- Bireyler olarak sohbet edebileceğimiz Yarın’larda görüşünceye kadar… - 30 Nisan 2023
- Bireysel Savunma Mekanizması Olarak Kader - 6 Mart 2023
- Kalitesizlikte ve Asgaride Birlik - 22 Şubat 2023
Eleştirdiğimiz her tavrın, dışladığımız her düşüncenin bir şekilde bizlerden ırak olduğunu varsayarız; hayatlarımızda yerleri olmadığını kabul ederiz! Yerdiğimiz hareketlerin, her gün karşılaştığımız komşumuzun hayatında olağan olduğunu; her sabah selam verdiğimiz iş arkadaşımızın sıradan konuşmalarına meze olduğunu; hayranlıkla sosyal medyada takip ettiğimiz ünlünün, fikir adamının veya politikacının normali olduğunu göz ardı ederiz. O olasılığı düşünmek dahi istemeyiz…
Geçtiğimiz yaz aylarında ABD’de kadın hekimlerin bir protestosuna şahit olduk sosyal medyada. Bir bilimsel araştırma yayınlandı; kadın hekimlerin sosyal medyada daha fazla “profesyonelliğe sığmayacak şekilde” özel hayatlarına ait resimler paylaştığı bildirildi. Kadın hekimlerin sosyal medyayı domine ettiği, erkeklere göre sosyal medyayı profesyonel amaçla daha fazla kullandığına dair verilerin arttığı bir dönemde bu çalışmanın gelmiş olması tartışma yarattı tabii ki!
Kimse, genel toplumun sosyal medya hesaplarında sabah akşam eğitim faaliyetinde bulunurmuşçasına paylaşımlar yapılmasını isteyip istemediğini tartışmadı. Oysaki sosyal medyanın hayatımızdaki yeri sağlamlaştıkça, kullanıcıların profesyonel paylaşımlarının yanında, kendilerinin de robot olmadığını gösterir tarzda, gündelik yaşantılarına ait paylaşımlarda bulunmasının gerekliliği ortada idi!
Hekimlerden beklenen, genel toplumu bilgilendirici, onların sağlık okur-yazarlıklarını arttırıcı bilgiler paylaşmasıdır aslında. Bunu yaparken de, takipçilerini korkuya düşüren, onların endişe seviyelerini arttıran bir dil kullanılmaması uygun olanıdır.
Her türlü verinin işlenmesi ve alıcısına göre de değerlendirilmesi bilgi çağında elbette olmazsa olmazdır; ancak bu veriyi sunarken kullandığımız dilde, eğer bu paylaşımların profesyonellik ile bağdaşmadığı yorumu yapılıyorsa, işte orada araya yorum girmiştir ve tartışma haklı olarak başlar!
Peki ne oldu, bu yayın dergide yayınlanınca?
ABD’deki tüm kadın hekimler, sosyal medya hesaplarından hep birlikte bikinili, sahilde güneşlenirken çekilmiş resimlerini paylaştılar! Bunun yanında, çocukları ile dondurma yerken, arkadaşları ile eğlenirken flaşların patladığı anlar ortalıkta cirit attı! Haksız bir eleştiriye, üsten bakan bir tavra gayet de anlamlı bir cevap idi anlayacağınız…
Toplumsal eşitsizlik aslında tahmin ettiğimizin çok ötesinde! Sadece, o eşitsizlik nedeniyle toplumsal huzur kaçmasın diye ortalığa saçılan teskin edici sözlerin yaygınlığına bakarsak, durumun vahametini anlarız aslında!
Sözlerden bahsetmeyeceğim; fakirliğin kutsandığı, hayatın zorlukları karşısında sabrın ön plana çıkarıldığı, senden daha kötüsünün de dünyada olduğu, kaderinin bu olduğu, ölüm sonrası dünyada seni daha güzel bir hayatın beklediği, yalan bir dünyada yaşadığımız ve gerçek sonsuz yaşamda, burada yakalayamadığı her fırsatı elde edeceğimiz…
Pandemi döneminde herkes hastalık kapmamak adına can derdine düşüp evlerine kapanırken; evine ekmek götürmek için çalışmak zorunda olanlar mı daha eşit, yoksa istifa etmesi bile yasaklanıp ölüm korkusu ile her gün işine gidip gelmeye devam eden sağlık personeli mi?
Daha fazla oy uğruna açılan bölümü bitiren, ama alanında iş bulamadığı için dolmuş şoförlüğü yapan üniversite mezunu genç mi daha eşit, yoksa tek çaresi yerin onca derininde madenlerde hastalanan veya bir daha güneş yüzü göremeyen mi?
Mesai kavramı nedir bilmeksizin asgari ücret ile çalışan birisi mi, yoksa doğuştan engelli olduğu için destek olmaksızın hayatını idame ettiremeyecek bir toplumda yaşayan mı daha eşit?
Zamana karşı yarışta iş kazası (!) nedeniyle hayatını kaybeden mi, yoksa ailesinin baskısı ile genç yaşta evlendirilip kucağındaki çocuğu ile baba evine dönen kız mı daha eşit? Hepsi mi daha az eşit? Olamaz öyle bir şey; bir kez daha okuyun lütfen. Eğer cevabınız halen “evet, hepsi daha az eşit!” ise, o zaman etrafınızda onlarcası var bu hayatta dezavantajlı konumda yaşayan…
Sahi, hapse düşene “kader mahkûmu” dememizin sebebi de, toplumsal eşitsizlik yüzünden yaşadığı hayatın doğal sonucu olarak o noktaya gelen insanı yatıştırmak değil midir?
Dücane Cündüoğlu idi sanırım, zamanında Arapçada aslında “Sabır” kelimesinin “Direniş” anlamına geldiği; ancak zaman içinde bu anlamın “boyun eğme” işlemine, başına gelen her istenmedik olayı kabullenme işlevine dönüştüğünü söyleyen…
Tarihe adını altın harflerle yazdırmış kime bakarsanız bakın; hiç birisi, kendisini içinde bulduğu ortamı kabullenmemiş ve mücadele etmiştir.
Atatürk’e bakınız; darmaduman olmuş bir imparatorluktan sadece sıradan bir ulus devlet yaratmayı başarmamış, aynı zamanda birçok alanda zamanının ilerisinde kararlar alarak, gelecek nesillere örnek olmuştur. Gandi’ye bakın; işte oradaki “pasif direnişi” sabır olarak değerlendirebilirsiniz!
Ama teslimiyet yine yok!
İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed (SAV)’den veya Hristiyanlığın kurucusu Hz. İsa’dan hiç bahsetmeyeceğim bile; onlar, içlerine doğdukları ne toplumsal seviyeyi kabul etmişler, ne de herkesin gözü kapalı gittiği yoldan ilerlemişlerdir.
Hangi dine, hangi ideolojiye inanıyorsanız inanın, fark etmez. Lütfen bir saniye durup düşünün! Sizler takip ettiklerinizin zamanında yaşasa idiniz, gerçekten de onların safında yer alır mıydınız? Her türlü yeniliğe karşısınız; mevcut düzeni temelden sarsan her türlü fikre var gücünüzle hücum ediyorsunuz; mahallenize yönelik gelen her sözü bir saldırı kabullenip safları sıklaştırıyorsunuz; “acaba” demeyi “ihanet”, “keşke” demeyi “döneklik” olarak yorumluyorsunuz; çevrenizde sürüp giden adaletsizliklere, eşitsizliklere, sizleri veya sevdiklerinizi hedef almadığı sürece ses çıkartmıyorsunuz…
Daha saymama gerek var mı gerçekten de? Sizleri bilmem, ama bu saydıklarımın yarısı ile bile ben baştan aşağı boyandım… Ama şunu da gayet iyi biliyorum ki, bu kalplerimiz attığı sürece umut vardır!
Sağlıcakla kalın
Kaynaklar: