FETHE Dair AYKIRI Düşünceler

6

Bugün 29 Mayıs, İstanbul’un fethinin sene-yi devriyesi. Normalde önemli olayların anması (bayramlar vs müstesna) her sene yapılmaz. Aslında İstanbul’un fethi için yapılan vaveylaya bakarak ‘bütün bayramlar yalan, tek bayram bu’ diyesi geliyor insanın.

Tuzla’dan Hadımköy’e, Sarıyer’den Çekmeköy’e devasa bir antişehir haline evrilen İstanbul’un özellikle son inşaat furyası ile cılkı çıkmış da olsa fethinin kıymet-i harbiyesini bilmezlerden değiliz.

Lakin ruhumuz ve gönlümüz her zaman en küçük gezegen Merkür’ün de hakkını teslim etmekten yana olduğu için bu defa fetih yazısını tersten yazmaya gayret edeceğim. Hem zaten enva-yı çeşit medyada güzellemesi yapılan fethe dair bir de karşıdan bakış olsa fena mı?

Sizi meraklandırdığıma, şaşırttığıma bakmayın çok da bilinmedik şeyler söyleyecek değilim. Wikipedia açık olsa orada bulunabilecek üç beş bilgi kırıntısı azami.

Bugün Çemberlitaş diye bilinen ve asıl adı Theodosios Forum olan yerde dikili taşın adını bil(e)meyen azdır..! Basitçe Çemberlitaş diye adlandırdığımız o sütunun asıl adı Konstantin Sütunudur aslında.Tepesinde zamanında onun heykeli olduğu için bu yapıya o isim verilmiştir. Peki bu Konstantin kim ola? Herşeyden önce şehrin adıdır. Evet hergün İstanbul diye bin türlü zikrettiğimiz bu şehir aslında Konstantinapolis yani Konstantin Şehridir. İstanbul Yunancada şehir demek olan Polis kelimesi ile kısaltılan Konstantinopolis’in özet ifadesi; eş adıdır. “stin Poli”, yani ‘İşte şehir orada’ ifadesi dönmüş dolaşmış İstanbul olmuştur.

Bu koca şehri ilk defa yurt bilenler kimlerdi bilinmez ama Yunanistan’da Atina yakınlarında Megara köyünden yola çıkan bir grup cesur denizci şehri koloni olarak benimsemese İstanbul belki de bambaşla bir tarihsel sürece tabi olacaktı. İstanbul’u yurt bilen Megaralılar ne kadar mühimse Roma İmparatorluğunun derin krizi içinde İstanbul’u tercih ederek başkent bilen Büyük Konstantin de o kadar önemlidir.

Konstantin şehri başkent yapmış, o dönemin devrimci düşüncesi olan Hristiyanlığın şehrin damarlarında dolaşmasına müsaade etmiştir. Surları kurmak için atı ile dolaşıp mızrağı ile haritasını çizdiği rivayet edilir.

Roma İmparatorluğunun çözüldüğü bir çağda tercihini İstanbul’dan yana yapması basit bir hicretten öte okunmalıdır. Büyük Roma uygarlığının imbiklediği ne kadar uygarlık mahsülü varsa çekinmeden ve hasislik etmeden onları şehre taşımış, burada kadim bir medeniyetin bambaşka bir surette neşet etmesine imkan vermiştir.

330 yılında İstanbul’u Troya gibi efsanelere mal olmuş bir şehre tercih ederek kendi adına ihdas etmiştir.

Büyük Saray’ı, Ayasofya’nın ilk halini, Üniversiteyi, Hipodromu, Hamamları ve şimdi Fatih Camii olan Kutsal Havari kilisesini 330 yılındaki kuruluşa hazır etmesi azımsanamayacak birer faaliyettir.

Roma’nın sahip olduğu bilgi birikimini ve zenginliği tereddüt etmeden bu Yeni Roma’ya taşıyan Konstantin oğlu Konstantin belki de farkında olmadan dünya tarihine şekil veriyordu.

Soğuk Savaş’ın en kızgın yıllarından olan 1953’te, biraz da Yahya Kemal’in ön ayak olması ile, 500. yılı münasebetiyle fethe o bitmez tükenmez Türk’ün Türk’e propaganda süreci başlamış da olsa, modern Türkiye Cumhuriyeti, Bizans tarih ve kültürünü öğrenmeye, İstanbul’un bu kadim sahiplerine dair izleri taramaya önem vermiştir. Gündelik hayatın hamaseti ve özellikle kolaycı sağ siyasetin geçmişi bugüne meze eden anlayışı Bizans’ı adeta bugüne dair bir düşman hüviyeti ile pazarlamaktadır. Hele ki, sahihliği şüpheli ve esasen Yezid’e moral vermek için ihdas olduğu öngörülen ve acı bir şekilde Peygamberimize müneccimlik ödevi veren bir hadis üzerinden de bu konuya bir elbise giydirmenin de ne denli hakkaniyetli olduğunu insaf ve izanınıza emanet ediyorum.

Oysa ki, Bizans diye bilinen ve gerçekte adıyla sanıyla Doğu Roma olan bu uygarlık bu ülke insanına belki de muhatap olduğu iktisadi krizleri ilelebet bertaraf edecek bir miras bırakmıştır. İstanbul başta olmak üzere Bizans tarihi mirası sadece varlığı ile on milyonlarca insanın Türkiye’ye turist olarak gelmesine imkan verecek bir potansiyele haizdir. Yazık ki hunharca mezbeleleştirilen surlarda katledilen Amerikalı kadın turistle simgeleşen bu konudaki aymazlık adeta ülke insanının zenginleşmesini sabote etmek isteyen bir ihanet projesi gibi durmaktadır.

Londra’da Roma’dan kalma tek bir sütun parçasını “Monument” diye pamuklara saran zeka ile İstanbul’un bitmez tükenmez Bizans mirasını adeta yoksayan zeka mukayeseye imkan vermeyen bir tabloyu göstermektedir.

İznik ve Trabzon Ayasofyaları memlekette Cami kıtlığı varmış gibi estetik yoksunu düzenlemelerle ibadete açılmıştır, İstanbul Ayasofya’sı üzerinde de Demokles’in kılıcı gezdirilmektedir. Enez Ayasofya’sı ise bitmeyen bir tadilat süreci sonunda “ibadete” açılacağı günü beklemektedir. Sadece bu coğrafyada kutsal bilgelik turu diye anlatılsa bu şehirlerin misafir edeceği turist sayısını hayal dahi edemeyiz oysa ki…

Biraz fazla hayalci oldu biliyorum. Amacım Turizm Bakanlığından rol çalmak falan da değil. Lakin 565 sene önce bizim olmuş şehre her sene yeniden fetih muamelesi en hafif ifadeyle görgüsüzlüktür. İstanbul’un fethi mühim bir hadisedir. Lakin 565 sene önce olmuş bitmiştir. Bu şehre tekrar tekrar fethi layık ve mecbur gören zihniyet artık şehri ile barışmalıdır.
İstanbul’un fethe değil sulha ihtiyacı vardır. İstanbul’un belki de onu ilk kez farkeden Megara’lı cesur denizcilere, onu Roma’ya rakip kılan Konstantin’e, 1204’de Haçlı İstilası ile inlerken 1261’de tekrar onu Bizans’a döndüren Mihali Komnene’ye, Mora Mystras’daki muhteşem manastırları dünya tarihine hediye eden sanatsever Paleologos sülalesinin son ferdi son İmparatoru’na, onun son Başbakanı ve meşhur “Bizans’ta Latin külahına Osmanlı sarığını tercih ederim” diyen Lukas Notarias’a ufacık da olsa bir anı bırakmak mesuliyeti vardır.

Bizans’ın artık geri dönmez biçimde tarihe gömülmesi bu şehir için onun değerini azaltmaz. Bizans’tan kalanlar bu ülkenin kadim değerleri olarak Dünya için de azami değere sahiptir. Sadece Bizans’ın bize bıraktıkları doğru bir strateji ile turizme konu edilse bu ülkenin Iphone üretmesine gerek yoktur.

Bakın Fatih Sultan Mehmet Bizans’a olan hayranlık ve onun yıkılışının hüznünü kendi dizeleri ile nasıl zikrediyor. Fetih günü Fatih’in gösterdiği yüksek ruha birazcık da olsa yaklaşmak onun torunlarına yakışan en doğru harekettir:

“bum nevbet mizened der tarem-i afrasyab,
perdadari mikoned der kasr-ı kayzer ankebud…”
(“afrasyab’ın balkonunda baykuş nevbet çalıyor, kayzerin kasrında örümcek perdedarlık yapıyor…”)Not: Ben bu satırları yazarken İBB tarafından hazırlandığı anlaşılan yarı animasyon bir film döndü ekranda. Fatih’ten Erdoğan’a temalı bu video tam da yazımın ana fikrini, Türk’ün Türk’e propagandasını faş ediyordu. Belediye kaynaklarının böyle bir video için kullanılmasına bu şehrin halkının izni olduğunu pek sanmıyorum ama 3 hilalli bayraklar, denizin üstünde at koşturan süvariler ve bozkurtlarla adeta Dünyayı Kurtaran Adam tadında bir gerçeküstücülüğü beyan eden bu filmi üretenlerin hayal gücüne şapka çıkartmaktan kendimi alamadım!!!

6 YORUMLAR

  1. Fikirlerinize katılmıyorum. Fetih kutlamaları milli şuurun ve aidiyet bilincinin canlı tutulması açısından fevkalade önemlidir. Elbette İstanbul’un fetihten önceki tarihi de önemlidir, ilmi olarak üzerinde durulmalı, sanat tarihi açısından birçok araştırmaya konu edilmelidir.
    Ancak turist gelsin vs. gibi ekonomik gayelerle umumi planda öne çıkarılması faydadan çok zarar getirir.
    Diğer taraftan Batılı ülkeler bilhassa Yunanistan gibi Osmanlı hakimiyetinde kalmış ülkelerde Osmanlı’ya ait tarihin nasıl katledildiğini de göz önünde bulundurmak lazım. Tarihi eserlerin birçoğu ortadan kaldırılmış. Camiler ibadete açık değil, yahut kilise. Savaşları yahut karşılıklı ilişkileri tasvir eden resimlerde Osmanlılar son derece olumsuz bir şekilde gösterilmiş. Her yerde hasmane bir bakış açısının izlerini görüyorsunuz. Endülüs’e gittiğinizde burada 8 asır İslam’ın hakim olduğuna dair neredeyse iz bulamıyorsunuz. Kurtuba camii şu an aktif halde kilise. Böyle bir dünyada Kendimize ait değerleri muhafaza edemezsek, milli ruhu ve dini değerlerimizi canlı tutamazsak çözülmemiz kaçınılmaz olacaktır. Dolayısı ile mesele Türk’ün Türk’e propogandasına indirgenecek kadar basit değil.
    Fetih hadisine gelince, “Bu hadisin Yezid b. Muaviye için uydurulmuş olması muhtemeldir. Zira Kostantiniyye savaşında bulunan ordunun komutanı o idi” iddiasını ortaya koyan kişi anlayış olarak müsteşrik ve Şiîlere çok daha yakın bulunan Mahmud Ebû Reyye’dir ve iddiası da mesnetsizdir. Bilakis hadis ilminde ihtisası bulunan birçok âlim hadisin sahih olduğuna kanidir. Nitekim hadis ilk dönem birçok hadis kaynağında da geçmektedir. detaylı bilgi için bk. http://www.sonpeygamber.info/fetih-hadisi

    • Aynen katılıyorum.
      Ortalıklarda son Bizans hükümdarı diye gezdirilen aile temsilcisini kullanan derin gizli örgütlere hizmet anlamı taşır bu tarz düşünceler.
      Yani bir gizli el.!? Bizans’ı hortlatmak Ve hak iddiasında bulunmak için (Avrupa mahkemelerinden onay ve İngiliz hükümdar sicillerine kayıtlarda yaptırarak ) Bunu zaten misyon edinmiş Roma ve tapınak şövalyeleri bla bla bla olduğunu çoğumuzun bilmediği bir dönemde bu yazı bilerek.! Veya bilmeyerek onlara hizmetten başka birşey değildir./ yazarı takip ediyorum ancak yazarın yaşam Bölgesi Beyoğlu Ve çevresi olunca tapınakçı geleneği örgütlerin Melek yüzlerini göstererek cirit attığı-konumlandığı bu bölgede bu ajan /örgüt yapılanmalarının etkisine girdiğide anlaşılıyor.(o bölgede entellektüel fikirlerin tohumları Avrupa merkezli bu ajan/örgütlerce bizimkilere doğal sohbet ayağına işleniyor).!!!

      • her beğenmediğiniz fikir ajanlık değil mi. dünya size güzel. lakin kullandığınız internet facebook twitter vs de hep gavur icadı aman siz de aslında ajan olmayın.yazarın açık yürekli biçimde aykırı diye tanımlayıp yazmasına karşın adamı asmışsınız. yazıklar olsun size.

  2. 10 numara 5 yıldız dedim azizim ama,”Fetih Hadisi” ile alakalı biraz fazla “İleri” ifade olmuş.O iş hadisçilerin işi ve o hadisle ilgili söylenecek bir şey yok azizim.

  3. İrtihalin (yani akademik metinleri başkasından aşırmanın) bu ülkenin üniverisitelerinde vakayı adiyeden olduğunu bilenlerdenim . Selçuk Altun’un ilk defa Sel yayınlarından çıkan Bizans Sultanı romanının senaryosunu adeta gerçek bir hadise imiş gibi zemin yapan akla ne denebilir. Bu kadar cehalet ancak tahsille mi mümkündür. Yada yarım doktor gibi yarın tahsil yarım okumada mı aynı ölçüde adam öldürüyor Adam değil de toplum ölüyor bu yarım okurların yarım akıllı yorumlarından.
    İlgili yorum sahibine hangi intenet sitesinde Sn.Selçuk Altun’un kitabının tanıtım yazısını okudu ise googleden istifade edip tekrar bir search yapmasını tavsiye ediyorum. Bu arada kitap en az 10 dile çevrildiği için Türkçe yetersiz kalır ise yabancı dil versiyonunu da bir şekilde temin etme imkanı bulunur.
    Bütün herkesin kendileri gibi düşünmesini hayal ve temenni edenlere bu yolda başarılar diliyorum. Görüş ve düşüncelerini her zaman ve her ortamda tereddütsüz ifade edebilmelerini ve bunu sadece kendileri için değil herkes için istemelerini rica ediyorum. http://kalemagency.com/?page_id=1367

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz