Kerbela Faciası (1)

0
Mehmet Gündoğdu
Latest posts by Mehmet Gündoğdu (see all)

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resulüne salat, selam olsun.

Kerbela faciasını iki bölümde ele aldık. İlki Kerbela´ya giden tarihi süreç. İkincisi Kerbela’da neler oldu, başlıkları altında kısa bir özet yaptık.

10 Muharrem Aşure günü vesilesiyle, genelde Ümmet-i Muhammed´e, özelde Ehl-i Beyt´i Rasulullah´a (s.a.v) ithaf olunur.

Buyurun ilk bölümünü okuyalım.

A-Tanımlar

Hz. Hüseyin; Hz Ali (r.a) ile Hz Peygamberin kızı Fatıma´nın ikinci oğulları, Hz Muhammed (s.a.v)´in torunudur. Haşimi´lerin son temsilcilerindendir. Soyu, büyük dedesi Abdülmuttalip ve onun babası Haşim ile Abdi Menaf´a ulaşır.

Hz. Hüseyin ehlibeytin en gözdelerinden, Peygamber Efendimiz´in “dünyadaki reyhanlarımdan, çiçeklerimden” dediği, “cennet gençlerinin seyyidi-beyefendisi” diye niteleyip müjdelediği mümtaz bir şahsiyettir. 

Sevgili Peygamberimiz´in gözbebeğiydi; öpüp kokladığı, dizine oturtup ehli beytimizden dediği, ağabeyi Hasan, babası Ali, annesi Fâtıma ile birlikte Cenab-ı Hakk´ın kendilerini günahlardan arındırıp tertemiz kılmak istediği (bk. Ahzâb, 33.), Ehl-i Kisâ (ev halkı anlamına gelen bu terim İslâm tarihinde Hz.Peygamber’in aile fertleri için kullanılmıştır) ve Hamse-i Âl-i Abâ’dan (Hz. Peygamberimizle (a.s.m.) birlikte kızı Fâtıma, damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir) bir candı. 

Muaviye, Ümeyye Oğullarından Ebu Süfyan´nın oğludur. Soyu Haşim´in kardeşi Abdi Şems ile Abdi Menaf´a ulaşır.

Yezid, Emevilerin kurucusu olan Muaviyenin oğludur.

Hilafet, İslamda siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. 

Halife, Hilafet makamına seçilen kişiye denir

Biat; Ulü’l-Emre bağlılık sözü vermedir. Bir kimsenin yönetimini, egemenliğini tanımayı ifade eder.

Kerbelâ, Kerb-ü Bela,  tasa üzüntü yeri manasına gelir. Küfe yakınlarında, bugün ‘Taff’ denilen bölgede bulunan Hz. Hüseyin´in ve yakınlarının şehit edildiği yerdir. 

Kerbela, Abdi Menafın çocukları Haşimi´ler (Abdulmuttalip oğulları) ile Abdi Şems´lerin (Emeviler) öteden beri süre gelen iktidar mücadelelerinin son perdesidir.

Kerbela, zalim muktedirlerin manevi değerleri olmadığının ispatıdır.

Kerbela: zalimin zulmüne isyanın, başkaldırının;

Haksızlığın karşısında, hakkın yanında durmanın;

Ne zaman ve nerede olursa olsun, zalime karşı mazlumun yanında olmanın destanıdır.

A-Tarihi Sürecin başlangıcı

1-Hz Hasan(r.a)’ın Hilafetten feragat etmesi

Hulefâ-i Raşidin’in (ilk dört Halife) sonuncusu olan Hz Ali devlet yönetim merkezini Medine’den Kûfe’ ye taşımıştı. Hz. Ali hicri 40 yılının Ramazan ayında (Miladi.661 Ocak ayı) Kûfe’de maruz kaldığı bir saldırı neticesinde şehit oldu.

Kûfeliler, Hz. Hasan´a biat etmek istediklerini kendisine söylediklerinde, o, yönetimin babadan oğula geçişi demek olan hanedan usulüne sıcak bakmadı. Bu münasebetle bu konuda onları serbest bıraktı, Kûfeliler kendi hür iradeleriyle Hz. Hasan´a biat verdiler.

Hz. Hasan, yönetimi devralmakla birlikte kendi döneminde Muaviye´nin idari ve siyasi denetimi altında bulunan Şam tarafıyla, olması muhtemel bir savaşta pek çok masum Müslüman kanının döküleceğini gördü.

Çünkü Şamlılar kılıç zoruyla da olsa iktidarı (hilafeti) devralmak için böyle bir hazırlığın içindeydiler. Buna karşılık Kûfe bölgesinde Hz. Hasan´ın çevresindeki askerî birliklerin dağınıklığı ve aykırı tutumları ise dikkatlerden kaçmıyordu.

Bu münasebetle yönetimin en üst mevkiinde yer almak bir dünyalıksa, bir rütbeyse, hâsılı her ne ise Hz. Hasan bunların hepsinden vazgeçti. Yönetimden Muaviye lehine feragat etti.

Bu bağlamda feragat, halifeliğinin meşruiyeti konusunda bir problem olmasa da bir maslahata mebni hakkını bir başkasına devretmek demekti.

Hz. Hüseyin´in bu birleşmeye ve kan dökülmesinin önlenmesine bir itirazı olmadı.

Ama ağabeyinin, yönetim hakkını, zorla da olsa kendisinden alma peşine düşen siyasi ihtiras sahibi birileri (Muaviye) lehine feragat etme yöntem olarak uygun bulmadı.

Fakat kararına saygı gösterdi. Sonraki zaman diliminde de siyasi iktidarla ters düşecek, yanlış anlaşılacak, dengeleri bozacak söz ve davranışlardan sakındı.

2-Muaviye´nin, oğlu Yezid´i veliaht ilan etmesi 

Hz. Hüseyin´in Emevilerin siyasi icraatına ilk karşı çıkışı, Hz. Hasan´ın 49 (669) yılında vefatını müteakip 50-56 (670-675) yılları arasında Muaviye´nin, iktidarı kendi soyu ile devam ettirmek hevesine kapılması ve oğlu Yezid´i veliaht ilan ederek halkı zorla da olsa biate sevk etmesidir.

Bu yeni durum, yönetimin babadan oğula aktarılması yöntemi olup o güne kadar Müslümanların uyguladığı siyaset geleneğiyle bağdaşmıyordu.

İşte bu sebeple siyasi alanda bidat sayılan bu yeni durumla ilgili çalışmalar ortaya çıktığında sadece Hz. Hüseyin değil, Hz. Ebu Bekir´in oğlu Abdurrahman (r.a.), Hz. Ömer´in oğlu Abdullah (r.a.), Hz. Zübeyr b. el-Avvam´ın oğlu Abdullah b. Zübeyr (r.a.), Hz. Ali´nin oğlu Hüseyin (r.a.) vb. bir çok ileri gelen sahabe buna karşı çıkmışlardı.

Özellikle bu dört mühim sima, Muaviye´ye üç teklif götürdüler: “Şu üç şeyden birini yaparsan ortalıkta hiçbir problem olmaz, lütfen iyi düşün!” dediler ve devam ettiler:

1-Peygamber Efendimiz´in yaptığını yap. O, filancaya biat edin diye bir aday bırakmadı. İslam toplumu, özgür iradesiyle kendilerini yönetecek şahsı belirledi.

2-Bunu yapmıyorsan, Hz. Ebu Bekir´in yaptığının benzerini yap. O, kendisinden sonra hizmet edeceğine inandığı insanı, istişare ile (ileri gelen şahsiyetlerin görüşlerini alarak) belirledi. Belirlediği şahıs, kendi soyundan gelen biri değildi, Ömer b. el-Hattab Hazretleri idi. Sen de Hz. Ebu Bekir´in yaptığı gibi İslam toplumunun başına, kendi soyundan olmayan vasıflı, yetenekli bir şahsı aday gösterebilirsin. Bunu da yapmıyorsan;

3-Hz. Ömer´in yaptığını yap! O ne yapmıştı? Aşere-i mübeşşereden (Dünyada iken cennetle müjdelenmiş on kişiden) sağ kalan ve Müslümanlar arasında muteber olarak bilinen altı kişinin bir meşveret meclisinde (şûra) bir araya gelmelerini ve üç gün içerisinde içlerinden birini Müslümanların başına halife olarak seçmelerini vefatı öncesinde vasiyet etmişti. Bu durumda sen de bir şûra oluştur. Bu şûra, İslam toplumunun kabul edeceği yöneticiyi üç gün içinde belirlesin!

Yezid´in veliahtlığına itiraz edenler, bu konuda geçmişte yaşanan üç örnekten birine uyması durumunda makul ve doğru bir iş yapmış olacağını ve buna kimsenin de itirazı bulunmayacağını Muaviye´ye  bildirdiler.

Fakat bu üç teklif de kabul edilmedi. Yani Muaviye, oğlu Yezid´i halef bırakmaktan (öldükten sonra kendi yerine devlet başkanı atamaktan) vazgeçmedi.

3-Emevi yöneticilerinin ve Emevi lobisinin müslümanlara biat baskılarına başlaması

Bunun peşinden kamuoyunun bu doğrultuda yönlendirilmesi için Benî Ümeyye lobisinin ileri gelenleri tarafından yoğun bir propaganda yürütüldü. Hicaz bölgesinde ise Muaviye bizzat kendisi 1000 kişilik askerî birlikle hareket ederek insanları kerhen de olsa biate zorladı.

Hz. Hüseyin ve onun gibi biatten uzak duran şahsiyetler, ya Kâbe civarı gibi baskı yapılamayacak mübarek mekânlara sığınarak kendilerini kurtardılar veya biat zorlaması karşısında kerhen sükût ettiler.

H.60 (680)´da Muaviye öldükten sonra Yezid´in yönetime geçme süreci bu şartlarda başlamış oldu.

4-Yezid´in Ehli beyt´in ileri gelenlerine biat baskısı

Bu safhada Medine valisine verilen talimatla Hz. Hüseyin üzerinde hemen biat baskısı kuruldu.

Bu karışık ortamda takip altında şiddete maruz kalmaktan çekinen Hz. Hüseyin, o günlerde bir gece Medine´den Mekke´ye gitmek üzere yola koyuldu. Abdullah b. Zübeyr (r.a.) de aynı şekilde Mekke´ye gitti (60/680-Recep/Mayıs).

Fakat bu şahıslar Mekke´de de rahat bırakılmadılar; Benî Ümeyye yöneticileri tarafından, ümmeti bölüp parçalamakla, fitne fesat çıkarmakla, hıyanetle suçlanıyorlardı. Derhal biat vermeleri doğrultusunda kendilerine baskı yapıyorlardı.

Hz. Hüseyin ve onun gibi baskıya boyun eğmemekte kararlı olan diğerleri Harem-i Şerif´e giderek Beytullah´a sığınmak suretiyle baskıyı kırmayı düşündüler.

Tabii ki Beyt-i Şerif´e sığınma, limitsiz ve sınırsız olarak sürüp gidemezdi. Bu, biatten uzak durmak için geçici bir çözümdü.

Biat hususunda yakın takibe alınanlar arasında ehlibeytin ileri gelenlerinden olması itibariyle sahip olduğu şöhreti dolayısıyla en çok etkilenen kuşkusuz Hz. Hüseyin idi.

Dolayısıyla söz konusu takip ve tazyikin zararlarından hem kendisini hem de aile fertlerini nasıl kurtarabileceğini yoğun bir şekilde düşünüyor, bu hususta yakınlarıyla ve sevenleriyle istişareler yapıyordu.

5-Kûfelilerden gelen mektuplar

İşte tam da bu sıralarda Kûfelilerden mektuplar gelmeye başladı. Kaynaklardaki ifadeye göre heybeler dolusu mektuplarda Hz. Hüseyin, Kûfe´ye davet ediliyordu.

Bununla beraber o, bu hususta acele etmedi, amcasının oğlu Müslim b. Akîl´i elçi olarak meselenin içyüzünü öğrenip kendisine bir rapor göndermesi için Kûfe´ye gönderdi (60/680  Şevval/Temmuz).

Müslim, Kûfe´ye ulaştı ve eşraftan Hani b. Urve el-Murâdî´nin misafiri oldu, Kûfelilerle görüştü. Rivayete göre yirmi bini aşkın mühim bir kitle Hz. Hüseyin´i hararetle davet ediyorlar ve şehre gelmesini bekliyorlardı.

Güya, Hz. Hüseyin´i içtenlikle davet ettiklerini söylüyorlar; onu kucaklamaktan, geçmişte yakınlarına karşı gösterdikleri ihmallerin acısı içinde ezilmekten, bu durumda şimdi Hz. Hüseyin´e karşı vefa göstermekten, sahiplenmekten bahsediyorlardı.

Bu durum karşısında Müslim b. Akîl, gördüklerine ve işittiklerine bakarak çok sayıda kişinin Kûfe´de kendisini hararetle beklediğini Hazreti Hüseyin´e bir rapor olarak iletmek durumunda kaldı.

Hz. Hüseyin, Basralılara da bir elçi ve mektup göndererek onlardan da haktan yana bir tavır ve zulme karşı bir duruş beklediğini ifade etmişse de şehrin valisi (İbn Ziyad) derhal elçiyi öldürttü ve yerine kardeşini vekil bırakarak Kûfe´ye gitti; varır varmaz gerek Müslim´i gerekse onu himaye eden Hani b. Urve´yi idam ettirerek Kûfelilere gözdağı verdi.

6-Hz. Hüseyin Küfe yolunda

Hz. Hüseyin, Basra´ya ve Kûfe´ye gönderdiği elçilerinin başına gelenlerden habersizdi.

Buna karşılık, öldürülmeden önce Müslim´in düzenleyip gönderdiği davetkâr rapor, Hz. Hüseyin´in elindeydi; elindeki mevcut rapordan yola çıkarak bundan sonra ne yapması gerektiğini yakınlarıyla istişare etti.

Bu noktada Abdullah b. Ömer b. el-Hattab (r.a.), Abdullah b. Abbas (r.a.) ve Ebu Said el-Hudrî (r.a.) gibi Hz. Hüseyin, Rasul-i Ekrem´in ehl-i beytinden kıymetli bir emanet olduğu için samimi hislerle seven çok sayıda seçkin sahabi, ona ve yakınlarına (ehlibeyte) bir zarar gelir endişesiyle bu yola düşmemesi ve Hicaz´ı terk etmemesi gerektiğini ısrarla tavsiye ettiler.

Ama onun Kûfe´ye doğru yönelişinin asıl sebebi, üzerinde kılıç gibi dolaşıp duran Yezid yönetiminin şiddet ve baskısından uzaklaşmaktı.

Yola çıkmakta kendisini cesaretlendiren ise mektuplarda Kûfelilerin beyanlarını destekleyen ifadelerle Müslim´in raporunda yer alan değerlendirmelerin paralelliğiydi.

Hayalinde ise iradelere baskının olmayacağı, Kisra-Kayser yöntemini andıran tiranlıktan uzak, re´ye (özgür iradeye) önem verileceği, İslam´ın insan hayatına getirdiği hak ve adalet ölçülerinin sosyal hayata yansıyacağı bir idarî hayat vardı. 

Hz. Hüseyin, artık, (h.60/680 Zilhicce/Eylül) tarihi itibariyle, dönüşü olmayan bir yola girmiş bulunuyordu.

Hz. Hüseyin, gelmekte olduğu haberini Kûfelilere ulaştırmak üzere Kays b. Müshir´i özel ulak olarak yolladı. Ancak  Benî Ümeyye idarecileri bu ulakın yola çıktığı istihbaratını aldılar. Derhal onu da yakalayıp ağzından Hz. Hüseyin´i küçük düşürecek bir söz almaya çalıştılar. Muvaffak olamayınca da sarayın burcundan atmak suretiyle vahşice öldürdüler.

İbnü‘l Esir‘in rivayetine göre, Hazreti Hüseyin, Sıfah mevkiinde bulunduğu sırada meşhur Arap şairi Ferezdak‘a tesadüf ederek ondan Kûfe bölgesindeki ahvali sormuş. Ferezdak ise şu beliğ cevabı vermiş:

“Halkın gönülleri sizinle, fakat kılıçları Emevilerle beraberdir.”

7-Hz. Hüseyin´in yolda geri dönüş düşüncesi

Hz. Hüseyin, es-Sa´lebiyye mevkiinde Müslim b. Akil (r.a.)´in öldürüldüğü haberiyle sarsıldı. Bu gelişme üzerine derin bir analiz neticesinde geri dönmenin daha yararlı olacağı söylemi kafilede konuşulmaya başlandı.

Ne var ki Akîloğulları, Müslim´in öldürülmesinin acısı içinde asla geri dönmeyeceklerini ısrarla söylüyorlardı. Dolayısıyla yola devamdan başka bir alternatif kalmıyordu.

Bunun üzerine Hz. Hüseyin, süt kardeşi Abdullah (r.a.)´ı elçi yollayıp son gelişmelerden haberdar olmayı denedi. Fakat onun da akıbeti Müslim ve Kays b. Müshir (r.a.)´den farklı olmadı, o da hunharca öldürüldü.

Hz. Hüseyin, bütün bunları, yolculuğun ileri safhalarında Uzeybetü´l-Hicanat bölgesinde öğrenecek ve ızdırapla sarsılacaktır.

(Devam edecek.)

Kaynak:

T.D.V, İslam Ansiklopedisi. “Kerbela” mad.Prof. Dr. Hüseyin Algül, “Kanayan Bir Yara, Gönül Sızlatan Bir Facia  KERBEL”, Ensar neşriyat.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz