Komünizm” ile gerilen ahbaplık, sonrasındaki S-400 antlaşmaları ile ısınan ortaklık, oraya karşı savunmamızı düşürmemiz anlamına gelmemelidir. Zira bugün ülkemize en çok turist Rusya’dan gelmekteyken acaba gelenlerin hepsi turist midir? Artık daha da dikkat etmeliyiz şu noktadan sonra, çünkü dediğim gibi, dans teklifini kabul eden biziz…

Dünyanın en eski sınır antlaşmalarından birine sahip olduğumuz İran’da da durum oldukça karmaşık bir hal almıştır. Rusya Enerji Bakanının Opal kararı, Trump’ın İran’a olan ambargoları hafifletme / katılaştırma kararları, John Bolton’ın İran politikası yüzünden görevinden alınmış olma dedikoduları ve uranyum kaynakları açısından hiç de hafife alınacak bir komşu değildir İran. Ki zaman zaman ülkemiz ve politikalarımıza karşı anormal sayılabilecek çıkışları da mevcutken, mezhep farklılığı oldukça keskin çizgilerle belirlenmişken, ne kadar boş bırakılabilir?

ABD ve NATO ile olan “Şiddetli Geçimsizlik üzerinde yürüyen evliliğimiz” öyle ya da böyle İran’ı rahatsız etmektedir. Peki, biz tüm gücümüzle Suriye sınırında istihbarat çalışmalarını yaparken, İran’ı ne kadar ciddiye alıyoruz? İran ve onun politikaları hakkında ne kadar bilgiye sahibiz? İran’la kırılacak – tarumar olacak bir dostluk sonrası ortaya çıkabilecek problemlerle ilgili çözümsel çalışmalarımız var mıdır? Arazi etüdünde İran üzerinde ne kadar hâkimiz? Sosyolojik ve epidemiyolojik çalışmalarımız ne durumdadır? İran hemen dibimizde, perdelerini kapatmış bir komşu gibidir. Ne bizi evine davet eder, ne de bizim evimize gelir. Oysa evine gelip gidenleri görüyoruz, biliyoruz hatta tüm mahallede, hakkında dedikodular da almış başını gidiyor, peki biz ne yapıyoruz? “Oradan bize zarar gelmez ya…” demek ne büyük bir gafilliktir oysa? Perdeleri kapanmış evin içinde neler döndüğünü bilmiyoruz çünkü…

Batımızda ise “Ezeli Rakibimiz” Yunanistan, artık eskisi gibi “maaşlarını alamayan memurların” oluşturduğu bir ülke olmaktan çıktı. Çıkalı da çok oldu. Hatta inceden tekrar bilenmeye de başladılar. Akdeniz’deki petrol arayışlarımızdaki pervasız ve özensiz çıkışları bunu gösteriyor. 1995 – 2005 yılları arasında, istihbarat kaynaklarımızın en çok yoğunlaştırıldığı bölgeyken, yaşadıkları büyük ekonomik kriz o cephemizde biraz olsun bizi rahatlatmış olsa da, artık tekrardan dikkatlerimizi oraya da vermek zorundayız. AB ile aralarındaki gerilimi düşürmeleri, dış politikalarındaki gelişmeler, kaynak oluşturmaktaki yaratıcılıkları ve ordularına yaptıkları yatırımlar bu “becerikli” komşumuzla olan istihbarat faaliyetlerimizi tekrar gözden geçirmeye mecbur bırakmaktadır bizi. Ege’de yine adaları oymaya, küçük büyük demeden birçok adada yedek hava meydanları, deniz kuvvetleri için gizli limanlar yapmaya başladılar. Ve bunu yine aylar önce bir yazımızda işlemiştik.

Yunanistan’la ilgili en son yapılan istihbarat çalışması üzerinden kaç yıl geçti? Ne zaman raporlar düzenlendi en son? Bunlar hep “Devlet”in bileceği işler… Ama hassas karnımız “Güney ve Güney Doğu” derken burayı ihmal etmemek lazımdır. 

Okyanuslar ötesindeki müttefikimiz Amerika… 1980 öncesi bu ülkede her 2000 kişiye 1 tane CIA ajanı düşerken, kanlı 12 Eylül darbesini hazırlarken, “Yeşil Kuşak” projesi ile FETÖ ve diğer tüm tarikatları başımıza sarmallarken, harıl harıl çalışan Amerika’ya bugün güvenmek yapılabilecek en büyük hatadır. “Biz kendi ülkemizdeki hainleri asarız, ama başka ülkedeki hainleri besleriz” felsefesi ile hareket eden bir ülke ve onun politikaları asla boş bırakılmaya gelmez. Nitekim ülkemizin yetiştirdiği en büyük hain şuan oradadır ve biz sadece uzaktan izlemekle meşgulüz. Neden? Ama sözde en büyük müttefikimiz… Ne diyelim; “Peki…” Hükümet temsilcilerimiz de böyle demiyor mu zaten? Amerika’da faal olarak kaç istihbarat uzmanımız alan görevinde bulunmaktadır diye haddimi aşan bir soru sormak isterim bu durumda… Cevaplayabilecek varsa buyursun… 

Tüm bu “Ateş Çemberindeki Türkiye” için sanırım en güvenildik yer; Gürcistan ve Bulgaristan gibi durmaktadır. Ama sakın… Sakın! Buraları da gevşetmemeliyiz. Çünkü her ikisi de birilerinin, abilerinin ya da ağalarının “Hadi bakalım” dediğinde nara atmaya başlayacak fedaileridir. Nitekim bunu tarihte görebiliriz. Atmışlardır. Ve yeri geldiğinde yine atacaklardır. Ve o acı tarihten ders almıyorsak, alamıyorsak ne yazık ki, kendi kafamıza bir altı patlar dayamış sadece tetiği çekeceğimiz zamanı bilmiyoruzdur. Eğer boşluk yaratıp, bir an o boşlukta yakalanırsak emin olun o tetiği bizim çekmemize bile gerek kalmaz. Bulgaristan ve Gürcistan bunun için elini kaldırıp, gönüllü olmaya hazırdır. Peki, biz bu iki yaramaz komşumuzun bu fevri ve kendilerine çok zarar verecek çıkışları için ne tür önlemler almış durumdayız? Uzun yıllardır ben hiç bu konuda bir çalışma işitmedim doğrusu…

Sözün kısası; istihbaratın önemi ve kesinliği işte bu kadar mühimdir. Komşularınızın evlerinde ne yaptıklarını bilmezseniz bir gün tüm komşularınız toplanır, kapınıza dayanıp, “Süren doldu. Artık bu ev bizim. Kendi aramızda paylaştık. Hadi boşalt” diyebilir. Demiştir de. Ve o zaman elimizde bir Mustafa Kemal olmayabilir. Bir Mustafa Kemal‘e ihtiyaç duymamak için, “Yetiş! Kurtar bizi” diye feryat etmemek için çalışmalarımızı kati suretle yaygınlaştırıp, operasyonel olarak daha aktif olmalıyız. Bilimsel, materyalist, gerçekçi ve hayalden uzak istihbarat çalışmaları yapmamız lazımdır. İlla ki devletin, bu konuyla yetkili kurumu tarafından değil, toplum olarak bu konuda çalışmamız gerekir. Tüm toplum, küçük – büyük demeden… Sadece Güney cephemizde değil, sınırımız olan her cephede. Hatta okyanus ötelerinde… En kuzeyde ve en güneyde… Batıda ve doğumuzda… 

İstihbarat işte bu kadar önemlidir.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz