Deli, Deli, Deli…

0

Gazeteci Haşmet Babaoğulu’nun köşesinde okudum; utandım, ezildim; insanlığımız adına öfkelendim, geleceğimiz adına kaygılandım:

Evladı “hiperaktif/otistik” olarak tanımlanan bir anne… Oğlu okulda, özel eğitim sınıfında.. Ne talihli diyeceksiniz; çünkü nice otizmli çocuk bu imkânı bulamıyor. Ama bir de şu sahneye bakın… Anne okula gidiyor. Çocuklar teneffüste. Oğlu da teneffüse çıkartılmış, oyun oynuyor olma ihtimaline seviniyor. Öğretmeni görüp oğlunu soruyor. Öğretmen uzağı işaret ediyor parmağıyla. Anne parmağın işaret ettiği yere gidince ne görsün! Çocuklar oğlanın etrafında toplanmış “Deliiii, deliiii” diye tempo tutuyorlar. “Çocuklar yapmayın” diyor. Cevap, “Teyze bu çocuk deli” diye geliyor. Hem şaşkın hem de kırgın bir halde dönüp öğretmene bakıyor. Öğretmen kayıtsız bir “seyirci”nin rahatlığı içinde gülümsüyor.

Bu sahnede siz nerde olmak istersiniz? Duyarsız bir öğretmen, oğluna deli denen bir anne, özürlü biriyle alay eden çocukların velisi. Burası, bir eğitim kurumu!

Çocuğu hakarete uğrayan ve başkalarıyla alay eden veli olmayı hiçbir vicdan onaylamaz. Öğretmen için ne diyelim? Mesleki yeterlilik, sorumluluk ve duyarlılık adına dibe vurmuş bir şahsiyet. Geçen gün bir öğretmen arkadaştan “Bu çocuklara ne öğretsen fazla!” cümlesini duyunca pek şaşırmış, “Herhalde meslek yorgunluğu yaşıyor.” diye düşünmüştüm. Ancak insan, sevdiğinin yorgunu olmaz. Önce sevmek gerek mesleği ve insanı.

Aynı gazeteci, sosyal medyada paylaşılan bir videodan bahsediyor: Yabancı bir ülkede yedi yaşında bir kız çocuğu yeni bacak proteziyle okulunun bahçesine giriyor. Arkadaşları etrafını sarıyor, protezi dikkatle inceledikten sonra sevinçle kızın boynuna sarılıyorlar.

Bu toprağın insanı olmanın kompleksini duymuyorum, yabancıların da hayranı değilim. Ortada iki tablo var: Biri son derece kirli, diğeri son derece insani. İkinci tablonun kahramanı niçin biz olmuyoruz?

Çocuk her yerde çocuktur. O, öykünerek büyür, ne görürse alır, uygular, onu yaşam tarzı haline getirir. Sorun, çocuklarda değil.

Devlet büyüklerimiz, zaman zaman, yeni bir medeniyet inşasından söz ediyor. Nereden başlanacağını tartışıyorlar. Temizlik olmadan inşa olmaz. İnşa zemini olarak kullanacağımız kalpleri temizlemeliyiz önce. Bir aidiyet duygusu, sevgi iklimi oluşturup teneffüs ettirmeliyiz bu topluma. Karşı değiliz tabii ki, ancak duble yollar yapılırken insani değerlerimizi kirleten duble kanalizasyonlar gözden kaçırıldı .

Birkaç gün önce bir hocanın “çocuklarımız için namaz ilmihalinden önce bir sosyal medya ilmihali hazırlamalıyız, teklifini okudum. İlginç, duyarlılık taşıyan bir teklif, dedim, bunu birkaç arkadaşla paylaştım. Neslimizi bizden alan, bizden uzaklaştıran, koparan, kirleten alan olarak kabul edebiliriz internet ortamını. İnternet ortamından ne vazgeçebiliyoruz ne kopabiliyoruz. Bu alana ancak yazılacak çağdaş bir “İnternet İlmihali” ve eğitimle hakim olabiliriz, bağımlılık oluşturan bu alanı zararlı olmaktan çıkarıp yararlı hale getirebiliriz.

Sıkıntıları gösterip üzerinde horon tepmek, bizim ahlakımız değil. Çözüm sıkıntının içindedir. Onu bulup uygulamak gerek. Medeniyet inşasında samimiysek ve yola çıkacaksak sıkıntıları görüp çözümlerini cesaretle uygulamak zorundayız.

Medeniyetler, insani değerler üzerine inşa edilir. Özürlü çocuğa ne “Deli, deli!” diyen öğrenci ne onlara ilgisiz kalan öğretmen, ne onların velisi olmak bizim değerler zeminimizde yer alır.

Zemin belli, hedef belli, yöntem belli… Herkese kolay gelsin!

İletişim için: kadir@kadirdurgun.com

 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz