Hangi ATATÜRK [1]

0
Latest posts by Emin Keşmer (see all)

Bu yazı dizisinde önce inandığım Atatürk’ü, Atatürkçülüğü; sonra da, asla inanmadığım, eleştirdiğim, imal edilmiş Atatürkçülüğü ve Kemalizmi irdeleyeceğim.

Şuradan başlayayım:

Hangi Atatürkçülüğe inanıyordum?

Daha ilkokuldan başlayarak hayatımın büyük bir bölümünde samimi duygularla bir Atatürk sevgisi, ideali ve onlardan süzülen bir ilerleme, farklı ve örnek alınası bir gelişme, çağdaşlaşma, dünya milletleri arasında onurlu bir yer bulma modeli birleştirdim hayalimde ve ona ciddiyetle inandım.

Neydi o inandığım Atatürk ülküsünün önemli dayanakları:

1-BARIŞ ve ADALET İÇİNDE YAŞAYACAKTIK:

Öncelikle hem ulusal ölçekte hem de bütün dünya uluslarıyla ilgili olarak mutlak BARIŞ’a inanıyorduk.

Önder ‘’Yurtta barış, dünyada barış!’’ demişti ya; buydu işte.

Öyleyse ‘’KORKMA!’’ diyerek büyük bir paranoyaya hapsolup dünya milletlerinin ekserisini kendimize düşman görüp her türden, ecnebî diye nitelenen soylara, uluslara şüpheyle bakmamız, kindarlıkla, kavgacı-geçimsiz bir nobranlıkla ülkemizin gençlerini cephelere sürmemiz gerekmeyecek; yurdumuz dahilinde de insanlığın en iğrenç duygusu ırkçılığa teslim olmayacak ‘’iç düşman’’ yaratıp hayatımızı cehenneme çevirmeyecek, sorunları bilge bir tavırla müzakere ve barış içinde çözecek, böylece bölgede hatta dünyada, tabii ki çok önemli bir coğrafî kavşakta barışın, dirlik-düzenin ve dayanışmanın örnek ülkesi olacak; sakin, dürüst, abartısız, huzurlu, anlaşmış-kaynaşmış bir kütle olarak dayanışmacı ve de bayındır bir hayat yaşayacaktık.

2-BİLİMİN YOLUNDAN GİDECEKTİK :

Büyük önder ne demişti: ‘’Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.’’

O zaman artık dogmalara, gerçekliği tartışmalı hamasî laflara, bin yıllardan sürüp gelen birbirini tutmaz, tamamlamaz, alabildiğine çelişkili, bilimi dışlayıcı masallara, efsanelere, hurafelere inanmam, onlardan kendime azgın, aşkın, bencil, kindar, karalamacı bir ideoloji oluşturmam gerekmeyecekti.

Bu da beni rahatlatan ve tatmin eden bir ‘çağdaşlık’ ve akılcılık seviyesi idi.

3-ANLAŞMIŞ KAYNAŞMIŞ BİR KİTLE OLCAKTIK:

Saf ve temiz duygularla VATANI, MİLLETİ SEVME’ye inandık.

Değil mi ki Atatürk bu memleketi karış karış kurtarmış, onu geliştirmek için durmadan dinlenmeden, bir yandan Osmanlı borçlarını öderken bir yandan da fabrikalar, üretim tesisleri, işletmeler açmış, yabancıların tekelinde olan işletmeleri çabucak kamuya mal etmiş, tarımı hayvancılığı geliştirmiş, var olanları ıslah etmek, daha yenilerini kurmak için seferber olmuş.

Milletimizin refah seviyesini geliştirmek, daha kaliteli bir toplumsal hayat oluşturmak için duraksamadan fabrikalardan başka yeni ve çağdaş okullar kurmuş; sanata, inceliklere, zarafete, ortak değerleri yüceltmeye meyledip buna imkan sağlayan alanlar, kurumlar açmış; Batılı, çağdaş, modern bir ülke yaratmak için emekler vermişti.

Böylece sırf askerde savaşıp ölmeye göndermek için adam lazım olunca hatırlanan, sefalet içinde kıvranan ahali yerine kendine yeten bir ülke hayaliyle yeni yeni atılımlarla yürünmüş ve bu bayındırlığın peşinde koşulmuştu.

Artık o milletin en yoksul olanları da hor görülen uşak, tebaa, ahali, kullar değil eşit ve özgür yurttaşlar olarak ‘’gerçek efendiler’’ olacaktı (?)

En büyük devrim belki de buydu!

4-BOŞ İNANÇLARA MAHKUM OLMAYACAKTIK:

İnandığım ülkü bir dogma değildi. Bu da beni rahatlatıyordu.

Çünkü önderimiz mealen demişti ki: ‘’Bir gün benim fikirlerimin bilimle çeliştiğini görürseniz, siz bilimin yolunda yürüyeceksiniz.’’

Ayrıca ne demişti: ‘’Beni anlamak demek, bu muazzam idealler istikametinde beni de aşıp muasır medeniyet yolunda ilerlemek demektir.’’

Bu da harika bir duygu vermekte idi bana…

-Demek ki durmadan tekrar edilen ve sakız gibi biteviye çiğneye çiğneye giderek içeriğini dahi unutacağımız ve ağır şartlanmalar içeren sloganlarla ezberlere, ırkçı marşlara, ruhsuz ve kalıplaşmış bir tapınmaya ‘geri ve ilkel milletler’ gibi teslim olmayacaktık.

5-IRKÇILIKTAN KURTULACAK, ZULÜM YAPMAYACAKTIK:

Başka türlü inananlara, farklı soylara karşı zoraki dayatmalara da ihtiyaç duymayacaktık.

Çünkü, madem her şey, ayırt etmeksizin bütün insanlarımızın mutluluğu içindi, o zaman sorunlarımıza da dövüşüp dalaşmadan çözümler üretebilecektik.

Değil mi ki önder büyük mücadelesini diğer bütün mazlum milletler adına da yaptığı için bu kadar kanlı olduğunu söylemekteydi.

-Dirlik ve düzenimiz kim ne derse desin, kim kötü niyetle kışkırtmaya kalkarsa kalksın bozulmayacaktı.

Çünkü eğer bizim ülkemizin ‘’millî’’ bedeninde maddi (ekonomik) bir bozukluk ve suiniyet yoksa, bazı şeyler inadına yanlış, inadına sömürmek ve haksız menfaat temin etmek için yapılmıyorsa, büyük halk kütlesine durmadan yalanlar söylenip o zavallılar aldatılmıyorsa, birileri kendi çıkarları uğruna toplumun varlıklarını, imkanlarını aşırmıyorsa, her şey saf ve dürüst bir azimle ve samimiyetle icra ediliyorsa, o bozguncu, kötü niyetli ‘dış mihraklar’ın asla ülkemizi karıştırma, bozma, ‘bekâsına halel getirme’ şansı bulunmayacaktı.

6-ÖZGÜR OLACAKTIK:

İnsanları sömürmek, binlerce yıllık doğal değerlerinden koparıp sığ bir hayata, insan eliyle belirlenmiş kör talihlerine mahkum ve razı etmek için başına vura vura ritüeller ezberletmemiz, manasız kurallar koymamız, sahte törenler düzenlememiz, zorbalık yapmamız, böylece huzursuz bir iklime hep birlikte mecbur kalmamız gerekmeyecekti.

Ne diyordu önder:

‘Bugün güneşin doğduğunu nasıl görüyorsam bütün mazlum milletlerin de bir gün özgürlük ve bağımsızlığına kavuşacaklarını öyle görüyorum ve buna inanıyorum.’

Çünkü diyordu:

’Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.’

7-İNANCIMIZA KARIŞILMAYACAKTI:

Özü, insanî değerleri törpülenmiş, ahaliyi tevekküle, kaderine razı kılmaya, boyun eğdirmeye ve yalanlar, sahte tefsirler, hadisler uydurarak onlardan çalmaya yarayan bir DİN’e yönetim aracı olarak mahkum kalmayacak; yerine YENİ BİR DİN de oluşturmayacaktık.

Herkes özgürce dilediğine inanacaktı.

-İnandığım Atatürkçülük ülküsünün bu yanları, bu tapınmacı değil oradan feyz alınarak yürünecek gelişmeci yanları da beni tatmin eden bir şeydi.

İşte HANGİ ATATÜRK denince…

Benim inandığım ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK bu idi.

Bunda toplumun çeşitli katmanlarını rahatsız eden bir yan veya çelişki yoktu sanıyordum.

Barış içinde bir arada yaşamanın ve dirlik düzenliğin yegane yolu budur diye inanıyordum.

NOT: Yazı dizisinin devamında ‘Neler oldu da bütün bunları başaramadık?’ sorunsalını irdelemek istiyorum?

Önceki İçerikYeni Yıla, Yeni Bir Dalga: Hangi Dalgayı Yakalayacağınız Size Kalmış!
Sonraki İçerikPembe Nine
Eğitimci, Oyun Yazarı ve Yönetmen ÖZGEÇMİŞ: 1954 Tirebolu doğumlu Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 34 yıl çeşitli liselerde Edebiyat Öğretmenliği ve Müdürlük yaptı. 4 yıl Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. ESERLERİ: Bir Poşet İstanbul Toprağı (Roman, 2012 Yunus Emre’yi Kim Öldürdü (Roman dosyası) Devlet Tiyatroları Repertuarına Alınan Oyunları (2012): Vah Güzel İstanbul Yunus Emre’yi Kim Öldürdü? Yaşamın Kıyısında Zirzop Kral Aldığı Ödüller: BASÜBADELMEVT oyunu Kör Sema Oyun Yazma Yarışması, Birincilik Ödülü NUH’UN AĞRISI oyunu Aydın Üstüntaş Jüri Özel Ödülü Yazdığı Diğer Oyunlar: Mutluluk Tarifleri, Kulüp Paragöz/ Anatolia Yolu / Yurdun Seni Çağırıyor Nazım/ Son Oidipus/ Savaş Devam Ediyor/ İyi Aileler İyi Çocuklar/ Bir Ateş Ver (Kahır Yolcusu Bir Zamane Dervişi: Ruhi Su), Melekut, Girdap Nasrettin Hoca’nın Biri Bir Gün (Çocuk Oyunu) Kuşlar Cumhuriyeti (Çocuk Oyunu) Gençlik Tiyatroları Festivallerinde kendi yazıp yönettiği oyunlarla ödüller almış; Yunanistan ve İsviçre’de bu oyunlarıyla turneler yapmıştır. Oyunları ülkenin birçok şehrinde amatör veya yarı amatör topluluklarca; üniversite-lise, ilköğretim tiyatro topluluklarınca oynanmıştır. 2013’ten beri Amerika’da yaşamaktadır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz