Kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor

2
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Tüm dünya ile birlikte Türkiye bir süredir koronavirüs (Covid-19) salgınının neden olduğu derin psikolojik, sosyal ve ekonomik etkilerle baş etmeye çalışıyor.

Araştırmalar Covid-19 salgınının toplum genelinde ve sağlık çalışanları arasında sıkıntı, anksiyete, bulaşma korkusu, depresyon, panik atak ve uykusuzluk ile ilişkili olduğunu gösteriyor.

Pandemi nedeniyle yaşanan sosyal izolasyon, belirsizlik, bulaşma endişesi, yalnızlık fobisi, ölüm korkusu, ekonomik zorluklar bir de önceden var olan psikiyatrik semptomları kamçılayınca bireylerde travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, alkol ve madde kullanımı ve diğer psikiyatrik bozuklukların gelişmesine zemin hazırlanmış oluyor.

Gelecekle ilgili belirsizlik konusunda yaygın olan farkındalık ve salgının henüz bitmediğine dair olan inanç insanların yaşam kalitesini bozmuş durumda. Nasıl bozmasın, bu süreçte vaka sayısı 25 milyonu aştı, sadece ülkemizde binlerce insan yaşamını yitirdi, birçok işyeri kepenk kapattı, köklü çoğu firma yüzlerce çalışanını ya işten çıkardı ya da ücretsiz izne göndermek zorunda kaldı. 

Covid-19 felaketinin üzerimizde yarattığı travmatik durum, şimdiye kadar yaşanılan hiçbir trajedi ile kıyaslanamayacak bir hal almış boyutta. Yaşadığımız zamanın, üzerimizde yarattığı izleri belki on yıllarca silmek mümkün olmayacak.

İnsan dünyadaki hiçbir türe benzemeyen muhteşem bir varlık. Var oluşunu ortaya koyarken sosyalleşmek ise doğasında var. Yaşadığımız süreç nedeniyle mecburi sebeplerle oluşturduğumuz izolasyon, zaten küçülttükçe küçültüp duygusal anlamda steril hale getirdiğimiz dünyamızda bizi daha beter biçimde terkedilmiş hissettiriyor ve yalnızlığa mahkum ediyor.

Hayatımızı idame ettirmek için çalıştığımız işlerimize gönül rahatlığı ile adapte olamamak, okula ve ibadet yerlerine gidememek, sanat, spor ya da eğlence etkinliklerine katılamamak, arkadaşlarımızla dışarıda bir kahve içip dertleşememek, sevdiklerimizle ferahfeza zaman geçirmemek üzerimizde yoğun bir baskı oluşturuyor. 

Eminim sizin de farkında olduğunuz üzere kimileri trafikte araba kullanırken bile kontrolünü kaybedip yoğun öfke nöbetleri geçiriyor.  hakimiyet.com’da yayınlanan bir habere göre:

Uzman Psikolog Malas, kadınlar, çocuklar ve yaşlıların bu dönemde şiddete daha fazla maruz kaldığını söylüyor. Ev içi şiddet olaylarının arttığına dikkat çeken Malas, “Şiddet, stres ve kaygı durumlarında daha fazla artmaktadır. Covid-19 sürecinde fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete maruz kalan kişiler, şiddet uygulayan kişi ile aynı evde kalmak zorunda kaldılar. Şiddete maruz kalan kadınlar suçluluk, yalnızlık, korku, çaresizlik, kendine güvensizlik, değersizlik, gerginlik ve huzursuzluk gibi duyguları yoğun biçimde yaşamakta, yaşam enerjisinde azalma ve uyku ve iştah bozukluğu, kendine zarar verme davranışları veya intihar girişimleri de görülmektedir. Şiddet, hangi şekilde olursa olsun, kişilerde psikolojik rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olabilir. Akut stres bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozuklukları, alkol madde bağımlılığı, depresyon gibi bir çok psikiyatrik rahatsızlık görülme ihtimali ortaya çıkabilir. Eşinden fiziksel ve psikolojik şiddet gören kadınlar çocuklarına şiddet uygulayabilir, öfkelerini kontrol edemezler. Bazı kişilerde ise, aşırı temizlikle uğraşma, aşırı yemek yeme ve kendilerini bir işe verme davranışı görülebilir. Bazen de kişiler depresyona girdiklerinde sigara ve alkole yönelirler ya da çevresine öfke ve saldırganlıkta bulunabilirler” diye konuştu.

Koronavirüs salgını kuşkusuz 7’den 77’ye toplumu oluşturan her bir birey üzerinde büyük baskı oluşturmakta. Çocuk ve gençlerin evlerde kapalı kalması, ebeveynlerin hem maddi hem manevi olarak zorlu bir dönemeçten geçiyor oluşu, aile içi şiddet vakalarında görülen artış, yaşlı insanların ailesine yük olma ve hastalığa yakalanma endişesini son dönemde belirgin bir biçimde artış gösteren intihar davranışları ile ilişkilendirmek mümkün gibi görünüyor.

Türkiye İstatistik Kurumunun en son 2018’de yayınladığı verilere göre ülkemizde günde 9 kişi yaşamına son vermekte. Ne kadar acı… Medyada çıkan haberler ve yetkililerin açıklamalarına göre anlaşılan o ki pandemi döneminde bu oran artmış gibi görünüyor.

Haziran ayı sonunda Nevşehir Kadın Komisyonu Başkanlığı koronavirüs kapsamında iki aylık zaman diliminde 37 kadının intihar girişiminde bulunduğunu açıkladı.

Kuşkusuz intihar olayının birçok sacayağı var ancak yaşadığımız kritik sürecin bazı hassas insanları kaldırabileceklerinden fazla zorladığı açık seçik ortada.

Geçtiğimiz aylarda Fatih’te dört kardeş, Bakırköy’de biri çocuk üç kişi, Antalya’da dört kişilik bir ailenin siyanürle yaşamlarına son verdiklerini okuduk.

Daha yakına gelirsek, 24 Temmuz günü Rock ve Metal müzik camiasının sevilen isimlerinden radyo programcısı Elçin Özsoy’un maalesef intihar ederek yaşamını kaybetmesi tüm sevenlerini yasa boğdu.

Ardından 24 Ağustos tarihinde öğrencileri ve sanat camiası tarafından sevilen isimlerden biri olan gitar sanatçısı Soner Egesel de ne yazık ki Bartın’da kaldığı otel odasında hayatına son verip aramızdan ayrıldı. Ne kadar hazin bir son.

Yazımı hazırlarken yaptığım araştırmalar sırasında iki gün önce ise Ezine ilçesinin Kemallı köyünde yaşayan Baba Naim Çetinkaya (60) ile oğlu Faruk Çetinkaya’nın (25) belirlenemeyen bir sebepten dolayı tartıştıktan sonra 15 dakika ara ile yaşamlarına son verdiği bilgisine ulaştım. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Her birinin sevenlerine ve acılı ailelerine sabırlar dilerim.

Toplumun son yıllarda şiddetle kanayan yarası intiharlarla ile ilgili Independent Türkçe’de yayınlanan Lale Elmacıoğlu’nun haberine göre,

Nişantası Üniversitesinden Dr. Öğretim Üyesi Uzm. Klinik Psikolog Elif Güneri Yöyen

Kendilerini yetersiz, eksik, çaresiz, değersiz, umutsuz veya karamsar hisseden bireylerin uykularının, yaşam biçiminin, beslenme alışkanlıklarının ve sosyal çevreleriyle ilişkilerinin bozulduğunu belirten Yöyen, risk altındaki kişilerin bir psikiyatr ya da psikologdan yardım almasının şart olduğunu söylüyor.

Ekonomik yetersizliğin, kişisel veya ailevi ihtiyaçları karşılamaya yetmediğinde, sosyal hayatta diğer kişilere ulaşıp onlarla olumlu ilişkiler sürdürülemediğinde, bireylerin “Yaşamanın anlamı yok, ölsem daha iyi” ya da “Ne yaparsam yapayım bu anlamsızlıktan, bu boşluktan, bu çıkmazdan kurtulamam” görüşüne kapılarak intihara sürüklendikleri belirtiyor.

Umutsuzluk, karamsarlık, değersizlik, yetersizlik gibi negatif duygulara sahip kimi bireylerin intiharı, acı veren duygu ve düşüncelerinden bir kurtuluş yolu olarak gördüğünü belirten Yöyen, intiharın uygun müdahale programlarıyla önlenebilir bir halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çekiyor.

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emre Alkin ise intihar vakalarının Türkiye’de şiddetin yaygınlaşmasıyla birlikte ele alınması gerektiği görüşünde.

Ekonomist Alkin, gelir dalgalanmaları, ebeveynlerin gerekli standartları sağlayamaması gibi ekonomik gerekçelerin intihar sebepleri arasında gösterilebileceğini belirtse de, son yıllarda “adalete olan inancın yara almasının” da etkili olduğunu savundu.

Prof. Dr. Emre Alkin, şunları söyledi: Adalet sistemi doğru çalışmıyor! Kişi, okulda, iş yerinde, adliyede, mahallede ya da hukuk karşısında adalet istediğinde karşılığını bulamıyor ve mutsuz oluyor. Kişilerin adalet duyguları zedeleniyor ve kendilerini çaresiz hissediyorlar. Ekonomik kırılma bunun son noktası. Zenginler de intihar ediyor. Büyük bir ümitsizlik söz konusu. 70 sente muhtaçken Türkiye daha mutluydu?  Neden? Çünkü çaresizlik yoktu, umut vardı. Varlıkta anlaşamadık ama yoklukta mutluyduk. OECD ülkeleri arasında çocuk yaşta sefaletin en çok yaşandığı ülke Türkiye! Bu durum, anne-babaların çaresizliği demek! Ebeveynlerin çaresizliği konusunda hamasi yorumların yapılmasını doğru bulmuyorum. Siyaset kesimi bunlar yokmuş gibi davranıyorsa da rakamlar gösteriyor. Anne ve babalar, gerekli standardı sağlayamıyor. Devletin ailelere yaptığı sosyal yardımın milli gelire oranı açısından da sonuncuyuz.

Son söz olarak: Hem Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı hem de Sağlık Bakanlığı’nın ortak bir çalışma yapıp konuya bir an önce el atması gerekiyor. İl il yapılacak seminerlerle, yurdumuzun her mahallesinde mevcut olan sağlık ocaklarında verilecek eğitimlerle, televizyon ekranlarından yayınlanacak kamu spotlarıyla, gerekirse kapı kapı evlere kadar ulaşacak broşürlerle bu zorlu dönemde toplumun bilinçlendirilmesi, eğitilmesi ve desteklenmesi gerekli.

Benim için her insan ayrı ayrı kıymette, biricik ve eşsiz. Dünyaya gelerek yaşam hakkını kazanmış, kâinatı onurlandırmış her bir bireyin hayatını, iyisi kötüsüyle, sevinci kederiyle bütünüyle kucaklayıp yola devam edebilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalı. En azından ben üstüme düşen neyse seve seve yapmaya hazırım.

Vazgeçmemek için, ver elini kardeşim.

Albert Camus’un dediği gibi “Kimi kez yaşamak için, intihar etmekten daha çok cesaret gerekiyor.”

Aysun Saygı Köknar

2 YORUMLAR

  1. Aysun hanım! Türkiyem gerçeklerini güzel õzetlemışsınız ellerinize sağlık.
    Haddim olmadan bana göre milletin moreliniz bozan ve gelecekle ilgili umutları bitirenlerin başînda
    Televiziyonlarda kahramanlık marşları sõleyip etraf komşularımıza nerde ise her gün şavaş açama çığlıklari ile, milletin morelini bozuyorlar.
    Dış düşman, dünyanın gözü ülkemizde, vb,vb gibi milleti gerecek laflar ederek milleti adeta geriyorlar ve birbirine karşı düşmanlaştıriyorlar.
    Herkes bağırıp çağrmayi iyi becerır fakat yönetim gelince vatani batırır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz