Bayram gelmiş neyime

2
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Aslında ne kadar dışa dönük biri gibi gözüksem de ben domestik bir kadınım. Evde olmayı okuyup, yazmayı, yalnız kalmayı severim. Ama bu pandemi işi abarttıkça abarttı. İşte bu zamanlarda krizi fırsata çevirip evrenle aramda müthiş bir sorgulamaya giriştim.

Giriştim girişmesine ama ben huzura ermek için savaş verirken kimseye fırsat tanımadan çocukluktan taşıdığım suçluluk duygularım gelip böğrüme kuruldu. İçimdeki kötü ses soldan soldan yaklaşıp sufle veriyor : ‘’İnsanoğlu şimdiye kadar doğaya, insana, hayvana hoyratça davranışının bedelini ödüyor. Kâinata vermiş olduğu zararın bir biçimde gazabına uğruyor.’’  Diyordu. Ancak mantık silsileme takılan beynimi kemiren bu negatif duygulardan öğrendiğim psikolojik telkinlerle kısa sürede kurtulmasını başardım.

Ardından hep başkalarını düşündüğüm için önce sevdiklerime, sonra kendi canıma bir şey olacak diye gelen kaygılar, korkular ile baş etmek zorunda kaldım. Ne tuhaf ki bu duyguda da bana tanıdık geliyordu. Çünkü ben beş yaşındayken annem tam on yıl boyunca hasta bir şekilde yaşamını sürdürmüştü. Dolayısıyla yarın belirsiz bir güne uyanmak ne demek daha o tarihte tanışmış ve bununla nasıl yaşanılır daha o yaşta öğrenmiştim. Hayat seçimlerden ibaretti ve ben kaygılarımdan sıyrılıp elimdeki pozitif şeylere odaklanacaktım. Kendi kendime : ‘’Kızım, oturup evde ölümü mü bekleyeceksin. Yoksa, yüzünü güneşe mi döneceksin? Hemen enerji alanını yüksek bir frekansa al ve silkelen.’’ Dedim.

Çünkü ben tam on yıl annem hasta yatağında yatarken bile mevsimine göre reçeller pişirmekten vazgeçmeyen, her gün üç çeşit yemek yapıp kolay demoralize olmayan Veli Bey’in kızıydım. Babam başında bin bir türlü hayat gailesi varken bile ajanstaki tek bir haberi bile kaçırmayan, hayata isyan değil şükürle, sebatla yaklaşan, başımıza ne gelirse gelsin fazla önemsememenin gerektiğini düstur edinmiş bir insandır. O, sert mizacının ardında kuşu evde yalnız diye başkasında yatıya bile kalmayan pamuk bir kalp taşımayı başarır. Parasının yokluğundan değil ama eskimedi diye üç pantolonla senelerini geçirebilecek kadar tok gözlü bir antikapitalisttir. Yoğurt kabını bile atmayıp içine domates, biber, soğan, sakız sardunya eken dokunduğu her yana bereket saçan bir tutumluluk timsalidir. Ben daha el kadarken babamı gözlemlemiş ve ondan krizli zamanların nasıl alt edileceğini öğrenmiştim. Şimdi mi üstesinden gelemeyeceğim.

Böylece devam eden günlerde sabah erkenden kalktım. Gündemi takip ettim. Müzik dinledim, sonradan motivasyonum düşse de spor yapmaya gayret ettim. Dans ettim. Her zaman mis gibi duşlarımı alıp, saçlarımı kendim boyadım, manikürümü kendim yaptım. Deli kızın türküsünü söyleyip eşofman giysem de dudağıma kırmızı Dior rujumu sürüp, kulaklarıma koca koca küpeler taktım. Bunaldım, çiçek ektim. Ev içinde ne zamandır savsakladığım beni bekleyen düzenlemeleri yaptım. İnternetten tiyatro izledim. Sanal olarak müze gezdim. Kaç sezon dizi film izledim.

 Pandemi devam ederken çok şükür bahar geldi. Kuşlar salgını takmadan cıvıldadı, güneş hep aynı düzeninde doğup battı, ağaçlar çiçeğe durdu. Yağmurlar yağdı, rüzgar camlarımı zangırdatırcasına esti.

Ama benim iç muhasebem bitecek gibi görünmüyor. Kafamda dönüp duran o anlamsız sorular. Nereden geliyor, nereye gidiyorsun? Bugüne kadar kafana taktığın şeylerin şimdi bir hükmü kaldı mı? Hayatıma aldığım insanlar benim için ne anlam taşıyor?

 Artık bir tas çorba, başımızı sokacak bir ev ve bir kat kıyafetle yaşayabilecek kadar küçültmüştük hayattan beklentimizi. Yarına sağ çıkalım yeterdi. Ha! Ancak internet candır, okey. Ve hâlâ telekomünikasyon olmadan yaşayabileceğime inanmıyorum.  Dünyayla bağımın kopma ihtimâline karşı telefonumun şarjının bile bitmesine tahammülüm yok. Durun canım o kadar da değil yani, guru filan olmadım daha.

Ben kendi iç dünyamda kendimi tepeden tırnağa check edip, doğaya bıraktığım karbon ayak izimi bile sorgularken, lavaboya dökülen yağların çevreye verdiği zararları hesaplarken dış dünyada birçok şey rutin bir biçimde devam ediyor.

Sosyal medyada bazı sanatçılara yapılan yorumları okumak gibi kötü bir huyum vardır. Aylarca dört duvar arasında hapis kalıp sevdiklerimize sarılamayan biz değilmişiz gibi bazı insanlar umarsızca tanımadığı kişilere bile nefret kusabiliyor. İç dünyasındaki tüm çöpü boşaltabiliyor.

Ekonomik kriz almış başını gidiyor. Siyasiler yine icraat yerine daha çok lâf salatası yapıyor. Halkın cep delik cepken delik, sanki sorumlusu benmişim gibi memleketin haline içim burkuluyor; kıvranıyorum, ancak bazıları pişkin pişkin açıklamalarına devam ediyor.

Kötü insanlar her yeni gün bir hayvana eziyet edip, öldürüyor. Dünya eve kapanmışken caniler kadınların canını almaya devam ediyor.

Anlayacağınız şu ışık herkesin üzerine eşit düşmüyor azizim.

Pandemi süresinde kişilik özelliklerimden biri olan merhamet sanki daha bir su yüzüne çıktı. Uzayı, taşı, toprağı, gökyüzünü, suyu, denizleri, ağacı, rüzgârı, yaprağı, hayvanı, ovayı, kumsalı, çölü sevmek istiyorum. Düşünüyorum. Artık kinden, nefretten, kötülükten uzak bir dünya kursak. Çatışmalardan sıyrılıp, özgürce kendimizi ifade edebileceğimiz ilişkiler yaşasak.

Güya bu yazı bir bayram yazısı olacaktı. Olamıyor, sevgili dostlarım olamıyor. 

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarı 2 bin 406 lira iken, 2020 yılı için 2 bin 300 lira asgari ücret alan bir kişinin yaşadığı bir ülkede ben mutlu olamıyorum. Benim tuzum kuru bana ne diyemiyorum. O baba ev kirasını ödeyemezken, evlâdına yarım kilo et alamazken ben bayram mayram kutlayamıyorum.

Sanki demokrasi ile yönetilen bir ülke değiliz de bir kişinin iki dudağından çıkan sözcüklerle akıbetimiz belirleniyor gibi en küçük bir tepe atmada sürekli şunu bunu yasaklamakla gözümüz korkutulurken,

Halk her fırsatta hak, hukuk, adalet diye inim inim inlerken,

Kadınların, hayvanların her yeni gün katliama uğradığı ve buna devam edilirken bir türlü caydırıcı yasalar çıkmamışken, üstüne üstlük imzalanmış sözleşmelerden de çıkılmak isteniyor,

Muhalif gazetecilerin seslerinin tek tek kısıldığı,

Hükumet yanlısı olmadıkları için sanatçıların sanatlarını icra edecekleri bir sahne bulamayıp, işsiz kalmaktan korktuğu,

Gençlerin gelecek yarınlardan korkarak yaşadığı,

Ölümcül iş kazalarında her yıl binlerce çalışanın öldüğü, sağlıksız ortamlarda çalıştırılan işçilerin ve sendikaya üye oldukları için tazminatsız, eften püften bahanelerle kapı önüne konulduğu,

Toplumsal ayrışmanın yaşandığı ve birbirinin acısına karşı aşırı duyarsız davranılan,

Yaklaşık 4 milyon kişinin ekonomik darboğazda olup işsizlikten kırıldığı,

Çocuk yaşta kız çocuklarının bir mal gibi satılıp evlendirildiği gerçeği dururken,

Şu an Türkiye’deki geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli sayısı 3 milyon 600 bin kişiyi bulmuşken,

Çiftçilik ve tarım sektörü can çekişirken,

Kraldan çok kralcılar ortalığı sarmış hiç kimseye geçit vermiyorken,

Havuz medyası almış sazı eline monoton ve tek sesli besteler çalarken,

Kayıp çocuklarını arayan bağrı yanık anaların sessiz çığlıklarını sadece vicdanı olan insanlar işitirken,

Suçlu olduğu ispat edilmeyen sayısız insan hapislerde adalet bekleyerek çürüyorken kimse kusura bakmasın ama bayram kutlamak bize haramdır, haram…

Aysun Saygı Köknar

2 YORUMLAR

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz