- Mezhepçi(!) Siyasetin Sonu - 11 Mart 2023
- Meşruiyet Listesi ve Ortak Politikalar Mutabakat Metni - 1 Şubat 2023
- “O Gidenler de Hep Senin Gibiydiler” - 11 Aralık 2022
Giderek keskinleşen toplumsal ayrışmalarla yaşamak durumunda kalıyoruz.
Kimin ne dediğinden ziyade, kimin neden fikir beyan ettiği de bu keskinleşen ve gerginleşen ortamda, maalesef ki arada kaynıyor, kaynatılıyor..
Şu bir gerçek ki her dönemin faydacıları ve faydalananları olduğu gibi, bu dönemimin de hem faydalı olanları var, hem de bu kargaşa, öfke, keskinleşen gruplaşmalardan nemalanmayı akbaba gibi bekleyen faydalananları var.
Tarihte hep olduğu üzere, savaşlardan, kavgalardan, tehlikelerden medet uman, zengin olan, mevki, makam, güç, kudret sahibi olunanlar kadar, daha da fakirleşen, elindekilerden mahrum bırakılan, aciz ve perişanlığa itilen insanlar da oldu..olacak da..!
Tarihin akışı önünde durmak mümkün değil!
Ölenler dahi bu akıp giden zamana engel olamadıkları gibi, bir dönem kahraman, fedakar, cüretkar gibi sıfatlara bürünüp, yine bir başka zamandan geçtikten sonra da bu sefer, hain ve bilumum ötekileştirilen sıfatlarla anılmayı sürdürüyor.
Ölçümü zor da olsa, bu gelişmelerden en karlı çıkanların, her ne kadar “taraf olmayan bertaraf olur” dense de, taraf olmayan, renklerini belli etmeyen, sade ve kendinden emin şekilde ve vicdanlarının sesi ile hareket edenler olduğunu düşünüyorum..
Öyle ki, toplumlardan etkilenen ve de korkutuldukları için yönlendirilen, ümitsizliği bir yaşam biçimi haline getirilen kesimler, kişiler, “etki ortamı” değiştikten sonra kandırıldığını, kullanıldığını ve verdiği mücadele, destek, köstek için pişmanlıklar da yaşamak zorunda kalıyor, hatta vicdan muhasebelerinde hem kendilerine, hem de özellikle gelecek toplumlara karşı bir borç yükü altına girdiğini anlamış oluyor.
Önümüzdeki referandum sürecinin henüz başında, “evet”çiler ile ”hayır”cılar arasında daha şimdiden kutuplaşmalar başladı bile.
Sanat ve spor camiasındaki bazı isimlerle başlayan taraf olma furyası, bu sektörlerin takipçileri, sevenleri içindeki fanatiklerce de takip altına alındı.
Sevgisinden ve saygısından vazgeçenler kadar, nefretinden ve hoşgörüsüzlüğünden de vazgeçenlerin olduğunu görür olduk.
Tüm bu yaşananlar ortayken, unutulan, unutturulan, görülmeyen, ölçülmeyen, fark edilmeyen ya da fark ettirilmeyen yeni gündemler de peşin sıra geliyor…
Mesela, anayasanın ilk dört maddesinin de değiştirilebilir olacağının gündeme getirilmesi!
**
Fiili Başkent..!
Gerçi her ne kadar kendi parti yetkililerince bile tepki(!) verilse de, bu tepkilerin de samimiyetinin toplumun bir diğer kesimleri tarafından da kabul görmediğini, inandırıcı bulunmadığını da görüyoruz.
Uzun zamandır Ankara dışında da günlerin, haftaların geçirildiği, birçok organizasyonların, toplantıların, resmi görüşmelerin, ulusal ve uluslararası mesajların verildiği kent, İstanbul..
Önceleri, Tarabya’daki Cumhurbaşkanlığı (Huber) köşkü ile anılan İstanbul, AK Parti iktidarı ile birlikte “Başbakanlık Çalışma” ofisleriyle Ankara dışında da anılan bir kent oldu..
Hükümet yetkilileri ile Cumhurbaşkanı’nın neredeyse tüm vaktini geçirdiği, çalışma hayatı ile yaşamlarını sürdürdüğü, adeta başkent edasıyla ağırlığı giderek artan bir İstanbul’u düşündüğümüzde, “Fiili Başkent” edası hissetmek mümkün değil sanırım…
Yani, anayasanın 3. maddesindeki “Başkenti Ankara’dır” ifadesi, değiştirilmesi teklif dahi edilmeden adeta fiili olarak değiştirilmiş gibi…
***
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” ve “Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi”
Toplum “terörle” yaşamaya alıştırılıyor eleştirileri sürüyor..
Bu konuda şimdilik,daha ayrıntılı düşünce aktarmanın gerekli olduğunu düşünmüyorum.
Olan biten her şey, yazılı ve görsel medyada zaten yeterince yer buluyor.
Yaşananlar, yaşatılanlar karşısında bireylerin yorumları, değerlendirmeleri de muhakkak ki kendi takdirlerinde…
Ancak, İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’nun yayınlamış olduğu, 22 Aralık 2016 tarihli “Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi” başlıklı genelgesi için düşüncelerimi paylaşmak isterim.
Bilindiği üzere, “yurtiçinde kamu düzenini ve güvenliğini ciddi şekilde bozucu nitelikte olayların yönetimi ve koordinasyonu amacıyla bakanlıkta “Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi’nin kurulacağı” talimatı verilmişti..
Bakan Soylu, “son yıllarda dünyada ve ülkemizde toplumun düzenini ve güvenliğini, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini olumsuz etkileyen, huzurunu bozan, yaşam standardını ve kalitesini düşüren, bireylerin ve toplumun refahını azaltan olaylarda artış gözlemlenmekte ve bu olaylar yönetimsel açıdan daha karmaşık, çok katmanlı, bütün toplum kesimlerini ve kurumsal yapıları etkileyen bir özellik göstermektedir” ifadelerini kullanmıştı..
Devamında; “karşı karşıya kaldığımız bu yeni nesil sorunların karakter, nitelik, içerik ve kapsamına bakıldığında bunların sadece kamu eliyle alınacak tedbirlerle çözülmesi mümkün gözükmemektedir.
Bütün bu sorunlarla mücadele ederken, kamunun yanı sıra sivil toplum, iş dünyası, halk ve ilgili bütün aktör kesimlerin yönetim süreçlerine dahil edilerek katılımcılığın ve sahiplenmenin arttırılması; vatandaşı merkeze alarak oluşan ve oluşması muhtemel mağduriyet ve zararların giderilmesi için yeni bir yaklaşım ortaya konulması önem arz etmektedir” diyerek,
Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezlerinin de, “insan yaşamını koruma, sorunlara dirençli, huzur ve refahın hakim olduğu müreffeh bir toplum oluşturma” amacıyla kurulduğunu savunmuştu.
İyi ama benim merak ettiğim husus, Resmi Gazete’nin 04.03.2010 tarihli nüshasında yayımlanarak yürürlüğe giren 5952 sayılı ”Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” ile İçişleri Bakanlığına bağlı olarak kurulduğundan, İçişleri Bakanının haberi yok muydu acaba?
Öyle ki, “Toplumsal kurumların ve halkın desteğini alarak terör tehdidinin ortadan kaldırılmasında öncü rol oynayan, ulusal ve uluslararası düzeyde söz sahibi bir kurum olmak” vizyonu..
“Terörle mücadeleye ilişkin politika ve stratejileri geliştirmek ve bu konuda ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak” misyonu ile kurulan “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” olduğu yerde dururken, şimdi neden acaba aynı ve benzer görevler için “Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi” kurulmasına karar verildi ki?
Birçok kamusal alanlardaki yetki ve sorumlulukta teklik mücadelesi verilirken, şahsen kamu güvenliği ile ilgili önemli gördüğüm bu her iki kurum çalışmalarında, neden acaba ayrışma gereği duyuldu?