- Bireyler olarak sohbet edebileceğimiz Yarın’larda görüşünceye kadar… - 30 Nisan 2023
- Bireysel Savunma Mekanizması Olarak Kader - 6 Mart 2023
- Kalitesizlikte ve Asgaride Birlik - 22 Şubat 2023
Yoğun bir şekilde aşk acısı çeken gençlerde görülen balgamdaki kan, Yeşilçam’dan bildiğimiz üzere “İnce Hastalık”, yani verem anlamına gelmektedir. Verem (Tüberküloz), bir bakteri aracılığı ile gerçekleşse de, muhtemelen yoğun üzüntü nedeniyle vücuttaki savunma mekanizmalarının devre dışı kalması nedeniyle görülür o tabloda. Bu arada, o kastedilen ikincil veremdir; yani vücuda daha önce girmiş, ama vücudun bağışıklık sistemi sayesinde uykuya sokulan mikrobun yeniden uyanması halidir. Yoksa insan bedenine ilk defa giren verem mikrobunun hastalık yapabilmesi için, etrafa verem mikrobu yayan birisi ile yakın bir temas içinde olmamız gerekir! Ondan dolayı, etrafa mikrop yaymasınlar diye bazı hastaları hemen negatif basınçlı odalarda izolasyona alırken, bazılarını ayaktan tedavi ederiz. Ülkemizde, Verem Savaş Dispanserleri sayesinde verem ile mücadelede ciddi bir başarı sağlandığını eklemek de, boynumuzun borcu tabii ki…
Öbür taraftan, yoğun bir üzüntü sonrası görülen bu “İnce hastalık”, gelişmiş ülkelerin değil, verem mikrobu ile savaşta geri kalmış, gelişmekte olan ülkelerin sorunudur. Evet, onlar üzülünce verem olmuyorlar!!!
Son 30- 40 yıldır literatürde yer alan bir Kırılmış Kalp Sendromu (Takotsuba Sendromu) var. İlk Japonlar’da tanı konulmuş! Bunun sebebi, tüm dünyada görülen bir hastalığı, başka bir hastalık altında biz tedavi etmeye devam ederken Japon’lar, “Bir saniye, burada bir gariplik var! Bu kalp krizi olmayabilir mi?” diye bir soru ortaya atıp hipotezlerinin peşinden giderek farklı bir hastalığı ortaya çıkartmışlar. Büyüklere, liderlere, kıdemlilere hep saygı göstermek, onların ağzından çıkan cümleleri değişmez bir kural gibi görmekten ziyade, onları sorgulayabilmeyi de öğrenmemiz gerekiyor. Uyumlu bir genç ile mevcut durumuzu koruruz; ama sorgulayan bir genç nesil ile ancak koşar adım ilerleyebiliriz! Neyse, konuyu dağıtmayalım…
Diyebilirsiniz ki, “Hatalı oldukları durumlarda “harakiri” yapacak kadar aşırı bir utanç duyguları gelişmiş bir toplumda Kırılmış Kalp Sendromunu görmek de pek şaşırtıcı değil! Ondan dolayı herkesten önce bu hastalığın tanısı Japonlar koymuş!” Haklı olabileceğiniz bir noktaya temas etmiş olabilirsiniz deyip yola devam edelim…
Özellikle orta yaş kadınlar, büyük bir üzüntü veya stres ve hatta yoğun bir sevinç sonrası kalp krizi geçiriyormuş gibi hastaneye giderler, bu sendromda. İlk bulgular kalp krizini düşündürebilir; ama her şey de dört dörtlük oturmaz bir türlü. Öyle olunca kalp kriziymiş gibi belki tedaviye başlanır, ama anlaşılır ki, görülen bu ciddi kalp yetmezliği tablosu, nispeten iyi huylu. Tedavi ile çalışmayan kalp eski haline dönecek, sadece zamana ihtiyacı var. Uyanık olup bir ara komplikasyon ortaya çıkarsa dikkatlice onu tedavi etmeliyiz.
Muhtemelen aşırı üzüntü/ heyecan nedeniyle vücutta salgılanan adrenalin o kadar fazlaca salınmış ki, kalp dayanamaz hale gelmiş; kalpte hatta baloncuk bile oluşabilir. Ama zamanla o aşırı salgılanan adrenalin devreden çıkınca kalp de kendine gelmeye başlar…
Kalp kırılmasını hep duygusal olarak değerlendirdik şimdiye kadar; ama görülen o ki kalp kırıldığında gerçekten de sorun yaşayabiliyormuş.
Aşırı stres sonrası görülen kalp krizlerinde ise altta zaten bir kalp hastalığına (iskemik kalp hastalığı) yatkınlık vardır ve onun önlemlerini uzunca zaman öncesinden almış olmamız gerekir. Mesela, sigarayı kesebiliriz, aşırı yağlı beslenmekten, kilo almaktan kaçınabiliriz, haftada üç gün tempolu bir yürüyüş yapabiliriz, yüksek tansiyonumuz varsa kontrol altına alabiliriz, ailemizde kalp krizi riski yüksek ise zamanında kontrollerimiz yaptırabiliriz… Yani, yapılacaklar var aslında. Sadece işaretleri görmek ve gerekli önlemleri önceden almak istemiyoruz, bir nevi inkâr içinde yaşıyoruz. Olacak olan olunca da, kader deyiveriyoruz…
Daha önceki yazılarımda üzerine durmaya çalıştığım gibi, Ramazan ayını bir kendini dinleme ve dinlenme ayı olarak değerlendirmek gerekir. Hayatımızı baştan aşağıya, duygusal ve fiziksel olarak yeniden ele alma vakti olabilir aslında bu zamanlar…
Ama, biliyor musunuz? Acilde çalıştığım yıllarda mide kanamalarının da, kalp krizlerinin de bir şekilde bu aylarda tetiklendiğini görürdük. Elimde bu konuda sayısal bir veri yok maalesef. Sadece sübjektif bir gözlem…
Bir şeyleri yanlış yapıyoruz, ama neyi?
Esen kalın