Dağa kaldırılan gençler

0
Latest posts by Emrullah Bayrak (see all)

Tarih 3 Ağustos 2011.. Meclis eski Başkanı Cemil Çiçek, bir konuşmasında şu ifadeleri kullanıyordu: “Eli kalem tutanların eline silah alıp dağa çıkmaması gerekiyor. Eğer çıkıyorsa bunun çok iyi oturulup düşünülmesi gerekiyor.”

TBMM Başkanlığı yapmış bir başka isim Bülent Arınç ise 2014 yılında “1980’lerden sonra Diyarbakır Cezaevi’nde zulümler yapılırken, Kürtçe konuşmak yasaklanırken, işkencenin biri bin parayken, her şeyini kaybetmiş insanlar eğer dağa kaçmışlarsa ve intikam almak istiyorlarsa onları da anlamamız gerekir. ‘Benim şahsıma bu zulümler yapılsaydı ben de dağa çıkmayı düşünürdüm’ diye isyan ettiğim günler oldu” diyordu. 

Türkiye tam 40 yıldır terör belasıyla uğraşıyor. Hem öyle bir bela ki, ateşin düşmediği ocak neredeyse kalmadı. Zaman zaman haberlere de yansıdı, ailenin bir çocuğu çatışmada şehit düşerken başka bir çocuğu ise terör örgütü PKK’nın elinde can verdi. 

Özellikle 90’lı yıllarda uygulanan baskıcı düzen ve OHAL uygulamaları sebebiyle binlerce Kürt genci, bunlardan bıkıp tepkisel olarak terör örgütünün propagandalarına da kanıp çaresizlik içinde dağın yolunu tuttu. Bu gençlerin bazıları üniversitelerin tıp fakültelerinde, mühendisliklerinde, öğretmenliklerinde okuyor ve buna rağmen eğitimi yarıda kesip dağa çıkıyordu. Lisede okuyanlar da vardı. 

İşte sayın Çiçek’in 8 yıl önce dile getirdiği ve Arınç’ın da “Ben de dağa çıkmayı düşünürdüm” deyip haklılık kazandırmaya çalıştığı gerçeklerdi bunlar. Diyarbakır’da oturma eylemi başlatanlardan bir annenin şu ifadeleri, aslında her şeyi anlatıyor: 

“Diyarbakır’da genç bırakmadınız. Ya cezaevinde ya toprağın altında. Başlarım sizin Kürdistan davanıza.” 

Şu an dağa çıkışların oranını bilmiyoruz. Bunun bilgisi İçişleri Bakanlığında olabilir. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 1 Mart 2019 tarihli açıklamasında, son 2 yılda dağa çıkanlardan 350’sinin geri döndüğünü belirtti.

20 Ağustos 2019 tarihli açıklamasında ise, Sayın Soylu, 2014 yılındaki çözüm sürecinde 4 bin 556 kişinin dağa gittiğini ifade etti. 

Gerçekten ürkütücü ve korkutucu rakamlar. Finans ve insan kaynağını kesecek tedbirler almadığınız sürece terör örgütü bitirilemez. Dünyanın en gelişmiş güvenlik teknolojisini kullansanız dahi bu mümkün olmayacaktır.

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un 2010 yılındaki şu sözleri anlatmak istediğimizi özetliyor:

“PKK’yı 5 defa bitirdik: 1984’ten 2010’a kadar 26 yıl geçti. ‘40 bine yakın terörist etkisiz hale getirildi’ dediniz, doğrudur. Rakamları biz verdik. 30 bini etkisiz hale getirildi. 10 bin de yaralı, teslim olan var. Toplam 40 bin. Örgütün dağ kadrosu yıllara göre değişiyor, ortalama 6 bin diyoruz. Şu anda 4 binler civarında. Ortalama 6 bin dersek, 30 bini 6’ya bölerseniz, 5 bin çıkıyor. Matematiksel olarak baktığımızda 26 yılda, güvenlik kuvvetleri 5 defa bu PKK terör örgütünü bitirmiş. Bu bir tespittir.”

Bu açıklama, sorunun silahla çözülemeyeceğinin de en büyük kanıtıdır. Beş defa bitirildiği söylenen terör örgütü hala ayakta ve ülkenin canını yakmaya devam ediyor. 

Ortada ters giden bir şeyler var.

Devletimiz, dağa çıkışın sebeplerini hiçbir zaman masaya yatırıp detaylıca incelemedi. Eğer inceleseydi sorun kangren hale gelmezdi. Olaya hep güvenlik boyutuyla bakıldığından bir türlü meselenin sosyolojik boyutlarına inilmedi. 

“Biz nerede hata yapıyoruz?” sorusu sorulmak yerine, “Devlet hata yapmaz”, “Baş kaldıranın başı ezilir” felsefesiyle olaylara yaklaşıldı, hareket edildi. 

Ondan olacak ki, terör örgütünün yaptığı ilk eyleme verilen tepki “Üç, beş çapulcu” olmuştu. 

Bölgeye gönderilen yöneticiler, ne halkın dilinden ne de halinden anlar bir tavır sergilediler. Devletin şefkat yüzünden çok ceberut yüzü gösterildi veya yansıtıldı.

Elbette şu an Türkiye’nin ortamı 90’lı yıllardaki gibi değil. Öyle dersek haksızlık etmiş oluruz. Fakat icraatlar, o dönemi hatırlatır nitelikte devam ediyor. Tıpkı 90’lı yıllarda yapılanlar gibi şimdi de uygulamalar terör örgütünün ekmeğine yağ sürüyor. 

Kanayan yara bir türlü iyileşmiyor.

Dağa kaçırılan oğluna HDP İl Başkanlığı önünde yaptığı eylemle kavuşan Hacire Akar yeni bir yol açtı. Diyarbakır’da çocuklarının dağa kaçırıldığını belirten Fevziye Çetinkaya, Remziye Akkoyun ve Ayşegül Biçer de HDP önünde oturma eylemi başlattı. Bu sayı her geçen gün artmaya devam ediyor.

Tek istekleri var: Evlatlarına kavuşmak.

Eskiden dağa kaçırılan çocukların aileleri bu kadar cesur değildi. Ateş, yürekleri o kadar yakmış olacak ki “kaybedeceğim neyim var” denip aileler kendilerini bir mücadelenin içinde buluyor.

Artık bıçak kemiğe dayanmış.

Malatya’da üniversitede bir genç okurken dağa götürülmüştü. Polise kayıp bildiriminde bulunan ailesiyle görüştüğümüzde, aile bunun haber yapılmasını dahi istemiyordu. Aslında çocuklarının Kandil’de olduğunu biliyordu, fakat evladının başına bir şey gelir endişesiyle konuşmuyordu.

Şimdi başlayan bu feryatlara HDP başta olmak üzere insan hakları savunucuları ve devlet sessiz kalamaz, kalmamalıdır. Susarak, ölü taklidi yaparak yanan bu yürekleri söndüremezler. Destek olunmalıdır ki, bu insanların kanayan yaraları iyileşsin.

Aileleri, “AK Parti iktidarının kışkırttığı” iddia edilerek de gerçekler saklanamaz. “Gençleri kimse dağa zorla götürmedi, kendi rızalarıyla gittiler” tarzı savunmayla da bu acının üzeri örtülemez.

Artık bu gidişata bir dur demenin zamanı geldi de geçiyor. Özellikle HDP buradan bir yol tutarak terör örgütüne açık çağrıda bulunmalıdır. 

Terör örgütüne güçleri yetmese de kamuoyu önünde bu çağrının yapılması dahi mesafe almada katkı sağlayacaktır.

Ayrıca iktidarın da bu feryatları siyasete alet etmeden bir şekilde dindirmesi gerekiyor. Ortak akılla problem çözülmelidir. 

Çözüm sürecine siyasetin karıştırılmasıyla nasıl büyük bir felaket yaşadığımızı hepimiz yaşayarak gördük. Çözüm süreci doğru bir adımdı ancak kullanılan yöntem yanlıştı. 

“Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” denerek bir milim dahi mesafe alınamaz. Önce hastalık kabul edilmeli ki, ona göre reçete yazılsın. Kusura bakmayın ama bu ülkede hem Kürt sorunu vardır hem de terör sorunu.

Medyayı bu işe karıştırarak meselenin ana kaynağına ulaşamayız. Elbette haberleştirilmeli ve annelerin duyguları yansıtılmalıdır. Fakat bu abartılıp magazinleştirilmemelidir. Olayları sürekli magazin boyutuyla yansıtmaya çalışan basın üzerinden problem çözülmez, aksine içinden çıkılmaz bir hal alır. 

Bunun son örneğini Emine Bulut cinayetinde gördük. Kızının gözü önünde “Ölmek istemiyorum” dediği halde katledilen Emine Bulut’u şu an konuşan var mı? Günlerce televizyon ekranlarında Bulut üzerinden kadın cinayetleri tartışıldı. O konuşmalar üzerine kim bilir kaç kadın daha cinayete kurban gitti.

Çözüm; maalesef yok.

Sorunun çözümü, Doğu ile Batı’nın aynı sesi vermesi ve birlikte mücadele etmesinden geçiyor. Çünkü gözyaşı hem Doğu’da hem de Batı’da akıyor. 

Devletin meseleyi HDP’ye havale etmesiyle de bu insanların evlatlarına kavuşması zor. HDP’yi yönetenler “terörist” görülerek bu mesele nasıl çözülecek; o da ayrı bir muamma.

Vatandaşına sahip çıkma, onu koruyup kollama görevi en başta devletindir. Dağa giden yolu kapatmak da icraatlarıyla devlete düşer. Bu, aynı zamanda geleceğimizi kurtarmak demektir. Yetkili, etkili merciler kimlerse herkes bir araya gelip işbirliği yapmalıdır.

Birimizin sıkıntısı, hepimizin derdi olmazsa problemler çözülemez.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz