- Ihre Evolution verwirklicht Ihre Wünsche - 10 Kasım 2025
- Ist es wirklich Weisheit, wenn der Mensch sich selbst kennt? - 17 Ekim 2025
- Alles Gute auf der Welt ist mit denjenigen verbunden, die gut denken… - 7 Ekim 2025
Her oluşta tüm evrenin katkısı vardır, ancak hiçbir güç mutlu olacağına inanan bir insanın inanç gücü kadar değildir. İnsan, o yüzden tüm evrene rağmen istediğini gerçekleştirebilir güçtedir. Ancak bir sorun var; insanın buna bir şekilde ikna olması veya edilmesi gerek ve sanırım ikna olmuyor olacak ki, gerekçelerini sonu muzaffer olacak bir neticeye gire değil hüsran olacak bir neticeye göre tamamlama yoluna gitmektedir.
İnsanın sorunu, gücünün farkında olmamasıdır.
Nedeni de gideceği yolun doğru olup olmadığından emin olmamasındandır.
Göreli bakış açısından hareket edecek olursak evren her şeyin nedenidir. Ama mutlak bir bakış açısından hareketle bakacak olursak evren bir şeyin nedeni olmadığı gibi, mevcutta değildir. Bize evreni görünür kılan görü sınırımızdaki bir uyanıklık halidir ve doğrusu hayata dair tüm tartışmalarımız da bu hal içindedir, çünkü tüm bu şeyleri bu uyanıklık hali içinde görüyoruz. Oysa bu görece duyuların cevaz verdiği bir görü halidir ve bize görünen her şey o halin doğal bir sonucudur.
Biz her zaman bu hal içinde değiliz; dahası, bilincimizin tüm çabası da bu hali aşmak üzerinedir. Sorun, bilincimiz uyanırken kendisini bu hal içinde görmesi ve kendi doğasına uygun hareket edeceği yerde başkalarından etkilenmesi, onların yaptığını yaparak bir çıkışa ulaşacağını düşünmesidir.
Bu görünür halde kuşkusuz şeyler birbirleriyle ilintilidir, yani belirli bir nedensellik esası üzerinden birbirlerine bağlıdırlar ve sanırım bizi yanıltan da tam olarak budur, çünkü bu görü şartında bir şeyi diğer bir şeyle kanıtlamanın koşulu var. Ve sanırım biz “Samsara Çemberi”ne tam olarak bu sebeple yakalanıyoruz, çünkü bu görü sınırında bir soruyu çözsek bile bu bizde başka bir sorunun kapısını aralıyor bizi mütemadiyen böylesi çözümsüz bir çözüm yolunu kendimize kontrike -empoze- etmemize neden oluyor.
Burada “Samsara Çemberi”ni mecaz anlamda kullandım, anlatmak istediğim kendimizi belirli bir görü şartında bir döngüye kapattığımız ve her seferinde bulduğumuz yeni bir soruya cevap bulurken -farkında veya değil- gelecek başka bir sorunun ortaya çıkmasına neden olduğumuzdur.
Bu iş Jimanji kutusundaki oyun konsolu gibidir, gelişi hiç bitmeyecek bir soru cevap labirentine kendimizi hep bir sonraki cevabın tüm diğer her şeyin cevabı olacağı umudu üzerinden kendimizi kendi ellerimizle sürüklüyoruz. Çünkü algımız bir görü sınırına göredir ve doğrusu görümüzde yine bir algı sınırına göredir. Biz bu yüzden bir sınırı aşsak bile karşımıza başka bir sınır çıkıyor ve böylece hayatımızı tüketene kadar bir sınırdan diğer bir sınıra doğru koşturuyoruz. Bu tıpkı gül bahçesindeki bir genç kızın en iyi gülü seçmeye çalışırken bahçe sonuna elinde gül olmadan varması gibidir. Maalesef hepimiz nedenselliğin bir tutsağı olarak o boyuttan diğer bir boyuta geçmeye çalışırken elimiz boş çıkıyoruz. Zira biz mantığı kendi görü şartımıza göre kanıtlamaya çalışıyoruz.
Biz, gerçek anlamda özgür olmak istiyorsak nedenselliği aşmak zorundayız, yoksa bu birbiriyle ilişkili şeyler dünyasını aşsak bile kendimizi içinde bulacağımız başka bir nedensellik dünyası olacaktır ve biz hep olduğu gibi yalnızca bir sonraki nedenin cevabını bulmaya çalışıyor olacağız.
Kötüsü, bu nedensellik şartlanması içinde bir neden bulmasak bile onu kendimiz yaratıyor, onu olayların mantığına göre kendimiz bir soyutlama yoluna gidiyoruz. Çünkü bir şekilde nedenlerle başlamış, yargımızı nedenlerin çözümleriyle yol aldığımıza dair bir inançla tamamlamış bulunuyoruz. Biz o yüzden her gördüğümüzde bir neden ve her çözümümüzde nedene neden bulamadığımız sürece bir sona gitmeyi kendimize imkansız bir hale getirmiş bulunuyoruz.
Olayların birbirleriyle ilişkileri boyutsal bir görüye göredir; eğer boyutları birer kapı şeklinde alırsak şöyle diyebiliriz: hangi kapıdan bakarsanız bakın o boyutu ona göre görecek, yeni bir nedensellik içinde ona yeni bir çözüm arıyor olacaksınız. Çünkü boyut aynı zamanda sınır demektir ve takdir edersiniz ki her sınırın cevabı da o boyutun sınırladığı sizdeki algı-görünün nedensellik sınırına göredir.
Bundan fazlası olduğunuzu biliyorsunuz, çünkü boyutsal da olsa onca kapıyı siz açmış, onca yolu siz kat etmiş bulunuyorsunuz.
Demem o ki bilincinizin bir bilme sınırı yoktur, siz bir nedensellik içinde yanıtlayabileceğinizi düşündüğünüz sorularla sınırladığınız için siz kendinizi bir nedensellik dünyasına kapatmış bulunuyorsunuz. Sanki “Neden Sonuç Yasası olmasa bir düzen olmaz ve her şey yıkılıp gidecek diye bakıyorsunuz.
Aslında şunu söylememe izin veriniz “Neden Sonuç Yasası” temellerini eskilerin “Hiçbir şey amaçsız değildir” ilkesinden alıyor. Çünkü bu mantığa göre amaç varsa bir nedeni olmak zorundadır. Oysa bir an bunun böyle olduğunu kabul etsek bile, bu sizin her bir olayın nedenlerini bilmek istediğinize işaret olur ki, bu yanlış değildir, ancak yanlış olan buna ömrünüzün yetmeyeceği ve ömrünüzü mütemadiyen böylesi bir çabayla tüketeceğinizdir. Yoksa bilmenin güç ve gücün de kontrol anlamına geldiği ortadadır.
Peki, haklı olarak bana şu soruyu sorma hakkınız doğuyor: Olayları etkilemek için onların ne olduklarını öğrenmenin dışında başka bir yol var mıdır?
Bana göre olayları etkilemek için nedenleri öğrenmeye çalıştığınız sürece bu hep öyle biteviye sürecektir, yol alacağınız muhakkaktır, ancak bu benzer yolları tekrar tekrar benzer şekillerde gitmeye çalışmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Dahası, bu size hiçbir zaman huzur vermeyecek, size umudunuz üzerinden işkence etmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Şu önemli bir sorudur: Amacınız her şeyi bilmek ve onlara hükmetmek midir, yoksa mutlu olmak mıdır?
Eğer amacınız mutlu olmaksa her şeyi bilmeye ihtiyacınız yoktur, kendinize dönmeniz yeterlidir. Sonuçta uğrunda mücadele verdiğiniz her şeyin kaynağı siz değil misiniz?
Olayları değil, kendinizi kontrol edin göreceksiniz her şey kendiliğinden çözülecektir. Ve yapabiliyorsanız başkalarına da kendilerine dönmeyi, kendilerini kontrol etmeyi öğrettiniz; çünkü ancak bu yolla nefret ve rekabetin yarattığı yoksulluk, açlık ve sefalet biter. İyi insanlar diğer yolda da elbette iyi şeyler yapabilir, ancak bir kötülüğü alt etse bile bu onun kendisini ve verebildiği iyilik kadar iyilik verdiğini bir süre iyi hissetmesi dışında başka bir işe yaramayacaktır. Ama yaptığınız bir iyiliğin yerini dolduracak kadar bir iyiliğe sahip değilseniz muhtemelen o yeri kötülük veya nefretiniz işgal edecek ve yaptığınız iyilik belirli bir zamandan sonra kendinizi kötü hissetmenizden başka bir işe yaramayacaktır.
İyilik yapmak için iyi olmak bir kriterdir, ancak bu yeterli değildir, iyiliğin insanın gerçek amacı olduğunu bilince çıkaramadığınız sürece.
O nedenle iyi olmak istiyorsanız öncelikle iyiliğin amacına ulaşmak zorundasınız, yani iyiliği yer yer paşa gönlünüz istediği için değil, bu varlık amacınızın bizzat kendisi olduğu için yapmalısınız. Çünkü gerçek iyilik yer yer yaparak gönül rahatlatmak değil, onun amacına gerçek anlamda ulaşmakla mümkündür.











