Cumhuriyetimizin 100. yılını bir Nobel ile daha şenlendirebilir miyiz?

0

Biraz dedikodu yapalım istedim bu hafta. 29 Ekim haftasına yetiştirmeyi umduğum bu yazıyı ancak kağıda dökebiliyorum. Ama en azından, hayatını bizlerin geleceği için adayan bir büyük insanın, liderin, Atatürk’ün ölüm yıldönümüne yakınız. Dünya tarihinde Türklerin özgürce varoluşunda emeği geçen ender liderlerden birisi olan Atatürk’ü anarken, kısır politik tartışmalar yerine, umut vaat eden konuları konuşmati tercih ettim. Elbette ki umudu, hayali konuşurken de ayaklarımız yere basacak, saplantılı ve kuru ideolojik hülyalara dalmayacağız(m). Yanlış anlaşılmasın; hayal kurmanın ne kadar sağlıklı olduğunu çok iyi biliyorum. O hayallerinizin peşinden koştuğunuz, her türlü zorluğa göğüs gerdiğiniz sürece doğru yoldasınızdır, yoldayızdır efendim. Hadi, başlayalım dedikodumuza…

Bu sene Nobel ödülleri açıklanınca, özellikle Tıp alanında, herkes şaşkınlığa uğradı. “Nasıl olur da iki Türk bilim insanımızın adı, o ödülleri alanların arasında yer almadı!” diye veryansın ettik. Sadece biz değil. Dünya medyasına göz atacak olursanız, çeşitli ülkelerden benzer tepkiler geldiğini göreceksiniz. Hatta ünlü Politiko dergisi, Sayın Özlem Türeci’yi kapak yaparak, sadece tıp değil, Nobel Barış Ödülü, hatta Nobel Ekonomi ödülü de verilmelidir gibisinden çıtayı oldukça yükseltti. Öyle ya, Obama’nın daha hiçbir icraatını yerine getirmeden, sadece seçilmesinin bile dünya genelinde umutların yeşermesine sebep olduğu için Barış ödülüne layık görülmüştü. O halde, mRNA aşılarının mucitlerine Barış ödülü verilemez miydi? Dünya insanlık tarihine bu çapta katkıda bulunmuş başka bir insanoğlu geldi mi, bilemiyorum doğrusu. Hatta bilim insanlarının değişime olan mesafesi, özellikle karar alıcı konumundakilerin statükodan yana tavır almaları da göz önüne alınacak olursa, sanırım Tıp alanında ödül almasından daha kolay Barış ödülü almaları. Peki ya Ekonomi alanı? Teorik eknomik modellemelerden ziyade, çöküşe doğru hızla yol alan Dünya Ekonomisini ipten aldılar diyebiliriz!

Neden Nobel Tıp ödülü bu sene mRNA aşılarına gitmedi sorusu ile başlayıp, adım adım ilerleyelim isterseniz. Elbette ki, Nobel ödüllerine aday seçim süreci hemen ileri sürülüyor. Adaylar bir sene öncesinden belirleniyor. Belirleniyor derken, daha önce ödül almışlardan ve bilim camiasında dünya çapında sözü geçen isimlerden aday belirlemeleri isteniyor. Kendilerine oy veremeyen bu yaklaşık 2000 kişi, isim öneriyor. Yani, bir kere aday olabilmeniz için de sizi alanında saygın bilim insanlarının önermesi gerekiyor. Türkiye adresli bilim insanları genelde buradan kaybediyorlar. Ama Sayın Türeci ve Şahin’in arkasında neredeyse her 9 Nobel ödülünün 1’ni alan Alman bilim lobisi var. Yani, o 2000 kişiden birileri mutlaka adını aday listesine yazacaktır. Ama dedim ya, bilim camiası tutucudur diye. Hatırlarsanız, aynı Almanya’nı en önemli bilim danışmanları, COVID-19 ile mücadelede mRNA aşılarına değil, diğer konvansiyonel aşılara yatırım yapılması gerektiğine dair Alman hükümetini yönlendirdikleri için aşılama yarışında bayağı geride kalmışlardı. Yani, bu sene çok erkendi. Peki önümüzdeki sene?

Hem biliyor muydunuz, Sayın Aziz Sancar’a Nobel Tıp ödülü, tam 20 sene önce gerçekleştirdiği çalışmalardan dolayı verilmiş. Yani, kişinin bilimsel katkılarının ne derece önemli olduğu, bilim alanında ne tür yeni kapılar açtığı ve açtığı kapıların kısa sürede kapanıp unutulup gitmediğinden emin olunması için bekleniyor. Olur ya, yaptığınız ardı ardına büyük katkılar, ya başka bilim insanlarınca da desteklenmez ise ya! Daha önce de altını çizdiğimiz gibi, bilimsel düşünme metodolojisinde deneysel kanıtlar ile desteklediğiniz hipotezinizin, başka bilim insanları tarafından da tekrarlanabilir ve farklı yöntemlerle de olsa desteklenebilir olduğunun gösterilmesi gerekmektedir. Yoksa “Ben yaptım, bu sonucu buldum. Siz bulamıyorsanız, sizin bileceğiniz iş! Yalan söyleyecek halim yok ya!” gibi bir yaklaşım, maalesef bilim dünyasında kabul görmez. Acaba 20 yıl beklenir mi bu sebepten ötürü? Sanmıyorum, bilimsel katkının yansıması dünya çapında insan hayatına çoktan dokundu bile. O nedenle, beklenmesine gerek yok efendim. Aşıların üretim hızıyla, ödül hızı birbirine denk olmalı, değil mi? Neyse devam edelim dedikoduya…  

Hadi mRNA aşılarına, daha doğrusu mRNA teknolojisine ödül verilmesine karar verildi diyelim. Ödül kime gidecek? Hep bir ağızdan Türeci ve Şahin diye slogan atmaya başladığınızı duyar gibiyim. Hadi biraz enerjimizi atalım. Bir satır daha ümitlerimizin devam etmesini izin vereyim… Ama…

İşte dananın kuyruğu burada kopuyor! Siyasi, politik, toplumsal baskı, ne derseniz deyin, Nobel Tıp Ödülleri seçici komitesi üzerinde ne kadar mahalle baskısı uygulanabilir, göreceğiz. Bir iki sebepten dolayı, muhtemel ödüller Türeci ve Şahin’e gitmeyecek. Birincisi, Sayın Türeci ve Şahin eski toprak bilim adamları olarak karşımızda durmuyorlar. Yani, şu ana kadar ödül verilen bilim adamları, hep klasik bilim insanı idi. Yani, laboratuvarından çıkmayan, öğrencileri ile bilimsel çalışmaları arasında mekik dokuyan, hepimizin aşina olduğu amcalar ve teyzeler idiler. Oysaki Türeci ve Şahin ikilisi, özellikle kapitalist Batı dünyasındaki yeni nesil bilim adamı modelini temsil ediyorlar. Yani, mRNA aşılarının keşfindeki bilimsel katkıları, mesela adı pek gündeme gelmeyen ama Biontech şirketindeki üçüncü isim olarak görev alan Sayın Katalin Kariko gibi değildir. Sayın Kariko, bilimsel kariyerini mRNA çalışmalarına, mRNA teknolojisi de varlığını Kariko’ya borçludur. Dikkatlerden kaçan bir nokta, pandemi çıktığından beri dağıtılan politik ödüllerin çoğu Sayın Türeci ve Şahin’e giderken, bilimsel ödüller genelde Kariko ve bir iki başka isme gitti. Peki, Sayın Türeci ve Şahin’in bilimsel hiçbir katkısı yok mu? Onlar olmasaydı, mRNA teknolojisi ete kemiğe uzun bir süre daha bürenemezdi! Onlar, bilim adamı ve girişimci kimlikleri ile devreye girdiler. Bilim insanı gömlekleri ile bir yere kadar getirdikleri çalışmalarını, gerçek anlamda ürüne dönüştürmek için şirket kurup, arkalarına finansal bir özgür sermaye desteği alarak yola çıktılar. Yani, bilim insanı olarak yaptıkları katkının birkaç mislini, girişimci olarak gerçekleştirdiler. mRNA teknolojisi bu haline gelmek için Kariko ve bir iki bilim insanına her şeylerini borçlular. Ama Sayın Türeci ve Şahin gibi girişimci bilim insanlarına ise ürüne bu kadar hızli dönüşmelerini borçlular. Dikkat edin; aynı teknoloji ile biraz arkasından gelse de Amerika şirketi Moderna da ürününü üretti.

Bu tezleri ortaya atarken Tıp ödülü Sayın Türeci ve Şahin’e verilmesin demiyorum elbette. Sadece, bilimin kapitalist yüzüne benim bildiğim kadarıyla şu ana kadar pek Nobel Tıp ödülü gitmedi!

Hadi, Cumhuriyet ile başladık, O’nunla bitirelim. Özgürlüğünü eline alamamış hiçbir bilim insanı, gerçek anlamda bilimsel katkı sağlayamaz. İsimleri geçen Türk kökenli bilim insanlarımızın hangi topraklardan ödüle aday gösterildiklerini unutmayalım. Buradaki sebep, bilim lobilerinin ayrılıkçı- dışlayıcı zihni arka planları değil. Cumhuriyet’i kurarken, zamanın ruhunu okuyan ve ona göre yol alan Atatürk’ün dediği gibi: “Cumhuriyeti biz kurduk, O’nu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz!” Sadece yaşatacak değil, dikkatlerinizi çekerim. Zamanın ruhunu iyi okuyabilmek dileğiyle…

Atatürk ve arkadaşlarının ruhu ebediyen şad olsun efendim. Saygılarımla     

Kaynaklar

https://www.politico.eu/list/politico-28-class-of-2021-ranking/ozlem-tureci/

https://www.nobelprize.org/nomination/medicine/

https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Nobel_laureates_by_country

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orhan-bursali/tip-nobeli-niye-asiya-tureci-ve-sahine-verilmedi-1875509

Önceki İçerikNe çok ertelemişim kendimi
Sonraki İçerikKürt kültüründe Kofi
Doğum yeri olan Kuzey Ren Vestfalya’ya (Almanya) doktora sonrası araştırmacı olarak geri döndüğü zaman, Essen Uni Klinik’te yaptığı deneysel çalışmaların hayatının dönüm noktası olacağını bilmiyordu. Eğitim hayatına Ankara’da başlayan ve her zaman bir parçası olmaktan onur duyduğu Hacettepe Tıp Fakültesi’nde devam eden Dr. Altınbaş’ın önüne serilmiş yeni bir dünya vardı artık. İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji uzmanı bir kliniysen hekim olarak, Başkentin en yoğun akademik ortamlarında çalışma fırsatı bulan ve yaptığı klinik araştırmalar ile Doçent Doktor ünvanı elde eden Dr. Altınbaş’ın son durağı Harvard Üniversitesi olmuştur. ABD Boston’da geçirdiği iki yılın sonunda, artık yaşayacağı son durağı belirlemiştir. Yeni çalışma ortamı, Yale Üniversitesi’dir. Bilimsel olarak odaklandığı karaciğer hastalıkları oluşum mekanizmaları dışında, yaklaşık 10 yıl boyunca bir Amerikan şirketinde “Gerçek Dünya Verileri” alanında Medikal Danışman/ Direktör olarak görev almıştır (STATinMed Inc.). Ulusal ve uluslararası kongrelerde onlarca sunum yapmış, ülkemizde çalıştığı kurumlarda tıp öğrencisi, iç hastalıkları asistanı ve gastroenteroloji yan dal asistanı eğitimlerinde aktif rol almıştır. İlk yazılarının (Almanca şiir dahil) yayınlandığı, üretmenin zevkini ilk olarak tattığı dergi, Dr. Altınbaş’ın “Şu kısa yaşantımda özlemle andığım ve gençlik yıllarımın geçtiği, olgunlaştığım yer!” dediği, Büyük Kolej okul dergisidir. Üniversite yıllarında başkanlığını da yaptığı Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırmalar Topluluğu (HUTBAT) ve kurucular kurulunda yer aldığı Türkçe Topluluğu bünyesinde çıkartılan dergilerde editörlük ve yazarlık yapmıştır. İngilizce ve Türkçe dilinde basılmış 10 adet tıp kitabında bölüm yazarlığı olan Dr. Altınbaş’ın, uluslararası arenada yer alan saygın hakemli dergilerde 100’e yakın bilimsel yazısı yayınlanmıştır. Ulusal ve Uluslararası 20’ye yakın tıp/ bilim dergisinde hakem olarak görev alan Dr. Altınbaş, Kasım 2020’den itibaren Ocak Medya’da medikal ve para-medikal yazılar yazmaktadır. Evli ve iki çocuk babası olan Dr. Akif Altınbaş, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz