İsmet Özel’den AKP’ye Ağır Bir Eleştiri

2

45 yıllık kısa hayatına çokça hikayeler sığdırmış olan Henry David Thoreau’yu zihnimize unutulmamak üzere nakşeden tabii ki İsmet Özel’dir.

Haksız bir vergiye isyan eden Henry hapistedir. Kadim dostu Ralph Waldo Emmerson meraklanarak hapise koşturur. Arkadaşının ona söylediği tek bir söz vardır:
“Waldo Sen Neden Burada Değilsin.”

İsmet Özel’in Türkiye siyasi hayatındaki yeri tartışılmazdır. Bu yerin hiç kuşku yok ki kendini siyaseten dini duygulara yakın görenler için özelliği çok daha fazladır.

Şair İsmet Özel her görüşten insanın zihninde ve imgesinde yer etmiş olsa da, yazar İsmet Özel Türkiye siyasetinin en sağ kanadını yeşil formasıyla güçlendirmiştir.

İsmet Özel’e ilham veren yukarıdaki sözü bugünlere teşmil ettiğimizde aradan geçen yaklaşık 150 küsur seneye rağmen, bu sözün ülkemiz için geçerliğini fazlasıyla koruduğunu söyleyebiliriz.

Bugünün Thoreau’ları da, sadece haksızlığa karşı duruşlarının bedelini parmaklıklar ardına düşerek ödüyorlar.
Ülkenin artık hiç de sevimli gelmeyen gündeminde tarihte görülmemiş düzeyde bir kutuplaşma yaşanıyor.

Bütün bu yaşananlara bakınca İsmet Özel’in bir dönem kalpleri ısıtan ve Thoreau’yu Türk halkına sevdiren sözlerinin hiç anlaşılmadığını söylemeliyiz.

İsmet Özel’in atıf yaptığı sözlerin müellifi Thoreau, tek cümleyle “haksız bir devlet”e isyanı öğütleyen bir kişidir.
Köleciliğin geçerli olduğu bir çağda kölecilik karşıtlığını savunmuştur.
Devleti temsil eden güçlerin adaletsizliğini haykıran bir hançeredir o.

2020 Türkiye’sinde bitaraf ya da bizden taraf olmayanın bertaraf olması üzerine diskurlar sıradanlaşmıştır.
İktidarın kerameti kendinden menkul bir doğruluk abidesi olduğu ifade edilmektedir.

Kendisine gazetecilik atfeden kişilerden başka gazetecilerin hapse atılması yönünde birinci elden, devletin en tepesine öneriler yapılmaktadır.

Yine devleti en üst düzeyde temsil eden bir bakanın kadın/insan/çevre/barış savunusunu kültürel terörizm adı altında yaftalaması, aslında günümüzün Thoreau’larının neden içeride olduğunu da dolaysız biçimde anlatıyor.

Muhafazakarlığın aslında değişimin biraz daha yavaş gerçekleşmesi olduğunu unutarak; muhalefeti, “Dinini, milletini, ailesini, atasını, ana-baba sevgisini, bağlarını ortadan kaldırmaya çalışan bir kültürel terörizmle” tanımlayan bu bakışın, yerel seçimlerde sıkça duyduğumuz ‘beka’ söylemiyle de yakın akraba olduğuna kuşku yok.

Büyük beklentilerle başlatılan Ekim ve Şubat harekatlarının ABD ve Rusya ile ince ince müzakere edilerek derin dondurucuya kaldırıldığı ortamda, içeride müzakerenin “m”sinde bile! tepesinin tası atan bir iktidar görmek ne kadar şaşırtıcı.

İçeride hiçbir zaman ılımlı kalamayan iktidarın dışarıda ise munisliğe kolayca adapte olduğunu görüyoruz. 

Ülke içinde ele geçen iktidarın, sonsuza kadar devamından başka alternatif görmeyen, seçime saygısı sadece kendisine oy verilen bölgeler için geçerli bir yönetim anlayışından söz ediyoruz.

Bütün bu süreçlerin en arka planında İsmet Özel gibi yazarların, Amerikan sivil hak savunucularını baz almalarının olması ise çelişkilerin en derini olarak görülmeli.

İsmet Özel’in yolunda giden bir anlayış bugün sivil haklardan terörizm olarak söz edebiliyorsa, ya İsmet Özel derdini çok anlatamadı ya da aslında dert sivil hakları bu ülkede kökleştirmek olmadı.

Türkiye’de işlerin normal gittiğini, yolunda olduğunu ve demokrasinin kurallarına riayet edildiğini söylemek mümkün mü? 

Türkiye’nin hemen hiçbir kriterde ilk 50’yi zorlamadığı insani değerler istatistikleri ile karşı karşıyayız.
Bütün bu ahval içinde ister istemez demokrasiye inancı olmayanlara, demokrasinin emanet edildiği kaygısına kapılıyoruz.

İktidarın demokratik ortamın bütün imkanlarını kullanarak aldığı yolu unuttuğu kanısındayım.
Hatta demokrasinin kendi içinde düzeltme yaparak iptal ettiği hakkı geri verdiğini de eklemek lazım.

Bütün bu olanlara yazar değil ama şair İsmet Özel şu ölümsüz dizelerle itiraz ediyor. Kulak veren olursa diye :
“Gelin bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya? “

2 YORUMLAR

  1. Demek ki onların 150 yıl onceki hatalarının bugün yapıyorsak, bugünden itibaren 150 yıl sonra Amerika gibi olabiliriz fikri bir teselli olursa, bu ancak züğürt tesellisi olabilir. Çünkü onlar hatalar yaptıkça nedenlerine indiler kalıcı tedbirlerini almasını bildiler. Bu şekilde sistemleri hataları berteraf edecek şekilde sağlamlaştırılmış oldu. Bizde hataların hata olduğu konusunda bile hemfikir olan yok. Muhalefet ve hükümet yalın doğrularda birleşemiyor, siyasi izafi doğrularda yırtınıyor; her iki taraf kendi çöplüğünde cin horozu gibi ötüyor, paçalı cin tavuğu gibi çalım yapıp paralanıyor.

    Karakterinde bizimki gibi kutuplaşma niteliği olan bir toplumda pek olucak şey değildi ama olan oldu, bir de partizan Devlet Başkanlığı Sistemine geçildi. Şu ana kadar karne notumuzun iyi olduğunu iddia eden varsa maddi gösterge olarak ekonomiye baksın (hazine bilançosuna baksın), manevi gösterge olarak ta eskiden aynı dünyanın insanları denebilecek ana gruplardaki bölünmelere baksın, ondan sonra ikna edici olmağa kalksın!

    Bu Devlet Başkanlığı sistemi partiler-üstü bir platformda her iki ana gruptan çok düşünen, az iş yapan ama yapılacak işler konusunda doğru düşünen ve yapan makul insanları bir araya getirerek onların ortak fikirlerini kendine rehberlik edinmeli.

    AKP yapılacak işleri süratle yapmakla övünürdü (“muhalefet bize yetişemez, hızımızdan başları döner” falan filan!). Ancak, düşünmeden yapılan hızlı işlerin bedeli ağır olmağa devam ediyor. Bedeli bu siyasiler değil, bütün millet ödüyor!

  2. Yazının yazarını nasıl olduysa Levent Bilgi diye algılamışım , ilk cümleleri okurken sanki daha önce okumuşum hissine kapıldım, 150 küsür sene li cümleye geldiğimde kendi kendime dedim Veysi bey’in cümlelerini çağrıştırıyor, sonraki paragrafı bitiremeden yazının başına döndüm baktım ki yazar Veysi Dündar. Bana garip geldi doğrusu, belki de insanların kurdukları cümleler de parmak izi gibi kendilerine spesifiktir kimbilir. Yazının konusuna gelince şahsım adına konuşayım zihnim Hz Musanın 7 dağ tepesine bıraktığı kuşları gibi, ne doğru ne yanlış seçemez oldum, yarın ne olacağını kestiremiyoruz, bir karış önümüzü görmek bile mümkün değil gibi, Belirsizlikleri dağıtmanın en iyi yolu herkesin işini en iyi şekilde yapmaya çalışması sanırım.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz