Madde ve mana üzerine…

0
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Madde ile mana arasında ince bir çizgi var. İnsanlar mananın genelde maddeden bağımsız olduğunu düşünürler; mana insanla, madde ise doğayla ilgili olunca insanlar bunun böyle olması gerektiğini düşünüyorlar. Gerçekte bu doğru değildir, yalnızca ilişkinin dolaylı olması onları böylesi bir soyutlama yapmaya götürmüştür.

Bunu anlamak için mananın ne olduğunu bilmek gerek: Mana genelde insanda anlamlanmış herhangi bir şeydir, bunun soyut veya açıklanamaz olması ve veya öyle görünmesi bu kaideyi değiştirmemektedir, çünkü sonuçta mana insana dairdir ve doğrusunu isterseniz bir şey insana dair ise onun maddi anlamda ikna edici bir açıklaması yoksa bile, o kesinlikle maddeden soyut değildir, zira hiçbir soyutlama maddi hayattan veya maddi dünyadan tam olarak bağımsız değildir.

Metafizik dediğimiz şey bu iki arada varlık kazanmış, insanlara durduğu yer üzerinden açıklamalar getirmeye çalışan bir akidedir; o nedenle insanın açıklama getiremediği ama aklından geçirdiği her şeye bu minval üzeri bir açıklama getirmeye çalışmaktadır. Ve alan olasılıklar dünyası olduğu için açıklama getiremediği hiçbir şey yoktur.  

Kuşkusuz madde ile mana arasında bu kadar kesin bir çizgi yoktur, bu bütünüyle bir bakış açısı, insanın aklındaki bir olgudan veya dışındaki bir olaydan hareket etmesiyle vardığı bir neticedir. Ki akıldaki hiçbir olgu veya olay dış ve iç olaylardan bağımsız değildir, daha ötesi, aklın kendisi de. 

Sri Nisargaddata Maharaş “Zihne maddenin fonksiyonu olarak bakın, işte size bilim; maddeye zihnin ürünü diye bakın, işte size din” der. Evet, bu bütünüyle bir bakış açısı, olaya hangi açıdan bakıyorsanız onu size göründüğü üzere getirdiğiniz bir izahın neticesidir. Yani mana zihnin bir ürünü ve görünürde maddeden bağımsız olsa da değildir. Madde ve mana arasında yaptığınız soyutlamalar ise aklın olayı kendisine izah etmesi çabasında geliştirdiği bir kısım ifadeden başka bir şey değildir. O nedenle insanların metafiziğe dair tüm tanımları baştan sona maddenin kendisini farklı hallerde göstermesi ve aklın buna bir izah getirmeye çalışırken kendisini kabul verebileceği bir tanıma ikna etmesiyle ilgilidir. Zira bilinç çözümleme odaklıdır ve bir çözüm bulmasa bile kendisini ikna edecek bir çözüm bulur.  

Sorun şu ki, bu çözümlemeler birer soyutlama olarak genelde insanın olmasını istediğidir. İnsanın kendi yalanına inanmasının altında da o yalanın kendi arzusuna hitap etmesi yatmaktadır. Ama bu yalan bile olsa gerçekte iradi bir tasarlama ve esası bilindik anlamda madde hayatında bağımsız değildir. Çünkü insanların tüm kurguları temellerini bilindik madde hayatından almaktadır, zira madde hayatı veya maddenin kendisi hal farkına göre insanların bu tür soyutlamalar yapmasına neden olabilmektedir. 

Yani bizim metafiziğe dair yaptığımız tüm soyutlamalar bildiğimiz anlamda maddi dünyadan bağımsız değildir; zira maddenin ‘binbir’ hali var ve her bir hali belirli bir görü farkı üzerinden görülebilir olduğu için bizi birbirleriyle çelişen soyutlama yapabilir duruma getirebilmektedir. Yani gerçekte metafizik adına yaptığınız soyutlamalar da o görü farkını ifade etme çabamızdan başka bir şey değildir. O çabayı bir neticeye bağlamamız ise bütünüyle kendi arzumuzla ilgilidir; zira biz bir başlangıçtan da yoksunuz, sondan da. Ama yine de bir yerden alıyor bir yere bağlayabiliyoruz. Bu ise, netice odaklı bilincimizin arzusuna göre bir sonuca gitmesine neden olmaktadır. Kısacası bilincimiz bize istediğimiz temelde bir cevap veriyor. Çünkü iyi-kötü bilincimiz bizim hizmetkarımız, biz ona ne düzeyde hakim isek onun bize bulduğu cevaplar ona göre olmaktadır.

İnsanlar genelde madde ile mana arasında keskin ayrımlar yapıyor ki, görüneni gördüğü üzerinden alırsak bu olağan bir neticedir.

Çünkü insanın görüneni ne aynı şekilde görmesi şartı vardır ne de aynı şekilde soyutlaması şansı, bu bütünüyle alma veya görme kabiliyetlerine göre farklılıklar gösterir.

Diğer yandan, biliyoruz ki görülerimizin alma kabiliyetleri sınırlıdır, aynı olmamakla birlikte belirli bir alma şartına göredir ve biz o şartı bir milim bile aştığımızda bildiğimiz dünya gördüğümüz dünya olmaktan çıkmakta, farklı bir halin dünyasına bürünmektedir.

Metafizik ise tam olarak burada bilincin farklı tezahürleri sezinlemesi, onları kendisine göre soyutlama yoluna gitmesinden başka bir şey değildir. Çünkü bilinç gördüklerinin mutlak bir görü sınırı olduğuna ikna değildir ki, zaten tecrübe bu konuda yeteri kadar kanıta sahiptir. Zira tüm yanılgılarının ceremesi onun sırtındadır.

Bu netice metafizikçi kadar maddeci öngörüye sahip olanın huzurunu da kaçırttığı bir noktadır, çünkü ne yaparsa yapsın şeyler belirli bir hal içinde durmamakta, an be an değişerek kendisini her an farklı bir hallere göre gösterebilmektedir. Bilinç, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi çözüm odaklıdır ve bulduğu çözüm teskin olması nedeni. Bilinç bu sebeple yalnızca huzur bulmak için bile nedene neden aramakta, her olaya kendisince bir açıklama getirmeye çalışabilmektedir. Dolayısıyla burada metafizikçinin olayı gaipten bir güce bağlaması bir kanıtlamanın ürünü değil, bilincin nedene neden ararken kendisince bulduğu bir çözüm noktasıdır. Burada maddecinin olayı maddenin farklı hallerine irca etmesi doğru bir yaklaşım olmakla birlikte, bu da bir tespitin nihayeti değil, olana görece bir teşhisten başka bir şey değildir. Yani değişene değiştiğini söylemek bir tespit olsa da bu onun neye göre değiştiğinin cevabı değildir. Ki zaten iki tarafında olayların neye göre veya neden varlık gösterdikleri konusunda kesin bir tespitleri yoktur, olanı ise görece belirli bazı hallerin ifadesinden başka bir şey değildir. 

Belli ki gören göz öyle görmekte, nedene neden ararken bulduğunu merkez almakta, onu devinimin merkezine alırken doğru bir şey yaptığını düşünmektedir. Tek sorun tutundukları tespitleri belirli hallere göre olmaları, hal değişirken tespitlerin yerinde sayması.

Metafizikçi öngörüye tutunanların yer yer maddi aleme savrulmaları veya tersi, maddeci öngörüye sahip olanların yer yer metafizik aleme savrulmaları, yani karşı karşıya dururken birden yan yana düşmeleri veya yan yana dururken birden karşı karşıya düşmelerinin nedeni sanırım bu sebepten gelmektedir. Maddeci öngörüye sahip kişi elbette maddi esaslar üzerinden hareket ettiği için çözüme daha yakın görünmektedir, ancak her görü ufku değiştiğinde görü sınırındaki maddi dünyada form değiştirmekte, onu da yeni ve daha belirsiz tanımlamalar yapmaya teşvik etmektedir. Bu maddecinin araştırmalarında daha temkinli davranması açısından iyidir, ancak bir sınır yoksa farklı düşünene karşı bir suçlama geliştirmekte kolay değildir. 

Elbette bir şey yapmayan için “ya o haklıysa” demek haklı değildir, dahası tüm istidatları çabasına bağlı bir tür için böyle bir şeyi haklı göstermek neredeyse imkansızdır. Ama bu, yine de kim nerede durmak istiyorsa o isteğe engel de değildir, yani isteyen istediği yerde durabilir. Kaldı ki kimse boş durmuyor, herkes kendisince elinden geleni yapıyor ve hatta aynı araçları kullanarak; sorun benzer araçlarla ortak mevzilere ulaşılmasına rağmen birinin başını kardırıp göğe bakarken evrende kaotik bir ihtişam görmesi, diğerinin de aynı evreni İlahi bir gücün tecessüsü şeklinde tarif etme yoluna gitmesidir. Bu önemli bir ayrıntı mıdır, diye sorarsanız vereceğim cevap şudur; eğer bunu evrenin büyüklüğü ölçeğinde alırsanız önemsizdir, ama farklı bilinçlerin periferileri üzerinden alırsanız önemlidir, çünkü güvenlikleri için farklı kozalaklar inşa etmeye çalışan iki farklı bilincin birbirlerine “sen evini dere yatağında inşa ediyorsun” demesi söz konusudur!

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz