Koronavirüs Gerçeğine Bir de Buradan Bakalım

0

Bir virüs! Ancak elektro mikroskopla görülebiliyor. Herkes onu konuşuyor. Çok tehlikeliymiş. Bütün dünya teyakkuzda. Şehirler, ülkeler karantinaya alınmış durumda. Gözle görülemeyen bu öldürücü canlıya karşı insanoğlu çaresiz. Ne aşısı ne ilacı var. Bu virüs yüzünden sosyal hayat felç; insanlar birbirinden kaçıyor, kendinden tiksiniyor. Sanki dünya bir yangın yeri. Kıvılcımın adı, koronavirüs.

Elimde bir fotoğraf. Dört yaşındaki bir mülteci erkek çocuk, deniz kenarında yüz üstü yatıyor. Cansız bedenini, parçalanmış tişört ve paçaları yırtık pantolon örtüyor. Melekler bu günahsız yavruyu bombalardan korumuş, fakat Azrail, balıkların midesine yem olsun diye yaban ellerin sahilinde yakalamış. Denizin dalgaları son ninni, suyu aptest olmuş. Yüzünün yarısını kaplayan ve ağzını dolduran kumlar, hem yavrunun kaderini hem çağdaş insanın duyarsızlığını haykırıyor vicdansız mahluklara. Birileri, fotoğrafın üzerine yazdığı şu notla insanlığa sitem etmiş: “Dünyanın yanacağı senden belliydi ÇOCUK! Dünya yanıyor aheste aheste, hem de çocukları öldürmeyen virüsle!… 

Bu virüs, çocuklar için pek tehlikeli değilmiş. Ölüm oranı yaşlılarda daha yüksekmiş. Acaba, vicdanı nasırlaşmış insanlardan intikam mı alıyor? Niye olmasın, “Allah’ın sopası yok ki”, diye bir deyim var. 

Bilim adamı veya uzman gözlüğü takmış kişiler, virüsün doğduğu ortam, doğuş sebepleri, etkisi, insanı düşürdüğü çaresizlik ile ilgili yorumlar yapıyorlar, alınması gereken tedbirleri söylüyorlar. Öğreniyorum ki, sebep, pislik ve tiksindirici hayvanları yemek. Aklıma hemen “Temizlik, imanın yarısıdır.”, “Temizliğe devam et ki rızkına genişlik verilsin” hadisleri ve “Elbiseni temizle (74/4)”, “Allah, üzerinize gökten yağmur indiriyor; onunla pisliklerden temizlenesin, diye. (el-Enfâl, 11)”,  “Ey iman edenler namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın… (5/6)”,  “Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz şeylerden yiyin! (Pis ve haram olan şeyleri yiyip içmede) şeytanın izinden gitmeyin; çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır” (2/168)” ayetleri geliyor. 

Yeryüzünün en saygın varlığı insanın, bu saygınlığını devam ettirebilmesi; kendine, nesline, çevresine karşı görevlerini yerine getirmesi ile mümkündür. Yaratan, imtihan için yarattığı insanı rehbersiz ve başıboş bırakmamış, onu birtakım yasalarla sınırlamıştır.  İnsanoğlu da bu yasaları keşfederek biyoloji, fizik, sosyoloji diye adlandırmıştır. Temizlik, adalet, hakkaniyet, paylaşım bu yasaların temel taşlarıdır. Bunlardan uzaklaşılması durumunda dünyanın dengesi bozulmakta, toplumların huzuru kaçmakta, dünya bir yangın alanına dönmektedir. İnsanın kendisine ve çevresine yaptığı zulmü ne Yaratan ne yaratılan kabullenebilir. Rabb’im Rum suresi 41’de “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kısmını- onlara tattırıyor” ayetiyle bizi açıkça uyarıyor. 

İlahi düzeni bozanlardan biri de Firavun ailesiydi. Araf 130’da da “And olsun biz, Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık” diye buyrulur. Çağımızda Firavunlar sayıca daha çok ve daha acımasız. Bu cezalar, Allah’ın bizler için koyduğu kader.

Bir tarafta vatanını, annesini, babasını kaybetmiş, çocukluk hayallerini yaşayamamış o çaresiz çocuğu düşünüyor, bir tarafta da milimikron küçüklüğündeki virüs karşısında aciz kalan insanın halini görüyor ve Rabb’imin Araf suresi 133. ayetteki “Biz de açık seçik mucizeler olmak üzere onların üzerine tufan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik, yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim olmakta direndiler” uyarısını okuyorum; insanoğlunun nankörlüğüne, duyarsızlığına isyan ediyor, kendime, hayata bir anlam vermeye çalışıyorum. Heyhat! Yoksa savaşta bütün ailesini, merhametsiz bombalarla bir bacağı ve bir ayağını kaybetmiş vaziyette, yüzü kanlı halde, çamurlar içinde ölüm meleğini bekleyen yetimin “Sizi Allah’a şikayet edeceğim” feryadı mı karşılık buldu, diye kendime soruyorum. 

Deniz kenarındaki bataklıkta can veren Aylan bebek ve milyonlarca mülteci, mazlum insan, dünya muktediri habis ruhların eseri; koronavirüs de doymaz iştahı ile her şeyi yiyen, Yunan mitolojisindeki tanrıların kibrine sahip, bataklık sineği kılıklı yamyam yaratıkların eseri. Birinin diğerinden farkı yok. Al birini vur öbürüne; birbirinin ruh ikizi. 

Başımıza gelenler, bizim yaptıklarımızdandır, bir kader değildir. Yaşadığımız iyilik ve kötülüklerin, kendi fıtri sonucu olarak gerçekleşmeleri birer kaderdir. Sezai Karakoç ne güzel dillendirmiş: “Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır. / Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır. / Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır.”

Kadir Durgun

kadir@kadirdurgun.com

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz