Beni siz delirttiniz!

1
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Artık hepimiz her şey olmadan yaşayabilir; hiçbir şeyin hayalini kurmadan upuzun vakitler geçirebiliriz. Sürekli vaktim yok yalanlarından, “Ay şekerim en kısa zamanda buluşalım” geyiklerinden sıyrılabilirsiniz. Sallandık, titredik. İster kabul edin ister etmeyin çok pis eşitlendik…

Yukarıdaki satırları pandeminin başladığı ilk günlerde yazmıştım. Üzerinden yaklaşık olarak iki yıl geçmiş olmasına rağmen bakıyorum da durumlar aynı tas aynı hamam.

Hani başımıza gelen bu bela bizim miladımızı olacaktı, aydınlanacak, titreyip kendimize gelecektik. Sevdiğimizi söylemeyi ertelemeyecek, bugünün işini yarına bırakmadan anı yaşayacak, sevdiklerimizden hiçbir güzelliği esirgemeyecektik.

Artık ayaklarımızı o daracık stilettolara sokmayacak, ipek çorapları rafa kaldırıp rahat eşofmanlarla takılacak, tırnaklarımızı Rihanna stili törpülemeye gerek duymadan kısacık kesecek, maskeler altında gizlenen yüzümüzü boya küpüne döndürmeden rahat ve özgür takılacaktık.

Güya yaşadığımız hastalık kaybettiğimiz tüm insani duygularımızın yeniden canlanmasına neden olacaktı. Hoşgörü, yüce gönüllülük ve samimiyetle birbirimizi koşulsuz kucaklayacaktık.

Kendi canımıza, sevdiklerimize bir şey olacağına dair boğazımızı sıkan o çaresizlik hissi içimize dönüp kendimize, yakınımızdakilere daha derinden bakmamıza, değer vermemize, hissettirmemize neden olacaktı. Onlara daha çok vakit ayıracaktık ya hani.

Üzerimize inen sisin içinden geçerken içgüdülerimizle hareket edip; bu bilinmezlik bitene kadar düşe kalka da olsa yol almaya devam edip yolun sonunda el ele güneşe gülümseyecek, yıldızlara selam çakacaktık.

Elimizdekilerin kıymetini anlayacak, sahip olduğumuz her şeyi ve herkesi hak ettikleri sevgi, şefkat ve merhamet duygusuyla sarıp sarmalayacaktık.

Özgür, cesur, açık sözlü olacak; doğala dönüş yapacak, bireysellikten kurtulup birbirimize en içten duygularla enerji fışfışlarken bütünün hayrına çalışacaktık değil mi?

Burada içimden çocukken acayip bir şey olduğunda gülümsemenin bile fazla kaçtığı zamanlarda olduğu gibi,

Güleyim bari! demek geldi.

Ayrıca artık hiçbir şey eskisi kadar komik de gelmiyor bu da başka bir trajedi.

Cem Yılmaz’ın yeni yılın ilk günleri yayınlanan yeni stand up gösterisi komik mi değil mi diye çok konuşuldu ya hani. Tabii ki gülemeyeceksiniz. Çünkü tadımız kaçtı bir kere.

İçimizi mor leylaklar, kırmızı güller, mis kokulu sarı sümbüller, eflâtun lavanta dallarıyla bezedik, kadife kanatlı gelinciklerle süsledik de üzerimizden geçen hayat bizi mahvetti be abi.

Uzun lafın kısası hayat zaten zorken şimdi de faturalarımız bir güzel şişti. Ekonomimiz çifte kavrulmuş kıvamda pişti, siyasetimiz resmen gümledi. Markete çıkan teyzeler fiyatları görünce ağlamamak için kendini zor tutar hale geldi. İnsanlar artık bir çıkış yolu bulamayarak, kendi canına kast edecek kıvama gelmişken bir de üstüne üstlük sürekli bize dayattıkları bu gündem yok mu gündem hepimizi hasta ediyor.

Çalgılar bizim için çalarken kanatlarımız uçuşa uçuşa depresyonla vals yapmaktan bitap düştük vallahi.

Dert bir değil ki, hangisine yanayım. Üzül üzül bitmiyor canına yandığım.

Öyle bir zamandan geçiyoruz ki gencecik çocukların zamansız biçimde avucumuzdan kayıp gidişi ya da İzmir’li trans birey Günay Ö’nün evinin önünde bıçaklanarak hunharca katledilişi bile yaşadığımız bazı abuk sabuk şeyler kadar kafamızı meşgul edemiyor. Gerçek sevenlerinin yürek burkan, içli ağlayışları eşliğinde sessiz sedasız gömüyoruz onları. Ölen öldüğüyle kalırken tek dişi kalmış canavar feleğin çarkı, tüm hızıyla dönmeye devam ediyor.  

Yok, Gülşen’in sahnede giydiği kıyafetlerin transparanlığına kafayı takanlar, yok günler boyu Sezen Aksu’nun beş yıl önce yazdığı bir şarkı üzerinden din tüccarlığı yapanlar, yok İzzet Yıldızhan’ın kendi keline sürecek ilacı yokken kadınlara verdiği pek muhkem akıllar. Ne dilersen var! Aman Fırat Danış, gereksiz incinişlerinle bir sen kusur kalmayaydın bu armonide, onu da koy sepete.

Ekrem İmamoğlu’nun havada uçuşan özür sözcükleriyle tiyatrocuların ruhu okşanırken, kapanışı Demet Akalın’ın hayat pahalılığına isyanı ile yapmak düştü bizlere.

O kadar yıldım ki bu çiğlikten, sığlıktan, vasatlık ve yobazlıktan ne söylesem az.

Ne sosyal medyaya bakmak, ne haber okumak gelmiyor içimden.

Vallahi pılıyı pırtıyı toplayıp bu diyardan kaçıp, gidesim; Taksim’e çıkıp “Yeter ulan! Yeter!“ diye yakamı paçamı yırtıp, avazım çıktığı kadar bağırasım geliyor.

Herkesi bir kalıba sokmaya çalışan basmakalıp düşünce tarzlarınızdan, hiçbir yanı gerçek olmayan plastik duygu kasmalarınızdan, yersiz yere ona buna çemkirmelerinizden, mütemadiyen süren yalanlarınızdan, dolanlarınızdan, iftiralarınızdan, iteleyip, çekiştirmelerinizden, hırpalamalarınızdan, sistematik olarak maruz bırakıldığımız mobbinglerinizden sıdkımız sıyrıldı adeta.

İki güzel şey olduğunda hemen ona bile kulp takmaya çalışan tersine işleyen zihin yapınızı, iyi niyeti sömürmeye çalışırken kafanızı en olmadık yerde emme basma tulumba gibi sallamalarınızı hepsini, hepsini alıp gidebilir misiniz lütfen!

Tutunmaya çalıştığımız her güzelliğin içi bile isteye maharetle boşaltıldı, boşaltılmaya çalışılıyor yetmiyor; leziz bir pastayı dilimler gibi üzerimizdeki süslerimizi ayıklayıp, bizi parça parça bölmeye devam ediyorlar.

Biz ne ara bu hale geldik?

Sanki karanlık bir el perde arkasında hepimizi topyekûn depresyona sokmak için hiç durmadan kafa patlatıyor ve yürürlüğe sokuyor.

Tepemiz atıp çıldırınca da “Aaa size ne oldu böyle?” diye alık alık yüzümüze bakıp, cevabını bildiği sorulara verilecek anlamsız yanıtlar arıyorlar.

Çok merak ediyorum. Ne olmalı, nasıl olacak? Ne yapıp da çıkacağız bu kısır döngü ve içine düştüğümüz karanlığın göbeğinden?

Sözüm meclisten dışarı diyor, zülfü yâre dokunduysam af diliyor ve yazımı Cem Karaca’dan taşı gediğine oturtacak bir parça ile taçlandırıyorum.

1 Yorum

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz