İslamda İbadet Anlayışı

2
Mehmet Gündoğdu
Latest posts by Mehmet Gündoğdu (see all)

İBADET: Sözlükte “عبد/abd” kökünden olup, Arapça ve komşu dilleri Aramice, Akkadça, İbranîce, Süryanîce, Habeşçe gibi Sami dillerinin hepsinde “yapmak, meydana getirmek, ortaya çıkarmak, çalışmak, üretmek” demektir. 

Allah için kullanılan BEDAET kelimesi de; kökün harfleri değişmeden “بدع/bda”ya dönüşümü ile “yaratmak, yapmak, meydana getirmek, icat etmek, bir şeyi ilk olarak ortaya çıkarmak” anlamındadır. Son harfin “hemzelif”e dönüşmesi ile “بدأ/bde”  de ise yine mana pek bozulmayarak bir şeyi “başlatmak, ortaya çıkarmak, icat etmek” manası kazanır. 

Şu halde yapılan/üretilen iş ve oluşun faili Allah ise buna bedaet, ibda, mubdi’, faili insan ise buna da ibadet, ubudiyet, taabbud deniyor. Her ikisinde de ortak anlamın yapmak, ortaya çıkarmak, üretmek, meydana getirmek olduğunu görüyoruz.

Öte yandan ‘abd’ kelimesi Kuran’ın nazil olduğu dünyada/zamanda yaygın olarak kullanılıyordu. Özellikle birtakım putlara, krallara ve imparatorlara yönelik olarak “arz-ı ubudiyet etmek” veya “kul köle olmak” deniliyordu. 

Babil, Sasani, Mısır, Roma, Bizans gibi eski dünyanın Tanrı-Devlet kralları ahaliye “kullarım, kölelerim” diye seslenirlerdi. Kendilerine de Tanrı’nın oğlu, temsilcisi veya doğrudan Tanrı derlerdi.

Kuran’daki ‘abd’ kavramı işte bu anlayışı tashih etmek üzere; Kur’an bunu alıp kullandı ve fakat kavramın içeriğini değiştirdi. “Yalnız sana ibadet ederiz” ifadesindeki “ancak, yalnızca, sadece, sırf, salt” anlamına gelen “  إيا/iyya” sözcügünün önce gelmesinden de anlaşılacağı gibi bu hususiyet ifade eden bir tepki ifadesidir (kasr ve ihtisas) ki “başkasına değil” anlamı vererek bunu ifade etmiştir.

Dolayısıyla ibare “Başkalarının putlara, krallara tapındığı gibi biz de sana tapınırız, kulluk-kölelik ederiz” değil; ilkten “Putlara ve krallara tapınmayı reddederiz, biz sadece ve ancak sana ibadet ederiz” manasında ikrarı ifade eder. 

Nitekim ilk sahabe nesli bunu böyle anlayarak her tür put tapınmasını, krallara kulluk arz-ı endam edilmesini reddetmişler ve Allah’a yönelerek bu tür bağlardan azat olmuşlardır. Bu ise insanoğlunu, insan olma yolunda zorlayıcı bir içkinlikle ilerletmiştir…

Bu, her yanı tanrı-kral anlayışı ve kulluk-kölelik ilişkileriyle dolu bir dünyaya çölün içlerinden yükselen, insanî özgürlük çağrısıdır.

Ardından taşındığı yeni Kur’an ikliminde abd kavramı “yâr ile yolculuk’a” dönüşmüştür. Bunun anlamı ise insanın batıl bağımlılıklardan azat olması, ilâhî anlam ve mananın derinliklerinde durmaksızın yol almasını ifade eder.

Allah ile canı gönülden dost olması, O’nun sınırsız, şekilsiz, enlemsiz, boylamsız ve sonsuz varlığında kendini açması, iş ve oluş üretmesi, ortaya çıkarması, meydana getirmesi, inkişaf ettirmesi manasına gelir İslam’da ibadet. 

Bu nedenle Allah’ın yapması/edip eylemesi anlamına gelen yaratmak, varlık oluşturmak, icat etmek birer iş ve oluş yani ibda olduğu gibi; İnsanın yapması/edip eylemesi anlamına gelen çalışma, üretme, icat etme, meydana getirme, mücadele etme, direnme, imar etme, zulme karşı mücadele, iyilik yapma, güzel davranma, doğru olma (amel-i salih) vs. de birer iş ve oluşlar,  ibadet olur

Zorla özgürlüğüne el konulmuş bir insan efendisi için iş ve oluş üretirse buna da abd (kul köle) denir. Ancak Allah/insan ilişkisi bu manada efendi/köle ilişkisi değildir. Bu, efendi/köle ilişkilerinin yaygın olduğu bir dünyanın muhayyilesidir. Şüphesiz Kur’an bu muhayyileye hitap etmiştir fakat onu dönüştürmüş, diğer birçok konuda olduğu gibi içeriğine müdahale etmek maksadıyla kullanmıştır.

Oysa gerçekte bu ilişki yalın olarak Allah/insan ilişkisi olarak okunmalıdır. Çünkü insanın burada özgürlüğüne zorla el konulmaz. Bilakis insan kendi özgür iradesiyle, canı gönülden Allah’a yönelir, O’nun sonsuz sevgi ve merhametine karşılık insanî sevgi ve saygıyla karşılık verir. Bu nedenle de O’nun için çalışır, çabalar ve O’nun yolunda tarihin meydanında “yürür”… 

Burada, Kuran’ın, 7. yüzyılda putların, kralların, imparatorların, din adamlarının vs. önünde yerlerde sürünen insanoğlunu alıp nasıl yücelttiğine, özgürleştirdiğine dikkat edilmelidir. 

Bu nedenledir ki Kur’an, tanrılık taslayan otoritelere (tâğut) tapanlardan (Maide; 5/60), ruhunu kötülük sarmış şer odaklarına (şeytân) tapanlardan (Yasin; 36/71), put heykellerine (esnâm) tapanlardan (Şuara; 26/71), insanların birbirine tapmasından (Ali-İmran; 5/64), ataların taptığına tapıp durmaktan (Hud; 11/62), peygambere ve din adamlarına tapanlardan (Tevbe; 9/31) özellikle bahseder. Bunların dışındakileri de Allah’tan başkası ( min dunillah) diyerek mahkûm eder.

İlginçtir, Kur’an ibadet kelimesini 278 yerde geçmesine rağmen, namaz kılmak (ikamu’s-salât), oruç (savm), hacc ve umre, kurban (hedy) gibi bizim “ibadet” dediğimiz şeylere izafe ederek kullanmaz.

Kur’an’ın bunlardan bahsederken kullandığı kavram نسك/ nusuk, مناسك  /menasik’dir. Kur’an’da 7 yerde geçen bu kelime kullanılırken ( Bakara; 2/196, En’am; 6/163) genelleme yapılması yani namaz, oruç, kurban vs. tüm “şeklî ibadetleri” içine alacak şekilde kullanılması dikkat çekicidir.

Manâsik kelimesi genelde hacdaki ibadet şekilleri için kullanılsada sadece hacdaki ibadet şekilleri demek değildir. Şu halde namaz, oruç, hacc, umre, kurban bizim menâsikimiz olmaktadır. İbadet, bunları da içine alan çok daha geniş bir kavramdır. Dolayısıyla ibadeti, sayısı bir elin parmağını geçmeyen menâsike indirgemek hiç de doğru değildir. Zaten Kur’an onlara menâsik demiştir.

Öyle görünüyor ki Kur’an’ın ibadetten kastettiği, hayatı, yukarıda sayılan bir takım kişi, otorite, odak ve mercilere tapınarak değil; Allah bilinci (şuuru) ile yaşamaktır. Bundan dolayı da ibadet tarihin, hayatın ve tabiatın içinde canlı bir faaliyet olarak görmek icabeder.

Allah görünen bir nesne olmadığı ve herhangi bir insanda, peygamberde, kurumda, otoritede tecessüm etmediği için, yer ve mekân da biçilemeyeceği için, son tahlilde Allah’a ibadet, görünür nesnelerden tam bir bağımsızlaşmayla “insanın” bütün görkemi ile ortaya çıkışıdır.

Artık bu ortaya çıkışta abd-mabud ilişkisi efendi-köle ilişkisini değil; yâr-yarân, âşık-mâşuk, seven-sevilen ilişkisini ifade eder.

İbadet; sevdiğin için uğraş ve çabaya,

Dua; sevdiğinle iyi günde kötü günde istek, çağrı ve dertleşmeye,

Namaz; sevdiğinle buluşmaya dönüşür… 

Bu nedenle İslam’da namaz, oruç vs. tabiri caizse “ibadet doğuran ibadetler” dir. Daha doğrusu “ibadet doğuran menasiklerdir.

Nusuk/menâsik kelimesini Arap bakın nerelerde kullanıyor: Toprağı ıslah için gübrelemek (nusuku’l-ard), yeni yağmur yağıp yeşillenmiş toprak (ardun nâsike)…

Demek ki nusuk, toprak için nasıl gübre ve yağmur oluyor da yeni ürün bitirtiyor, yeşillendiriyorsa, Müslüman için de menâsik böyledir. O da insanda yeni ameller doğurtur; başka iyi, güzel ve doğru davranışlara vesile olur. Bunun için nusukların şahı olan namaz bütün kötülüklerden alıkoyar (Ankebut,29/45).

Yani toprak için gübre ve yağmur neyse, insan için da namaz odur… Demek ki İslam’da nusuk/menâsik bir tapınma değildir. Yaparsın ve orada bitmez. Gübre gibi başka bir şeyin doğmasına, yağmur gibi de başka bir şeyin canlanmasına, hayat bulmasına neden olur. Bunun için statik değil dinamiktir. Statik olana tapınma, dinamik olana nusuk denir.

 Demek ki nusuk/menasik şekil ve ritüel ile sınırlı ve daha dar iken, ibadet hayatın tüm alanlarına yayılmaktadır. Yani nusuk/menasik Müslüman insan yoluyla hayatı gübrelemekte, yağmur olup yağmakta ve hayatın içinde canlı bir faaliyet olarak ibadetleri ortaya doğurmaktadır.

Bu anlamda ibadetin yeri ve mekânı yoktur.  Mekânın her yerinde ve zamanın her anında canlı bir faaliyet olarak görünür; bazen bir yoksulun sofrasında, bazen bir annenin yavrusuna atılışında, bazen bir gönlün titreyişinde, bazen bir adalet terazisinde, bazen bir esnafın alışverişinde, bazen yakarışta, bazen haykırışta, bazen ağlayışta, bazen gülüşte, bazen sözde, bazen namusta, bazen sadakatte, bazen iffette…

Böyle olunca sizin dünya görüşünüz ve hayat tarzınız dininiz, dininiz de dünya görüşünüz ve hayat tarzınız olur. Faaliyetiniz ibadetiniz, ibadetiniz de faaliyetiniz manasına gelir.

Bu nedenle gerçek din hava gibidir. Hiçbir yerde görünmez ama herkesi yaşatan odur.

Gerçek ibadet de su gibidir. Her yerden akar, her şekle girer. Zira ibadet hem yapana hem de canlı-cansız başkalarına/diğerlerine hayat verir.

Vesselam

Kaynak: Bana Dinden Bahset, İnşa Yayınları, İst., 2010, s. 17-29

2 YORUMLAR

  1. Merhaba Mehmet Bey.. iki yazınızı da okudum ve oldukça müstefid oldum zira bu düşüncelerinizi uzun süredir bizler de dillendiriyoruz. Müslümanların ayağa kalkmasının ilk şıkkı, “ibadet” kavramının vahyi anlamının iade-i itibarıyla mümkün olacağını düşünmekteyiz.

    İnsanları Tanrı’ya kulluktan Allah’a ibadete yönlendirmek, bugün için hayati önemi haizdir.

    İbadetle ilgili yakın zamanda rast geldiğimi uzun bir tez çalışması, beni düşüncelerim noktasında tahkim etti.

    Bu meseleleri konuşmak için sizinle görüşmek isteriz. Siz de uygun görürseniz lütfen irtibata geçelim. Bana mail üzerinden geri dönüş sağlarsanız telefonla da iletişime geçebiliriz. Bizler İstanbul Fatih’te bir vakıf bünyesinde faaliyet gösteriyoruz.

    Tekrar teşekkür ediyorum.. en kısa zamanda görüşmek dileğiyle…

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz