- Kabinedeki 17 bakanın 9’u kadın.. - 30 Mart 2022
- Tarihe geçti.. - 30 Mart 2022
- Virüs patojenlerinin küresel takibi için 10 yıllık plan.. - 30 Mart 2022
HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Şanlıurfa’da STK temsilcileri ve basın mensuplarıyla bir araya geldi. “Bugün savaştan, şiddetten başka bir şey dile getirmeyen bir iktidar zulmüyle karşı karşıyayız.” diyen Temelli, şunları söyledi:
“Bu halklara yönelik, insanlığa, inançlara yönelik bir zulümdür. Bu topraklar peygamberler toprağıdır. Peygamberlerin yol göstericiliği barıştır. Peygamberlerin yol göstericiliği aslında insanlığın kurtuluşuna dairdir. Böyle bir tarihin üzerinde konuşurken bu tarihten etkilenmemek mümkün değil. Ama Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, Orta Doğu’da nereye giderseniz gidin bu tarihle yüzleşirsiniz. Bu tarihi yok sayanlar, bu toprakların kadim halklarına savaşı dayatanlar aslında geleceği yok etme peşindedirler. Biz geleceği kurtarmak için buradayız. Ortak mücadelemizle, bir arada yaşama irademizle, ortak vatanımızda demokratik cumhuriyeti var etmek için mücadele ediyoruz. Özellikle son dönemde Urfa üzerinde yoğunlaşan şiddet ve baskı bu iktidarı ve son 4 yıllık icraatlarını teşhir etmektedir.
Bu ülkede barış isteyenler cezaevine konuluyor tıpkı barış akademisyenleri gibi. Anayasa Mahkemesi (AYM) geç de olsa önemli bir karar aldı. İfade özgürlüğü açısından Türkiye’nin uzun süredir özlemini duyduğu şekilde bir karardır. Bu karara sahip çıkmak yerine neredeyse bu karardan dolayı AYM hedefe konuluyor. Keşke oy birliği ile alınsaydı oy çokluğuyla değil. Ama AYM’ye karşı yürütülen bu ithamlar bu ülkede barışı, demokrasiyi dinamitlemektedir. Bugün, bir grup üniversiteli AYM’nin bu kararına açıkça karşı çıkarak AYM’yi hedef göstererek bir taraftan da toplumu kutuplaştırıyor, ayrıştırıyor. Barış istemek dünyanın hiçbir yerinde suç olamaz.
Devleti savunuyoruz diyorlar. Devlet nedir? Devlet kimdir? Devlet, halkın hizmetinde olan, demokrasiye duyarlı olmak zorunda olan kurumlar bütünlüğüdür. Evet bu kurumları korumak önemlidir ama bu kurumları korumak demek bunları bir ceberrut hale getirip toplumun üzerinde bir baskı unsuru haline getirmek değildir. Halkın hizmetinde olmasını sağlamak demektir. Aydınlara, akademisyenlere düşen devleti savunmak değil, toplumu savunmaktır. O toplumun ihtiyaçlarına uygun bir devleti var etmek için çabalamaktır. Bu duygulardan yoksun olduğunuzda, sabah akşam ben devleti savunuyorum dediğinizde, bu devlet kimdir diye sorarlar.
Karadeniz’de, Ege’de, Urfa’da ve Hakkari’de sorarlar. Yoksullar sorar, işçiler sorar, Kürtler sorar, Aleviler sorar. Bu ülkenin tüm mağdurları sorar, devlet kimdir diye? Benim en çok ihtiyaç duyduğum konularda yok olan; eğitim hakkımı, sağlık hakkımı, yaşam hakkımı, anadilde eğitim hakkımı yok sayan devlet nerede diye sorar. Bu devlet müteahhitlerin devleti midir? Bu devlet sadece silah tüccarlarının devleti midir ki bütün bu şiddet bize reva görülüyor. Bu devlet halkın, halkların devleti olmalıdır. Bu devlet, kadınların, işçilerin, emekçilerin devleti olmalıdır, bu devlet bu ülkede yaşayan 72 milletin devleti olmalıdır. Olamıyorsa, ona devlet denmez. O yüzden de demokrasi ve barış mücadelemiz önemlidir. Bu mücadeleye herkesi çağırıyoruz.
Kürt sorununu çözmeden hiçbir sorunu çözemeyiz
Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunudur, bakın bu Kürt sorunu çözmeden çok uzun yıllardır dile getiriyoruz hatta bizden önceki kuşaklar dile getirmiş. Yüzyıllık belki çok daha eskiden gelen bir soruna işaret ediyoruz. Bu sorunu çözmeden diğer sorunları çözme olanağınız yok. Çünkü bu ceberut devlet bu sorundan beslenerek kendini var ediyor. Bu iktidar bu sorundan beslenerek kendini var ediyor ve bu sorun çözülmesin istiyor. O yüzden de Kürde düşmanlık bu aklın vazgeçemeyeceği bir siyaset olmuş. Bu siyaset değil bu siyasetsizlik, bu savaş ve düşmanlık politikasıdır. Oysa biz hukuk devleti insan haklarından taviz vermez bir anlayışın hakim kılınmasını istiyoruz, biz kuvvetler ayrımı istiyoruz. Biz tüm hakların eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşamasını istiyoruz.
Biz demokrasi istiyoruz yerel ve mutlak demokrasi istiyoruz. Söz yetki kararın halkta olduğu karar süreçlerinde bir araya geldiğimiz bir yaşam istiyoruz, yeni bir yaşam istiyoruz, bunu var etmek için bir aradayız. Bunun yolunu açacak ilk adım anayasa olmalıdır. Artık Türkiye halkları, Türkiye toplumu, emekçiler, kadınlar ve gençler anayasasını yapmalıdır. Kendi anayasasını yapmalıdır. Cuntanın yaptığı anayasada 40 yıldır kıvranan bir ülkeyiz. Evet 12 Eylül cuntasının sipariş anayasası ile hala yaşamak zorundayız. Buna defalarca yama yapıldı. Her yama ile işler daha kötüye gitti. Bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen otoriter bir anlayışın altında yaşamak zorundayız. Bu sistemin bu ülkeye uygun olmadığını dile getirdiğimizde bize karşı çıkanlar bugün sistemin MR’nı çekmeliyiz diyorlar. Bugün sistemi rehabilite etmeliyiz diyorlar. Demek ki bir hastalık var demek ki orada bir ur büyüyor bu urdan kurtulmamız lazım.
Ülkeyi demokratikleştirmenin birinci adımı da demokratik bir anayasa yapma iradesini açığa çıkarmak bu irade de buluşmak bunun için yola çıkmak yol kat etmemiz gerekiyor. İşte 3’üncü yol dediğimiz budur. Bu yola davet diyoruz biz, kutuplaşmış siyasete bir itirazımız var. İki kutup arasındaki gerilime sürüklenmiş bir ülkenin kaderi bu olamaz. O yüzden 3’üncü yol yani yeni bir seçenekte demokratik bir cumhuriyet seçeneğinde, demokratik ulus anlayışımızla radikal demokrasi anlayışımızla, çağrımızı yapıyoruz. Gelin anayasamızı yapalım, anayasa toplumsal mutabakat ve toplumsal sözleşmedir. Bunun içinde kendini var edemeyen, kendini göremeyen ve dışlananlar anayasasını istiyor. Mağdurlar kendi anayasasını yapmak istiyor. Şimdi bunu başarabiliriz. Her şeyi yerli yerine oturtabiliriz. Bu ülkede yangını söndürebiliriz, barışı bu sayede inşa edebiliriz.
Meclis’e de çağrı yapıyoruz, tatildeyiz. Biz tatildeyiz ama masum suçsuz insanlar hala cezaevindeler, oysa tatile girmeden, yol temizliği dediğimiz bu yargının talimatlarla hareket edip de masum insanları cezaevine koyduğu durumdan kurtulabilirdik. Bakın bir çok arkadaşımız başta geçmiş dönem eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız bugün cezaevinde. 5 bin HDP’li cezaevinde. Tek bir suçları yok. Bulamazsınız. Tek bir delil yok, talimatla hepsi cezaevinde. Bir an önce özgür kalmalarını istiyoruz.
Biz bunları talep ederken halen İçişleri Bakanlığı’nın, valilerin, kaymakamların talimatlarıyla, savcılar çalışanlarımızı, arkadaşlarımız gözaltına alınmaya devam ediyorlar. Suç bulmak için 10 yıl 20 yıl geriye gidiyorlar. Suç yok. Uydurulmuş suçlar var. Bu uydurulmuş suçları kabul etmiyoruz. Tüm arkadaşlarımızın, tüm barış akademisyenlerin, tüm cezaevindeki gazetecilerin, ifade özgürlüğünü yok sayan anlayış ile içeride tutulan tüm insanların bir an önce özgür kalmasını istiyoruz. Buradan başlayabiliriz.
Toplumsal barış için bu adımı hep bir an önce atabiliriz. Bunun için Ekim ayını beklemeye de yok. Gelin, Meclis’i bir haftalığına toplayalım, bu yasaları bir an önce çıkaralım, demokrasinin, toplumun üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı haline gelmiş bu TMK’dan bu ülkeyi kurtaralım ve özgürlük adına atılacak bu adımla Türkiye’nin önünü açmak için büyük bir çabayı hayata geçirelim. Çağrım bu yöndedir, barış ve demokrasi adına atılacak her adım kıymetlidir, önemlidir. Biz bu anlamda 3. yolda yürümeye devam edeceğiz. Tüm Türkiye halklarını emekçileri, kadınları davet ediyoruz.
Eğer Suriye sorununun çözümünü istiyorsak tüm hakların sorunlarına eşitlikçi bir şekilde sahip çıkmalıyız. Suriyeli mülteciler bugün buradaysa Suriyeli mülteciler bugün bu denli mağdursa bunun müsebbibi Suriye’de savaş politikalarını hayata geçirenlerdir. Savaşa karşı çıkmak barışı savunmak aslında bütün sorunların çözümü için en önemli anahtardır, kilit role sahip olan unsurdur.”












