Krala kim hayır diyebilir.

0
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Bir insandan her şeyi beklerseniz onu bitirirsiniz, ona bu fırsatı verirseniz, ya o sizi bitirir, ya da siz kendinizi…

Hiç kimse her şeyi yapacak kadar büyük değildir ve hiç kimse hiçbir şey yapmayacak kadar küçük değildir.

Eski bir deyim vardır; “birinin eline çekici verirseniz, oda çakacak çivi arar.”

Peki, çivi bulamasa ne yapar?

Marangoza iş verdik, ilk hesabı harcayacağı kereste ve çivi miktarı oldu.

Duvarcı ustası dedik, alana kullanacağı taş ve tuğla hesabıyla yüzleştik.

Aşçıya döndük, kelle sayısı üzerinden kullanacağı yemek malzemesiyle karşılaştık.

Siyasetçiye döndük, bize tüm bu işleri iki saatte çıkardı, ortada herhangi bir eser yoktu, ama hepimiz oradan memnun ayrıldık.

Anlayacağınız bu işlerin tümü için birkaç insan dolaşırken, siyasetçi bizi eve eli boş gönderdi, ama hepsini de yaparım dedi.

Bir şey yaptı mı?

Henüz bekliyoruz, her sorduğumuzda işinizi hal olmuş bilin diyor ve öyle bir şekilde söylüyor ki, işe başlanmamasına rağmen tekrar gidip söylemeye utanıyoruz.

Hasılı iş yapılmadı, adamın süreli seçilmişlik dönemi son buldu ve bize hiçbir şey yapmamasına rağmen her gittiğimizde verdiği sözlerin arkasında durduğunu söyledi.

Herkes siyaseti kendisine göre tanımlar: kimi buna “sürdürebilirliği yakalama” der, kimi “uzlaşma noktasını bulma” der, kimi har hal ve şeraitte kazanma” der, kimi de hakkı güce tahvil ederek boşuna konuştuğumuzu söyler.

Muhtemelen bunların hiçbiri tek başına doğru değildir, ancak güce hükmettiğinizde istediğinizi doğrulamanız önemli oranda sizin elinizdedir.

Kralla kim “hayır” diye bilir ki?

Aazop, kralı hicvettiği için kale surlarından kayalıklara canlı canlı atılmıştı.

Beydeba, kralla konuşmaya niyet etmiş, soluğu güneş görmeyen bir hücrede almıştı.

Anaksagoras, tapanları yağlamış, ancak o şekilde canını kurtarmıştı.

Sokrates, işi bildiğinden olsa gerek ki, demokrasiyle itibar etmiyordu.

Platon, işi demagogların götüreceğini gördüğünden tüm hayalperestliğine rağmen demokrasiyi fazla platonik bir aşk şeklinde görüyordu.

Sokrates, “iş erbabına verilmelidir” diyordu.

Sokrates’e göre Lykurgos’un katı asker düzeni biçilmiş kaftandı.

Bildiğiniz gibi, Lykurgos, kast sistemi üzerinden herkesin kastına göre bir vasfı olduğunu düşünüyor ve kast sınıfındaki her bireyi daha çocukken sınıfı için öngörülen işlerin talimine tabi tutuyordu.

Gerçekte Lykurgos’un düzeni işin ehline verilmesi değildi, kastların kendileri için ön görülmüş işlerde ehlîleştirilmeleriydi.

Fark nedir, diye sorarsanız; ehlîn vasfı kendi seçiminden gelir, ehlileştirilenin ise kendi kast sınıfından.

Herhalde Sokrates bunu da görmüştü!

Peki, siyaset bir meslek midir?

İnsanları yönetmeye soyunmuş birinin olağanüstü bir egoya sahip olması gerektiği kesindir; çünkü hiçbir meslek siyaset kadar “herkesten daha iyi yaparım” iddiasını bünyesinde beslememektedir.

Ancak burada Sokrates’e bire bir hak vermesek de, siyasetin bir meslek olarak kulvarında ehil insan gerektirmediğini söyleyebilecek durumda değiliz.

Tabii sorunumuz bu değildir, sorunumuz siyasetten ehil olanı nasıl bulacağımızdır, çünkü siyasette prim yapan şey Sokrates’in sandığı gibi ehliyet değil, siyasi kabiliyettir.

Bunun kimde, nerede ve ne zaman çıkacağı da genelde bilinmemektedir; hele ki, iki koyun güdemeyecek kadar sergerde olanların en anlı-şanlı lider olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda.

Kalıtsal monarşilerin karşısında isek tabii; ya da Korkunç İvan veya Deli İbrahim’le karşılaşmak istemiyorsak.

Meslek erbapları hizmet ürettir, siyaset erbapları ise insanları yönetir ve doğrusunu isterseniz yönetebilir olmak mesleklerden öte oldukça özel bir yetenektir; yani eğittim bu işte bir faktör olsa da, bu bir yere kadardır, ötesi, şahsın bunu herkesten daha çok istemesi ve birazda elini masaya vurduğunda insanları hizaya getirebilmesiyle ilgilidir.

Sokrates’in marangoz çırağı sebat ederse muhtemelen iyi bir marangoz ustası olabilir, ancak doğrusunu isterseniz siyasetçinin öyle pek sebatla mebatla işi yoktur, işi fırsatladır.

Milleti sorarsanız, gemiyi yürütene veya o ikbal umudunu verene bakınız, kim gemiyi yürütüyor veya o umudu veriyorsa millette onunladır.   

İyi lider mi arıyorsunuz?

Yanlış yapıyorsunuz!

Çünkü liderler beklenti kat sayısına göre otoriterleşiyor, yetkilerin paylaşılmasında daha bir tahammülsüz hale geliyor.

Platon, demokrasiye inanmıyordu, çünkü eğitimsiz kitlelerin başlarına ağzı laf yapan demagogları bela edeceğini düşünüyordu.

Ona da üstadı Sokrates gibi, plütokrasi daha akıllıca geliyordu.

Eskisi gibi olmasa da, demokrasiye hala karşı gelen insanlar var.

Fakat onların gözden kaçırdıkları bir şey var; oda insanlığın tecrübeyle bu nihayete vardığıdır.

Ego seçilmek için açık bir kapı ister ve seçilmezse bile, kendisini yönetecek kişiyi kendisi seçmek ister ve seçme şartı suça dolaylı bir ortaklık olduğu için, seçen seçilmiş iradeye karşı kendisini itaat etmekle yükümlü görür, çünkü bela da olsa onu kendisi seçmiştir.  

Ama demokrasilerde bir seçenek daha var, oda seçilenin süreli seçilmesi, vadesi dolunca oradan indirilebilir olmasıdır.

Diğer bir seçenek ise, seçilenin seçilme şansını tekrar kaybetmemek için iyi işler çıkarma çabası da göstermesidir.

Demokrasilerde, Sokrates’in ve gelenekselcilerin gözden kaçırdıkları diğer bir konu da budur.

Çünkü diğer rejim biçimlerinde birleri gelir ve siz onlara itaat ederseniz, iyi olmaları bir şans, iyi kalmaları ise daha büyük bir şans ve doğrusu güce hükmeder duruma gelenlerin iyi kalması öyle pek görülmüş bir şans değildir.

İbrahim Yersiz

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz