Heybe Felsefesi

0

 

Yazıya başlarken kendimize birkaç soru soralım, sonrasında ise bu “heybe felsefesi” neymiş onu inceleyelim.

İnsan neden okur? Neden okumalı? Okuduklarını sadece hamal gibi taşımalı mı? Yoksa onu işleyip ürün haline mi getirmeli?

Günümüzde üniversite mezunu olabilmek için 16-17 sene eğitim alıyor, okuyoruz. Peki onca sene okuduklarımız bizi nereye ulaştırıyor? Derslerde gördüğümüz tonlarca bilgiyi, okuduğumuz kitapları bir fabrika gibi işleyerek ürüne dönüştürebiliyor muyuz yoksa sadece “bilgi hamallığı” mı yapıyoruz?

Bu ve buna benzer soruları sorduğumuzda; bilgiyi işleyen, öğüten, kullanılır hale getirebilen insan sayısının çok az olduğunu görüyoruz. Geriye kalan çoğunluk ise, öğrendikleri üzerinde düşünmeyen, bilginin hamallığını yapan, ayaklı kütüphanelerden ibarettir.

HEYBE FELSEFESİ

‘Heybe’ sözlükte, “içine öteberi koymaya yarayan, genellikle kıldan, pamuk ipliğinden ya da yünden dokunmuş bir tür torba, çanta” diye tanımlanıyor. Bilgi ve düşünce heybesi ise sınırları olmayan bir çanta…

 

Şimdi yazılarını, kitaplarını ve videolarını yeni takibe başladığım bir isimden ve onun felsefesinden bahsedeceğim. Sosyal mecralardan takip etmenizi de önereceğim kişi Yüce Zerey.

Yüce Zerey, heybe felsefesini şöyle tanımlıyor:

Heybe felsefesi, günümüz toplumunda, bilgi ve algı çöplüğünün arasından kendisi, değerleri ve toplum için doğru bilgileri seçebilen, seçtiği bilgileri anlayabilen ve anlamlandırabilen, bu bilgilerle bireye ve topluma değer katmayı amaçlayan bir düşünce yapısıdır.”

Heybe Felsefesi düşünce düzleminde tanımladığımız aktörleri de;

“Heybeci, heybe felsefesi tanımını içselleştirmiş, kendine ve topluma değer katan felsefe insanı

Haybeci, kendini öğrenmeye adamış, bilgi ve algı çöplüğünün arasından kendisi ve toplum için doğru bilgileri seçebilen, seçtiği bilgileri anlayabilen, fakat anlamlandıramayan ve aksiyon almayan araf insanı…

Bilgi Eşeği, amaçsızca bilgi arayan, toplayan, arşivleyen, bilgiyi tüketen ama üzerinde düşünmeyen, anlamayan, kendi egosunun tekelinde barındıran, topluma değer katma amacında olmayan eşek insanı…”

Geçelim Peyami Safa’nın bu konuda yazdıklarına. Kendisini “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” eseriyle tanıdığım ancak devamında maalesef hiçbir eserini okumadığım bir yazarımız. Bugünden tezi yok diğer eserlerini de alıp okuyacağım.

peyami-safa

Peyami Safa’nın 20 Eylül 1938’de Yedigün’de yazdığı yazı:

“Ayaklı kütüphane denilen adamların lehinde ve aleyhinde çok şey söylenmiştir. Bunların kafalarında kitap, midede övütülen ekmek gibi değil, ambarda bekleyen buğday gibi durur. Nasıl konmuşsa öyledir. Kana ve hayatına karışmamıştır. Onların bilgileriyle zekâları arasındaki münasebet, bir kitapla bir kütüphanenin raf tahtası arasındaki münasebetin aynıdır: Biri ötekinin üstüne binmekle kalır.

Kitap, adamı beslemezse şişirir, bilgilerin yağıyla şişmanlatır. Ayaklı kütüphane denilen adamlar, manevi bünyelerinde fikirden ziyade semen bulunan mahluklardır: ilmin şişkolarıdır. Bunun için sağlam yapılı bir kafa, dolu bir kafadan üstündür ve düşünmek bir fikre gebe kalmaktan başka bir şey olmadığı için, kitapların en güzelleri, düşündürücü ve doğurucu eserlerdir.

 Yine bunun için uyanık bir zekâ, okurken her an şüphe içindedir. Bu şüphe at sineği gibidir: Savarsınız yine gelir. Bizi rahatsız etmesine mukabil, demin bahsettiğim kötü dalgınlıktan kurtarmak gibi, sinirlendirici olsa bile uyandırıcı tesiri vardır.

 Aynı kitabı birkaç defa okumak, ayrı ayrı birkaç kitap okumaktan daha faydalıdır. Çünkü okumakta gaye müellifin ne düşündüğünü anlamaktan ve bir şey öğrenmekten ibaret değildir. Kitapla okuyucunun zekâsı evlenmeli ve mahsul vermelidir.” (Yedigün, 20 Eylül 1938)

Üniversitelerimiz ihtisas adamları yetiştirirler, münevver yetiştirmezler.

Yine Peyami Safa’nın 1959’da Tercüman Gazetesinde çıkan bir yazısına göz atalım.  Sözü, “gerçek tahsil üniversitenin son sınıfında başlar” diyen söz üstadına bırakalım:

  “Münevver Kime Derler?

Herhangi bir ilim ve teknik dalında yetki sahibi olanlar, umumi kültür sahibi olanlar, ansiklopedik bilgi sahibi olanlar münevverdir.

Umumi kültürle ansiklopedik bilgiyi birbirinden ayırışımın sebebi, her bilgi sahibinin kültürlü olmamasıdır. Bilgi kültürün ham maddesidir. Lazımdır, fakat kafi değildir. Bilginin, kültür haline gelebilmesi için, zekanın endüstrisinde mamül madde, yani fikir haline gelmesi gerekir.

Mütehassısların kendi sahaları için münevver olduklarına şüphe yoktur. Fakat bunların insan kaderini toplu bir şekilde ilgilendiren meseleler hakkında fikirleri olsa bile güvenilmez. Bir matematikçi, eğer herhangi bir sosyal meselenin tarihi ve dayandığı ilim dalları hakkında yeter bilgiye sahip değilse, mücerred mantıkla yapacağı muhakemelerde hatadan hataya düşmeye mahkumdur.

Gerçek münevver, bütün ilimlerin ve felsefe sistemlerinin esasları, tarifi safhaları ve son verileri hakkında bilgi sahibi olan ve bu bilgiyi, şahsi temayül ve ihtiraslarının tesirinden kurtarıp objektif planda fikir haline getiren insandır.

Üniversitelerimiz ihtisas adamları yetiştirirler, münevver yetiştirmezler. Gerçek münevverleri okul değil, hayat yetiştirir. Onlar kendi kendilerinin hocasıdır. Tecrübe ile pişmiş bir bilgi yaşanmış bir bilgi onların kültürünü vücuda getirir. Bunun içindir ki gerçek tahsil, üniversitelerin son sınıfında başlar…” (Tercüman, 3 Kasım 1959)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz