Mavişim

5
Latest posts by Vecdet Dikan (see all)

Adadaki ilk yılımdı. Üniversite’de İngilizce hazırlık okumuş, final sınavından sonra, ikindi vakti, kız kardeşimle balkonda kahvelerimizi içip fal baktırmak için fincanlarımızın soğumasını beklerken; bir yandan da deniz fenerindeki hareketliliği izliyordum.

Turkuaz dalgalar bütün öfkesini dalgakırandan almak istercesine büyük bir şiddetle çarpıp, rahvan bir atın şahlanışı gibi o hızla duvarı aşarak havai fişekler gibi dört bir yana köpükler saçıp dağılıyor, kayalardan süzülürken tıpkı yaşlı ve yorgun bir kadının, dalgalı ve beyaz saçlarını usulca suya saldığı gibi, öfkesi artık dinmiş oluyordu.

İnsan, önüne çıkan engellere karşı gelişen öfkesini, demek ki bir parçası olduğu doğadan almıştı. Zamanla direnme hakkını koruyacak yasaları oluşturacaktı, doğadan farklı olarak.

Mavi bir kuşun hemen yanıma, balkon duvarının üstüne konmasıyla heyecandan nefesim kesilmiş bir vaziyette onu ürkütmeden, güzelliğini hayranlıkla izlerken, bir ses “yakala onu!” diyordu bana. Hiç kıpırdamadan yavaşça başımı çevirip sesin geldiği yöne bakmıştım. Bana seslenen komşumuz Melek nineydi. “Kuşu yakalayamam! Hareket edersem uçar” diyerek yanıtlamıştım onu. Yavaşça elini üstüne koy diye ısrar etmişti yaşlı kadın. Dediğini yapmaktan başka çarem kalmamıştı ama onu yakalayabileceğime inanmıyordum. Çünkü; hareket ettiğim anda uçacağını biliyordum. Biraz sakinleşmeye çalışarak elimi yavaşça yaşlı ninenin dediği gibi minik kuşun üstüne koydum. Bir an zamanın durduğunu, yerçekiminden kopup boşlukta olduğumu sanmıştım. Avucumun içinde bir sıcaklık hissettiğimde yeniden o ana döndüğümü anlamıştım. Büyük bir şaşkınlıkla gözlerimi açıp baktığımda evet o, minik varlık avucumdaydı… Elimi havaya kaldırıp büyük bir sevinçle yakaladım diye çığlık atmıştım. Yaptığım şeye ben bile inanamamıştım.

Yavaşça başını öperek tüylerini okşamıştım. Sevinçten şaşkın bir halde ne yapacağımı bilemez bir durumda ayakta duruyordum. Melek nine, o, bildik sesiyle minik bahçesinden seslendi yine: “Bir kafes al da koy içine.”

Salondan koridora geçip soldaki ilk odanın penceresini kapatarak kuşu odaya bıraktım.  Kapıyı da kapatıp kafes almak üzere aceleyle evden çıktım. Otoparkı, geçtikten sonraki meydanda Girne Belediyesi vardı. Bahçesinde yediveren gülleri ve gece tütenler ekilmişti. Pembe ve beyaz begonviller (Cemileler) birbirine dolanmış asmalar gibi binanın ikinci katına kadar tırmanmıştı. Bir koşu bahçeyi geçip hafif yokuşlu çarşının sola kıvrılan çıkmaz sokağında evcil hayvan malzemeleri satan dükkandan bir kafes alıp aceleyle eve dönmüştüm.

Odaya girer girmez kapıyı kapatmıştım. Kafesin kapısını açarak minik kuşu içine koymaya hazırlanırken, bir süre önce hiç direnmeden teslim olan kuşum odanın içinde fır dönmeye başlamıştı. Ben onu yakalamaya çalıştıkça elimin yetişemeyeceği yerlere konuyor, ben yaklaştıkça tam tersi istikamette uçuyordu. Kan ter icinde kalmıştım. O da yorulmuştu. Mavişi yakaladığımda ağzı açık boğazının altı hızla kalkıp iner bir durumdaydı. Minik kalbinin çırpınırcasına hızla attığını avucumda hissettiğimde korkmuştum. Nihayetinde kuşu kafesine koyup rahat bir nefes alabilmiştim.

Melek nine “O sana geldi” demişti.

Muhtemelen kafesinden kaçmıştı, bütün gün aç ve susuz uçarak yorulmuş ve benim balkonuma konmuştu. Mavi kuş benim misafirimdi. “O’nu uğur olarak kabul etmiştim.”

Henüz bir yaşını doldurmamış mavi renkli kanatlarının üstünde siyah benekleri olan bir muhabbet kuşuydu. Sahibi ilgilenirse konuşabilir demişti Melek nine.

Tüyleri salonda uçuşmasın diye tülden bir örtü alıp kafesine geçirdim. Nerede oturursak kafesi de oraya koyuyorduk. Kediler büyük bir tehlikeydi. Balkondan veya pencerelerden girebilecekleri icin her yeri kapatmıştım. Ayaklı bir askı alıp kafesi çengele takmıştım. Artık daha güvendeydi, oldukça estetik bir görünüme de kavuşmuştu kafesim.

Her sabah yem kutularını çıkarıp balkonda üfleyip kabukların uçmasını sağlıyordum. Üstünü yemle doldurup tekrar yemlikleri yerine takıyor, su kabını da çıkarıp yıkayarak temiz su dolduruyordum. Bu günlük rutinimizdi artık. Zaman zaman onu kafesten çıkarıp işaret parmağımla tüylerini okşayıp kısıtlı bir alanda da olsa uçmasını sağlıyordum. Salonda kornişlerin, üstüne tünemeyi televizyonun üzerine, omuzuma konmayı, hatta zamanla kendiliğinden kafesine girmeyi de öğrendi. Kavun çekirdeği çitlediğim de dudaklarımın kenarını gagasıyla didiklemeye başlamıştı. Kavun çekirdeği artık ortak zevkimiz haline gelmişti.

Akşama doğru üst kattaki komşumun küçük oğlu elinde küçücük bir kafesle gelmişti. Elini havaya kaldırarak yavru kanaryayı göstermişti bana.

Dedemin kanaryaları yavruladı, kuşları sevdiğini bilirim bir tane alır mısın? Diye sormuştu bana.  Kuşları severdim ama kafese konulmalarına karşıydım. Hele kanarya sevenlerin dernek kurmaya kadar varan faaliyetlerini, emekli insanların boş zaman uğraşıları olarak değerlendirirdim.

Yine de çocuğu kıramamıştım. Biraz para kazanmak istediğini tahmin etmek zor değildi. Ne kadar istediğini sormuştum? Gözlerinin içi parlamıştı. Büyük bir sevinçle gülümsediğinde, bir çocuğu mutlu etmenin her şeye değeceğini düşünüp satın almaya karar vermiştim bile.

Vakit geç olduğu icin ancak yarın yeni bir kafes alabilecektim. Kanaryayı küçücük kafesinden çıkarıp mavişin kafesine mavişi de küçük kafese koymuştum.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir an gözüm küçük kafese takıldı. Maviş tek ayağıyla kafesin tavanına pençesini geçirmiş bir vaziyette baş aşağı asılı duruyordu. Dehşete kapılmıştım. Şoku atlattıktan sonra yaptığım ilk hareket hemen mavişi o küçük kafesten alıp kendi kafesine koymak olmuştu.

Kuşum, Kendisine ait olanı geri alabilmek icin intihar teşebbüsünde bulunarak ilk eylemini ortaya koymuştu.

Kanarya ise güne duş alarak başlıyordu. Büyük bir keyifle gagasıyla, tüylerini havalandırarak kurumasını sağlıyordu. Gün boyu güzel sesiyle ötüyordu.

Maviş’e bir eş almaya karar vermiştim. Komşum Sinem, annesinin muhabbet kuşlarının yavruladığını söylediğinde, gidip Maviş’e bir eş alalım diye öneride bulunmuştum. Sinem, ama annem Mağusa’da (Magosa), yaşıyor deyince bizde oraya gideriz deyivermiştim. Sinem’in annesinin evi çiçek bahçesi içindeki kuş cennetini andırıyordu. Beyaz renkli muhabbet yavrusunu beğenmiştim. Maviş’e eş olarak seçtiğim yavru uzun kuyruğuyla duvaklı bir geline benziyordu.

Sinem’in annesinden sarmaşığı andıran yaprakları oldukça dolgun çiçeğin adının Mum Çiçeği olduğunu öğrenmiştim. Bakımı biraz zordur. Yaza doğru beyaz çiçeklerinin üstü pembe noktalarla nakışlı çok güzel çiçekler açar. Tanyeri ağardığında mis gibi tüten çiçeklerinden bal damlar deyince dayanamayıp bir dal rica etmiştim. Bembeyaz muhabbetim ve çiçeklerinden bal damladığını öğrendiğim mum çiçeğimle heyecanla yola koyulmuştum. Maviş’i merak etmiştim. Eve götüreceğim arkadaşıyla acaba anlaşacak mıydı!

Beyaz muhabbet kafesten çıkmak istemiyordu bütün gün kafesinde tünüyordu. Maviş evin içinde bütün gün uçuyordu yorulduğunda da kafesine giriyordu.

Maviş’e biraz yardım etmem gerektiğini düşünerek yavruyu kafesten çıkarmak için elimi kafese sokup onu dışarı çıkarmaya çalışınca, panik bir vaziyette kanat çırparak dışarı çıkmak istememişti. Buna rağmen   onu yakalayıp, biraz sakinleşmesi icin tüylerini okşayıp rahatlamasını sağlamıştım. Avucumu açarak uçmasına yardım etmeye çalışmıştım. Nafile; hareket yoktu. Maviş’in aksine yeni kuşum durağandı.

Sabırlı olmamız gerekiyordu. Zamanla Maviş bildiklerini ona öğretmeye başlamıştı. İlk etapta ona kafesin açık kapısından çıkmayı kornişin, üstüne konmayı öğretti. Zar zor uçup bir yere konduğu zaman bile son derece ürkek duruyordu. O bir kafes kuşuydu ve ancak kendisini kafesinde güvende hissediyordu. Zamanla maviş çok iyi bir öğretmen gibi birlikte uçmayı ve konmayı öğretti eşine. Maviş konuşur gibi sesler çıkarıyor, eşinin tüylerini didikliyor ve sürekli gaga gagaya öpüşüyorlardı.  Bu kuşlara neden muhabbet dendiğini nihayet anlamıştım. İnsanların bu kuşlardan aslında öğrenecek çok şeyleri olduğunu düşünüyordum.

Maviş’e eş almaya karar verdiğimde bütün ilgisini eşine verip artık sahibiyle fazla ilgilenmez diye uyarmışlardı beni. Bencilce davranıp Mavişi yalnızlığa mahkum etmek pek doğru gelmemişti bana.

Bir yuva alıp kafesin içine bırakmıştım. Kuşlarımın yavrulayacağını düşünmek heyecanlandırmıştı beni.

Bir gün yuvanın icinde bir yumurta görünce gözlerime inanamamıştım. Keyfime diyecek yoktu. Hatırladığım kadarıyla kuşum beş yumurta yaptıktan sonra kuluçkaya yatmıştı. Tüylerini kabartarak yuvaya kuruluyordu. Bu arada kuluçka süresinde kafesten uzak durmam gerektiğini söyledikleri için kafesi balkona asıp sadece yem ve sularını vermekle yetiniyordum. Kuluçka süresi dolduktan sonra yumurtalarda herhangi bir değişiklik olmayınca sebebini merak etmiştim. Mavişin üreme yeterliliği olmadığı icin yavru alamadığımızı söylemişlerdi.

Balkonun kapısını açık unuttuğumuz bir gün beyaz muhabbetimiz uçmuştu. Mavişle ben yine baş başa kalmıştık.

Komşum Salih bey, Rum tarafından (Güneyden) getirttiği kanaryayı çiftleştirmek için verdiğinde, çok iyi bir cins olduğunu söylemişti bana. Oldukça iri, koca kafalı, kavuniçi renginde bir kuştu. Çok güçlü bir sesi vardı. Öttüğü zaman bütün mahalle onu dinlerdi. Kuşçudan bir yuva alıp kafesin içine yerleştirmiştim. Kanaryalar oldukça hamarattı. Ailecek duşlarını alıp tüylerini kurutmak icin adeta şov yapıyorlardı. Çok geçmeden yuvada ilk yumurtayı görmüştüm… Sanırım beş veya altı yumurta yaptıktan sonra dişi kuş kuluçkaya yatmıştı. İlk yumurta çatlayıp yavru çıktığında dünyalar benim olmuştu. Gözleri kapalı tüysüz ve çıplaktı. Diğerleri de aynı şekilde sırayla kabuklarından çıkmıştı. Anne kanarya üç yavrusunu da besleyip büyütünce baba kanaryaya benzediklerini görüp sevinmiştim. Güçlü birer kanarya olacaklardı.

Düşündüğüm gibi de olmuştu. Yavru kanaryalar tıpkı babaları gibi turuncu renkli ve güçlüydü.  Bütün gün neredeyse hiç ara vermeden konser veriyorlardı. O güzel seslerini duydukça insanların onları neden yanlarında tuttuklarını artık anlamıştım ama bana göre yine de doğada özgür olmalıydılar.

İstanbul’dan gelen telefon babamın hastaneye kaldırıldığını bildiriyordu. Apar topar bulabildiğim ilk uçakla hemen İstanbul’a gitmiştim

Amerika’dan o gün gelen ünlü kalp cerrahının babamı ameliyat ettiğini operasyonun çok başarılı geçtiğini söylemişlerdi bana.

Babam Florance Nightingle’de, yoğun bakımda yatıyordu onu görmem mümkün değildi.

Her şey yolunda giderse üç gün sonra yoğun bakımdan çıkarılacaktı. Yoğun bakımdayken ancak telefonla bilgi alabiliyorduk. Bütün eş, dost ve akrabalar oradaydılar.

Ancak odasına getirildiğinde görebilmiştim babamı.

Oldukça büyük bir hasta odası, içinde banyo ve tuvaleti, ayrıca refakatçi odası olan neredeyse bir daire tahsis edilmişti kendisine. Refakatçi olarak yanında ben kalmıştım. Özel hemşiresi gece nöbet tutuyordu. Sürekli babamla ilgilenip kontrollerini yapıp notlar alıyordu.

Başarılı geçen ameliyat ve iyi bakımla babam sağlığına kavuşmuş ve hastaneden taburcu edilmişti. Yaz okulunda ders aldığım için Adaya tekrar dönmem gerekmişti. Ercan Havaalanı’ndan kardeşim beni karşılamaya gelmişti. Beraber eve gittiğimizde Maviş’in kafesinin yerinde olmadığını fark ettiğimde, kız kardeşim benim İstanbul’a gidişimden hemen sonra, Maviş’in kendisini kafesinde ters astığını, sabah ölüsüyle karşılaştığını söyleyince, duyduğum acıdan ne diyeceğimi bilememiştim.

Mavişi, kanaryanın küçük kafesine koyduğum geceki intihar teşebbüsünü hatırlayınca bu sefer yarım kalan eylemini gerçekleştirmesi son derece üzmüştü beni.

Muhabbetlerin sahiplerinden ayrı kaldıklarında kendilerini öldürdüklerini sonradan öğrenecektim.

Önceki İçerikŞey
Sonraki İçerikİmralı, ada değil bir anlayıştır
Diyarbakır - Lice doğumlu İlkokulu Kayseri'de okuduktan sonra, ortaokul ve liseyi Diyarbakır'da bitirdi. Yakındoğu Hukuk Fakültesi‘nden mezun olduktan sonra Diyarbakir'a döndü. Hukukçu ve kolleksiyonerdir. Yaklaşık on iki yıl Kıbrıs'ta yaşadı. Kıbrıs'ın tarihini ve mimarisini inceledi. Bu amaçla Kıbrıs'ın müze ve ören yerlerini gezdi. Doğasını çok sevdiği Kıbrıs'ın çok kültürlü yapısından etkilendi. Yüzme ve bisiklet tutkunu olan Vecdet Dikan, fırsat buldukça doğa yürüyüşleri de yapar. Bir kitap ve edebiyat tutkunu olan Vecdet Dikan, Yaşamının tümünü edebi çalışmalarına ayırarak deneme, anı ve öykü türlerinde yazılar yazar.

5 YORUMLAR

  1. ” sevgi beklentiye kördür” diyordu Terry Aegleton. Ötekini o olduğu için sevmek, duygu olgunluğu dur. Hikaye bu beklentisiz sevgiyi çok içten hissettiriyor.

  2. Muhabbet kuşunun bağımlı sevmesi, sonrada kendini yok etmesi
    tıpkı insanların bağımlı sevmesi gibiymiş😪
    Farklı canlı türlerinden de öğreneceğimiz çok şey var. Kaleminize sağlık.

  3. Doğal yaşamı mahfeden bizler olduğu gibi sevginin aşkın içini boşaltıp saçma sapan bir nefes alıp vermeye yaşamak diyen yine bizleriz , arada böyle yazılara çok ihtiyacımız var enazindan benim var, insan olmanın ve onun verdiği sorumluluklarımi hatırlattığıniz için teşekkür ederim 🌹yurenize sağlık

  4. Yazida Yasar Kemal etkisi hissediliyor. Hikaye ise ilginc bu konuda yorum yapamayacagim kadar uzak bir konu Kafeste kus besleme yada kuslarin insanlarla iliskisi.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz