Demokratik Lezyon

0
Mustafa Kalabalık
Latest posts by Mustafa Kalabalık (see all)

Beş yıl önce demişim ki bir yazımda;

“İktidarın bugüne kadar demokratik süreçte elde ettiği başarıları, özellikle 2014 yerel seçimleriyle birlikte, Cumhurbaşkanlığı seçiminin de yapılacak olması, siyaset sahnesinde yaşanması beklenen değişim süreci, kimi kesimlerce gittikçe artan ve de artırılacağını düşündüğüm endişe ile sürekli iç tırmalayan korku izlenimlerinin yaratılmasını da beraberinde getirmeye çalışacaktır..”

Hâlbuki ben, AK Parti hareketinin muhafazakâr demokrasi kimliğini sahiplenmesi ve sürdürmesi ile birlikte, değişimci, demokrat, özgürlükler alanında da büyük atılımlar yapan, insan hakları, hukuk devleti ve serbest piyasa ekonomisi ana parametrelerini savunan bir irade olduğunu görmüştüm. Ve sanırım ki başlangıçta da öyleydi…

Bazı görüşlere göre de ‘İslam’ın demokrasiyle varlığa yönelmesi alternatif bir seçenek olarak model olmaya başladığı’, “Ilımlı İslam” tezleriyle de süslenerek akıllara ve gönüllere yerleştiriliyordu…

Demokrasi ruhunun, muhafazakârları batı ile ilişkilerini de samimiyetle değiştirmeye yönelteceği, İslamiyet’in batıya karşı gelen ideolojisi ve ötekileştirici tutumunu terk edeceği, hatta yıllar yılı haçlı kulübü denilen AB’yle bütünleşme arayışlarını da yeniden ortaya çıkaracağı düşünüyordu.  Ve sanırım ki başlangıçta da öyleydi…

Ama o günden bugüne ülkemiz siyasetinde yaşananlara bakınca, özellikle demokrasi gerçeğinde sapmaların olduğunu, hukuka ve adalete güvenin daha da azaldığını, özgürlüklerin keyfiyetle giderek daraltıldığını düşünenlerin, başlangıçtaki korku izlenimlerinin gerçeğe dönüştüğünü gösteren nice eylem, söylem ve uygulamaların varlığı da ortada değil mi?

Çok mu iyimsermişim diye de düşünmeden edemiyorum..!

Uzun yıllar boyu demokrasinin krizleri ve yönetilebilirliği hakkında konuşuluyordu, bugün hem yönetilebilirliği tartışma konusu olmayı sürdürüyor, hem sivil vesayet söylemleri, hem de dikta suçlamaları ile “filli durum demokrasisi” tartışılıyor..

Aslında tartışılıyor da pek denmez. Adeta siyasal savrulma ve dönüşümlerin, toplumdaki travmatik gelişmelerin “demokratik lezyon”a dönüşmesine de neden olduğu, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal etkilerden kaynaklı geleceğe ümitsizlik, özgürlüklerde giderek kısıtlanma korkusunun daha da yaygınlaşmakta olduğu inkârsız şekilde görülebiliyor.

Uluslararası politikalarla birlikte, başta çevre coğrafyamız olmak üzere ülkemizde de yaşanan siyasi değişimler, gelişmeler, çok daha farklı ve uzun yıllardır adeta uykudan uyanmışçasına hortlayan sorunlarla da yüz yüze gelmemize sebep olabiliyorlar.

Suriye politikamız(!) ve göçmenlerden kaynaklı ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunlar bir yana, belki de hiç yaklaşmadığı kadar adeta içimize işleyen bir “beka sorunu” ve bundan sonraki Türkiye’nin yönetim süreci ve gelecek kaygıları…

Yine demişim ki;

“Bazı kurumların geçmişte zayıf kalması veya zayıf bırakılması, tek tip sivil toplumun oluşturulması, askeri vesayet düzeninden beslenen grupların ve belli ideolojiden beslenen iş dünyası, doğal olarak da yeni demokratik sürece sempati ile bakmamaktadırlar..

İngiliz Anayasa Hukukçusu olan Ivor Jennings’in; “Halk; birisi halkın kim olduğuna karar verene kadar karar veremez” sözünün gerçekliğini fark eden bir AK Parti, 2002 yılında “birisi” olma kararını verdi ve halk adına etkin yönetim, değişim ve gelişim odaklı siyaset ile sorumluluk altına girdi.”

Benim o günkü şartlarla yadırgadığım ve demokrasimizin gelişiminin engeli olarak ifade etmeye çalıştığım “tek tip sivil toplum” dayatmasını, dayatanların değişmesine rağmen maalesef bugün de görmek de beni ayrıca üzüyor ve tedirgin ediyor…

Çok mu iyimsermişim diye de düşünmeden edemiyorum..!

On beş yıllık iktidar partisi olan AK Parti’nin, 2002’de fark ettiği ve Jennings’in sözünü ettiği “birisi” olma namzetliği ile gereğini bir süreye kadar da yaptığına milli irade de şahittir.

“Halk ve milli irade bileşeni” ile başlayan, sonradan yapılan keskin dönüşümler, yanılmalar, kandırılmalar ile toplumsal bir travma haline geldiğine dair son günlerdeki düşünce ve inanışların artışına da milli irade şahittir.

Gerçi ben iki yıl önce bu travmayı gördüğümü düşünüyorum ki, Kocaeli TV ekranlarında hazırlayıp sunduğum “Öteki Siyaset” programımın birisinde, “Toplumsal Travma” konusunu ele almış ve izleyicilerimize elimden geldiğince yansıtmaya çalışmıştım.

Ve yine demişim ki;

“Yapılması beklenen teklif ve önerilerin yerine, parlamenter sistemi kilitlemeye çalışmak, kavgacı, saldırgan bir üslup kullanmak, hem de bu üslubu TBMM Genel Kurul salonunda da kürsü işgal nöbetleri gibi ilginç tavırlarla sergilemek… içi doldurulmayan boş konuşmalarla süre geçirmek, kimlere ne kazandırması bekleniyor?   

Yargı organlarınca yürütülmekte olan davaların hesaplaşma olarak gösterilme çabaları, yargının siyasallaşması söylemleri, davaların uzun sürmesi… alışkanlıkları bırakmama uğruna yapılan mücadeleler gibi geliyor.”.

Evet bana öyle geliyormuş demek ki! Ama ne gelme!

Yargı konusunda da yapılan kamuoyu araştırmalarının düştüğü güvensizlik oranı ortada. Geçmişin bazı dava savcıları ile şimdinin hâkimlerinin aynı kişiler olmasına rağmen, gözler önünde yaşananların ve şimdilerin de hesaplaşma aracı olduğunu söyleyenlerin hala var olması ürkütücü.

Sıra bendeci tavırlar, inkârlar, yok saymalar, olmamış gibi davranmalar, geçmişteki tezat söylemler ve politikalar, günümüz teknolojik imkânları sayesinde hep gündemde, hep sıcaklığını koruyor…

Yine bir örnek; TBMM iç tüzüğü değişikliği ile neredeyse TBMM kürsüsünde tartışılmanın, konuşulmanın dahi imkânsız hale getirildiğini de gördük.

Öyle ki değişiklikle; “TBMM Genel Kurulunda, genel görüşme ve meclis araştırması önergelerinin özetleri artık okunmayacak. Usul tartışmalarında lehte ve aleyhte en çok ikişer kişiye tanınan 10’ar dakikalık söz hakkı, 3’er dakikaya inecek.”

Hâlbuki benim süre geçirmekten kastım susturmak, engellemek değildi. İtirazların daha etkili ve çözüm önerileriyle birlikte olmasına yönelik bir eleştiriydi sadece.

Geçmiş ile bugüne dair değişen ne peki?

Daha önceleri de “ülkenin yönetilmesine engel olmaya çalışılıyor” deniyordu. Sonra da “ülke iyi yönetilemiyor, demokratik yönetim sergilenmiyor, konuşma hakkımız engelleniyor” diye şikâyet edenleri eleştiriyorduk. Şimdi de..!

Demokratik lezyon süreci bitmedi gitti vesselam…