Bağımlılığınız Bağımlılığımdır: Kendini Bulma Yolculuğuna Devam

0

Kültürümüzde Ramazan ayı ile hedeflenen, sosyal bir varlık olduğumuzun ispatı olan bir araya gelişler midir, yoksa insanın kendisini keşfetme yolculuğunda atacağı adım mı?

Sahurlar sıklıkla küçük ailenin birlikteliğine katkı sağlarken, iftarlar ile daha geniş çevreye ulaşılmaya çalışıldığı inkâr edilemez.

Kendini keşfetme ise, sınırlarını keşfetme, zayıflıklarını ortaya çıkarma konusunda olabilir. Onun ötesine bir kendine yolculuk ise, günlük koşuşturmacanın güneşin batması ile yerini dini ritüellere bırakması ile aslında bir nevi zora girmektedir.

Kendini bulmanın yolunun ilahi aşkı bulmak ile olabileceğini düşünenlere ise, o son noktaya ulaşana kadar tek tek ziyaret edilmesi gereken halkalar olduğu; sosyal kimliğinden öte, bireysel varlığını tanımlamadan o noktanın hayal olduğunu söylemem gerekir.

Öyle ya; daha kendini bulmadan, nasıl bir eş, nasıl bir ebeveyn olacağını kestiremeden, sorumluluk altına girmenin nelere mal olacağını göremeden yanına yaklaşacağın kişi bile seni beğenmeyecek ve senden bir şekilde uzaklaşmaya çalışacağını hesaba katarsak; daha kendi özüne ulaşamadan çıkacağın veya çıktığını sanacağın o son halkada halin nice olacaktır, hiç düşündünüz mü?

Kendini tanımlamanın yolu nereden geçer peki?

Kendine soracağın kışkırtıcı sorulara vereceğin can acıtıcı cevaplardan geçer elbette…

Şu anki hayatı niçin yaşıyorsunuz; şartlar farklı olsaydı, mesela daha zengin olsaydım veya farklı bir ülkede, farklı bir kültürde veya mahallede doğsaydınız neler olurdu, nasıl da farklı bir insan olurdunuz, hiç düşündünüz mü?

Acaba kaçımız döne dolaşa aynı hayatı yaşamaya çalışırdık?

Seninle aynı coğrafyada, aynı gün ve benzer saat diliminde- yani yıldızların konumlarının aynı olduğu varsayımından yola çıkarsak- yan mahallede farklı bir yaşama gözlerini açan ile senin arandaki fark nedir, hiç düşündün mü?

Mesela onun ne bağımlılığı var ve senin neye karşı tahammülsüzlüğün var?

Birbirinize karşı bir pozisyon almak sizler için bir bağımlılık, hatta sizi belirleyen toplumsal kimliğinizin birer parçası mı?

Bağımlılığım yok demeyiniz lütfen! Hatta o kadar ileriye gidebilirim ki, sizin bağımlılık olarak tanımladığınız, masaya getireceğiniz her şeye benim de bir şekilde bağımlı olduğuma eminim!

“Nasıl olur!” demeyiniz.

Dünyanın en bağımlılık bağımlısı kişisi olmamdan kaynaklanmıyor bu; sadece kendimi, zayıflıkları ile tanıyan veya tanımaya çalışan sizlerden birisiyim. Sosyal kimliğimin ötesinde, içimdeki “Ben”i tanımlayan belirteçlerin/ sıfatların bile, aslında o bağımlılıklarımın eseri olduğunu, hayat savaşımda çok sonraları karşısında kendimi tarttığım psikolog arkadaşım sayesinde anladım! Zamana karşı yarışımıza birazcık ara verdiğimiz an ortaya çıkacak aslında da çoğumuz izin vermiyoruz o bağımlılıklarımızın neler olduğunu anlamaya.

Belki korkuyoruz, belki de şimdi zamanı değil, daha ileride uygun olunca deyip kaçıyoruz kendilerinden. Oysaki durup düşünmeden, kendine dışardan bakma şansı edinemeden de kendimizi bulamayacağımız gün gibi ortada…

Kimimiz kimliğimizi, her birini bir bir okuyarak oluşturduğumuz kütüphanemizin büyüklüğü üzerine kurarız; kimimiz ise geceler boyunca dirsek çürüterek edindiğimiz mesleğimiz ile… Kurduğumuz ailenin büyüklüğü, yetiştirdiğimiz çocuklarımızın başarısı, sahip olduğumuz mal/ mülkün miktarı, her gün içtiğimiz kahve fincanın sayısı veya tadımlayarak kalitesine karar verebildiğimiz şarabın markası… Üstümüze eğreti durmayan takım elbise de, üstünden kalkamadığımız ergonomik koltuklarımız da, sevgimizdeki aşırılık veya nefretimizin yöneldiği kesimin kimliği de bağımlılıklarımızın olmazsa olmazıdır…

Ait olduğumuz, aidiyet duygusu ile sıkı sıkıya bağlandığımız sosyal sınıfımız da meslek örgütümüz de, bizi var eden ailemizin ismi de, doğum büyüdüğümüz topraklar, yetiştiğimiz semtler, uğruna ölebileceğimizi iddia ettiğimiz takımlarımız ve liderlerimiz!

İnancımızı bizimle birlikte paylaşan zümrenin büyüklüğü, dünyaca tanınan figürlerin inancımızı tercih etmesi, ritüellerimizin uzayın bir boşluğunda veya doğa olaylarının bir parçasında kendisini görünür kılması göğsümüzü neden kabartır acaba?

Bunların hepsi farkına bile varmadığımız bağımlılıklarımızdır! Her sözünüz ile kimlere kimlere mesaj vermeye çalışıyoruz mesela…

“Kendine gel!” serzenişindeki kendine gelmekten bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın lütfen. Tam tersine, o kastedilen kişiye dönüşmeden kalan, içinizdeki “Siz”den bahsediyorum.

Toplu olmadığı sürece dini görevlerini yerine getiremeyeceklerden bahsediyorum belki. Bir araya gelmeyince, yaptığı ibadetleri paylaşmadıkça ondan zevk almayacaklardan belki de… Hani herkes eleştiriyor ya, politikacılar yaptıkları yardımları açıktan paylaşınca. Acaba hepimiz günlük yaşamımızın bir yerinde, çevremizdekilerin onayına ihtiyaç duymuyor muyuz?

O kadar mı doğallaştı da çoğumuz bu günlük ritüellerimizin zaten hayatlarımızın vazgeçilmez bir parçası olduğunun farkında bile değiliz?

“Bil ki, güneşe bakmaya cesareti olmayan, gölgede kalmaya, gölgeyi ışık sanmaya mahkûmdur!”

Hayatlarımızın, rutinlerimizin konforundan çıkmadan; bizleri var eden kimliklerimizin temellerini tekrar tekrar gözden geçirmeden; seçimlerimizin ne kadarından gerçekten de “Ben” rol oynuyorum, girdiğim yolların ne kadarında insiyatif benim elimde diye sormadan olmaz!

Bilinçaltlarımıza işlenen kültürel kodlar yüzeye çıkıp da, “Her Ben dediğinde şişmiş egona bir tas çorba daha veriyorsun!” diyen sese de, sen bir süreliğine kenara çekil diyebilmek gerekir. Varlığımı, içinde yaşadığım topluma adamadan da ayakta kalabilecek bir “Ben”, sadece bana değil, içinde nefes aldığım bu topraklara da yarar sağlayacaktır. İçimdeki “Ben”i öldürdükçe içten bir “Ben” değil, “O veya Sen”den bir kopya çıkıyor. Kopya yaşamlarda, sıradan, başkasına ait, hayalleri budanmış veya tek bir noktaya odaklanmış insanlar/ insancıklar çıkıyor!

Yüksek sesle değil, kısık sesle başlayın yolculuğunuza!

Kısık sesle dile getirin bağımlılıklarınızı bir bir… Kabul etmekten geçermiş her bağımlılığın tedavisine açılan kapı! Bağımlılıklarını sıraladıkça, hayatlarındaki dönüm noktalarını yeniden gözden geçirdikten sonra karar ver kim olduğuna. Unutma ki, o hayatımıza yön veren her bağımlılığın, farkında olmadığımız bir uzantısı da vardır içimizde.

Ya çocukluğumuzun unutulmaz bir anısına ya kaybettiğimiz bir yakınımızın dokunuşuna, ya da elini bırakmak istemediğimiz, sıkıştıkça sığındığımız limanda bizi bekleyen bir dosta götürür bağımlılıklarımız…

Duygusal boşluklar yani…

Sizi hayat mücadelesinde güçlü kılan her bağımlılığınız, kutsaldır!

Yoksa sizi siz olmaktan çıkartıp da toplumun, devletin, üstün erkin, adına ne derseniz deyin bir şeylerin istediği insan, vatandaş, takım memuru veya büyük ulvi ve kutsal bir oluşumun parçası yapmak isteyen değildir kutsal olan!

Ramazan ayında, gözlerinizden etrafa saçılan sevgi dalgalarının artması; kurumuş, çatlamak üzere olan dudaklarınızdan tatlı sözcüklerin yayılması; ellerinizin bir çocuğun başını okşarcasına hep merhamet ile etrafta dolanması; ayaklarınızın dışarıda bir başına açlıktan, susuzluktan ölmek üzere olan hayvanlara yardım için hareketlenmesi dileğiyle…

Ramazan ayını, dinin kutsalı olarak karşılayana da topraklarımızın kültürü olarak bilene de selamlar efendim…

Önceki İçerikKendini bilmek
Sonraki İçerikİslam’da Din Anlayışı
Doğum yeri olan Kuzey Ren Vestfalya’ya (Almanya) doktora sonrası araştırmacı olarak geri döndüğü zaman, Essen Uni Klinik’te yaptığı deneysel çalışmaların hayatının dönüm noktası olacağını bilmiyordu. Eğitim hayatına Ankara’da başlayan ve her zaman bir parçası olmaktan onur duyduğu Hacettepe Tıp Fakültesi’nde devam eden Dr. Altınbaş’ın önüne serilmiş yeni bir dünya vardı artık. İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji uzmanı bir kliniysen hekim olarak, Başkentin en yoğun akademik ortamlarında çalışma fırsatı bulan ve yaptığı klinik araştırmalar ile Doçent Doktor ünvanı elde eden Dr. Altınbaş’ın son durağı Harvard Üniversitesi olmuştur. ABD Boston’da geçirdiği iki yılın sonunda, artık yaşayacağı son durağı belirlemiştir. Yeni çalışma ortamı, Yale Üniversitesi’dir. Bilimsel olarak odaklandığı karaciğer hastalıkları oluşum mekanizmaları dışında, yaklaşık 10 yıl boyunca bir Amerikan şirketinde “Gerçek Dünya Verileri” alanında Medikal Danışman/ Direktör olarak görev almıştır (STATinMed Inc.). Ulusal ve uluslararası kongrelerde onlarca sunum yapmış, ülkemizde çalıştığı kurumlarda tıp öğrencisi, iç hastalıkları asistanı ve gastroenteroloji yan dal asistanı eğitimlerinde aktif rol almıştır. İlk yazılarının (Almanca şiir dahil) yayınlandığı, üretmenin zevkini ilk olarak tattığı dergi, Dr. Altınbaş’ın “Şu kısa yaşantımda özlemle andığım ve gençlik yıllarımın geçtiği, olgunlaştığım yer!” dediği, Büyük Kolej okul dergisidir. Üniversite yıllarında başkanlığını da yaptığı Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırmalar Topluluğu (HUTBAT) ve kurucular kurulunda yer aldığı Türkçe Topluluğu bünyesinde çıkartılan dergilerde editörlük ve yazarlık yapmıştır. İngilizce ve Türkçe dilinde basılmış 10 adet tıp kitabında bölüm yazarlığı olan Dr. Altınbaş’ın, uluslararası arenada yer alan saygın hakemli dergilerde 100’e yakın bilimsel yazısı yayınlanmıştır. Ulusal ve Uluslararası 20’ye yakın tıp/ bilim dergisinde hakem olarak görev alan Dr. Altınbaş, Kasım 2020’den itibaren Ocak Medya’da medikal ve para-medikal yazılar yazmaktadır. Evli ve iki çocuk babası olan Dr. Akif Altınbaş, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz