Murat Yetkin H M Önder’e konuştu: “Modern siyasi tarih evdeki hesapların çarşıya uymamasının tarihidir”

0

Gazeteci Murat Yetkin geçtiğimiz günlerde ilginç bir kitaba imza attı. Ülkemizin yakın tarihinde yaşanan bir çok olayın bilinen ayrıntıları yanında, göze pek çarpmayan, hatta bazıları yanlış biçimde ortak hafızaya kaydolan yanlarını bulup kitabında gözler önüne serdi.

‘Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’ kitapçı raflarına çıkar çıkmaz okurun geniş ilgisiyle de karşılaştı.

Yazarımız Hasan Mesut Önder Murat Yetkin’le kitabı üzerine konuştu:

Hasan Mesut Önder.. Ocakmedya yazarı..

Hasan Mesut Önder (HMÖ)- Gazetecilik ile istihbaratçılık arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir? Yani, gazeteci haber kaynağı ile nasıl bir ilişki kurar, bilgiyi nasıl işler, elde ettiği çok özel bir bilgiyi başka kaynaklardan doğrular mı? Bu iki meslekte bilgi üretme süreçleri özetle nasıl işliyor? Örneğin Ertuğrul Özkök; “sızdırma haber de büyük gazetecilik başarısıdır” diyor. Gazeteci, bilgi kaynağının amacını sorgulamadan atlatma haber yapmak için, sızdırılan bilgileri kullanmalı mıdır, neler söylersiniz?

Murat Yetkin (MY)- Öncelikle gazeteci, istihbaratçı, polis, diplomat, hukukçu gibi, hatta doktorluk gibi mesleklerde asıl olan toplam altı soruya, yani ne, nerede, ne zaman, nasıl, neden ve kim (5N1K) sorularına cevap arayarak gerçeği bulmaktır. Yedinci soruda ayrışırız ve bir cevapla ne yaptığımızla. Biz gazeteciler cevaplarımıza okurun, izleyicinin konuyu anlamasını sağlayacak bir başlık ve şekil vererek olabildiğince çok kişiye ulaştırmaya çalışırız. Bu yüzden kitle iletişimi denir yaptığımız işe. Ama örneğin istihbaratçı bu soruları, siyasi iktidarın çok özel bir alanına, siyaset planlama ve karar mekanizmasının en üst katına ulaştırır sadece, bazen de belli bir gizli, ya da açık harekâtın parçası olarak.

Tabii bir de bilgi toplama yöntemlerinde farklılaşırız; biz yaptığımız her şeyi yasal zeminde yapmak zorundayız.

Ertuğrul Özkök’ün haklı olduğu nokta, benim de üniversitelerde ders verdiğim dönemde ve haber merkezi yönetirken genç arkadaşlara söylemekten bıkmadığım bir cümlede saklıdır: Kaleci doğru yerde durursa top kucağına düşer. Gazeteci, yasadışı bir şey yapmadığı sürece bilgiye nasıl ulaşırsa öyle ulaşmaya çalışır, ama o bilgiyi nasıl kullanacağı, kaynağı yönlendirme, saptırma yapıyorsa buna alet olup olmaması, özetle düzgün habercilik yapıp yapmaması okura ve kendisine saygısına kalmıştır.

HMÖ- ‘Meraklısı için Entrikalar Kitabı’nda çok önemli 10 konuyu işlediniz. Bütün bu vakalarda bir stratejik planlama doğrultusunda servislerin faaliyet yürüttüğü görülüyor… Bütün bu stratejik planlamayı yapan kim? İktidarlar mı, derin devletler mi, yoksa bütün bunları kapsayan bir üst akıl mı var? Örneğin 9. Bölümde Neo-con’ların Irak savaşının asıl aktörleri olduğunu, istihbarat servislerinin ve Amerikan güvenlik aygıtının bu savaşı meşrulaştırmak için çalıştığını işlediniz. Sizce Sn. Cumhurbaşkanımızın da üst akıl diye tanımladığı güç, yeni muhafazakârlar mı?

MY- Üst akıl derken, ki bunu sadece Sayın Cumhurbaşkanı söylemiyor, her şeyi yöneten devletlerüstü, kurumlar üstü, neredeyse mor düğmeye basınca Afganistan’ın, yeşile basınca Fransa’nın filan karıştığı bir düzen kast ediliyor. Örneğin kitapta ayrıntılı olarak anlattığım, Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşına Nazi saflarında çekmek için çok uğraşan ve bu yüzden Sovyetlerin suikast hedefi olan Almanya Büyükelçisi Franz Von Papen dünyayı Mason-Yahudi-Komünist ittifakının yönettiğine inanıyordu, kendisi de Vatikan ile yakın işbirliğinde koyu bir Katolik idi.

Ben buna inanmıyorum, öyle devletler üstü, kurumlar üstü bir yapı yok. Dünyayı ne Bilderberg, ne İllüminati ne başka bir gizli yapılanma yönetiyor. Tekelleşmenin getirdiği mali güç odakları var, o başka, ama onların da bir sınırı var. Modern siyasi tarih evdeki hesapların çarşıya uymamasının tarihidir.

Örneğin, sorduğunuz Neo-Con ittifak, ABD yönetimini Irak işgaline kışkırtıp sonra kendisini lağveden PNAC (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) üst akıl mı, yoksa belli bir amaç için kurulan adeta bir konsorsiyum, ya da bir siyasi entrika mı? Bence ikincisi. Entrikaların arkasında siyasi iradeler var ve bu sadece ekonomik askeri güce bağlı değil. Örnek mi? İşte İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin maruz kaldığı entrika savaşın içine çekilmekti. Üstelik İngiltere-ABD, Almanya ve Rusya hepsi kendi safına çekmek istiyordu. Türkiye hem askeri, hem ekonomik bakımdan güçsüzdü. Ama İsmet İnönü-Fevzi Çakmak ikilisinin sağlam duruşu ve Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşında yetişmiş yetenekli Türk diplomatların manevraları sayesinde Türkiye de kendi entrikasını kurdu, uyguladı ve başardı. Üstelik sonunda Batı dünyasında yerini de aldı.

Durmadan “Hedef biziz” diye ağlaşmak bize yakışmıyor. Başka ülkelerden kurumlardan Türkiye’nin, Türk halkının çıkarlarını gözetmesini beklemek gibi bir saflık içinde miyiz yoksa? Elimiz armut mu topluyor?

HMÖ- Kitabın birinci bölümünde Ruzi Nazar’ın, 1960 darbesinde ve Merhum Türkeş’in asılmasını engellenmesinde aldığı rol gibi birçok önemli ayrıntıyı işlediniz. Benim bu ayrıntılar içinde en dikkatimi çeken nokta, Hür Düşünce Kulübünden, Yeniden Milli Mücadele Derneğine dönüşen yapının içinde; Cemil Çiçek, Hasan Celal Güzel, Melih Gökçek, Abdülkadir Aksu ve Murat Karayalçın gibi önemli isimlerin yer aldığı hususu… Habertürk’te, Didem Aslan Yılmaz’a vermiş olduğunuz mülakatta; Gökçek’in Erdoğan’ın parti içinde karşı konulamaz imajını durdurduğunu söylediniz. Melih Gökçek’in gücünün kaynağı bu ilişkilerden mi geliyor?

MY- Önce sondan başlayayım. Hayır, Melih Gökçek’in karşı koyma gücü –ben siyaseten kendisine karşı olsam da- gerçek bir siyasetçi olmasından, AK Parti’den bağımsız olarak bir oy tabanı bulunmasından geliyor.

Bu tür gruplaşmalar ancak kendilerine uygun iklim, zemin bulduğunda gücünü gösterebilir. Siyaset ve ekonomi güçsüz oldukça bu tür yapılar kendilerine daha kolay imkân bulur. Daha çok Soğuk Savaş yapılarıdır. Bunun yanı sıra örneğin “Önce Mülkiye, sonra Türkiye” lafıyla böbürlenen bir negatif dayanışma örneği vardı bir ara. Şimdi bakıyorsunuz onun yerini Kartal İmam Hatip almış; oluyor bu tür gruplaşmalar ara sıra, hepsini entrika olarak adlandırmak mümkün değil, ama dışında kalan kesimlerin tepkisini çektiği, rahatsız ettiği ortada.

HMÖ- Kitabın Beşinci bölümünde, CIA ajanı Duanne Claridge’nin Hindistan Komünist partisini false flag operasyonu ile böldüğünü… Aynı operasyonun Türkiye’de de uygulandığını… Solun fraksiyonlara ayrılmasında Claridge’nin parmağı olabileceğini yazdınız. Claridge’nin Hindistan operasyonlarında kullandığı Çaru Mazumdar’ın sekiz ilkesinin Perinçek gurubu tarafından benimsendiği bilgisi de kitapta var. Yalçın Küçük de, Perinçek’in solu bölmede rol aldığını söylüyor. Sizce, Türkiye’deki sol örgütlerin Amerikan karşıtı söylemleri yapay mı, Amerika, operasyonel amaçlarda kullanmak için kontrollü muhalefet mi üretti, değerlendirmeniz nedir?

MY- Soğuk Savaş boyunca, daha doğrusu İngiltere Başbakanı Winston Chrurchill’in ABD’de yaptığı malum “Demir Perde” konuşmasından sonra artık ABD önderliğine geçmiş kapitalist dünyanın tek bir hedefi vardı: Sovyetler Birliğini yıkmak. Bunun için ne gerekiyorsa yapıldı. Kitabın girişinde yer verdiğim 1954 Mekke eyleminin masum bir tepkisellik değil, CIA’nın İslam’ı istismar ederek Sovyetleri yıkma hedefiyle ilk eylemi olduğunu ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştım. O eylemin uygulayıcısı olan kişiyi daha sonra 11 yıl boyunca, Türkiye’nin iki askeri darbesi boyunca Ankara’da bütün İran-Turan operasyonlarını koordine eden CIA ajanı olarak görmemiz tesadüf mü? Aynı kişinin Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sonrasında CIA adına Suudi Arabistan, Pakistan ve evet, Çin desteğiyle bugün dünyanın başına bela olan Taliban, El Kaide gibi hareketlerin içinden doğduğu mücahitleri örgütleyen kişilerden biri olması tesadüf mü?

Bence değil, bence entrika. Bu entrikanın bir parçası da solun bölünmesi. ABD, Moskova ve Pekin arasında, dünya komünizminin ideolojik önderi kim olacak kapışmasını gayet iyi değerlendirmiş, onu görebiliyoruz bugün geriye bakınca. Ama şunu söyleyeyim, o ayrılık zaten olmasa CIA onu icat edemezdi, üst akıl teorileri işte oralarda karaya oturuyor. Var olan bir şeyi deşiyor orada. Sadece Maoculuk değil, özellikle Avrupa’daki liberal-sol akımların desteklenmesine de bakmak gerekiyor. Hindistan seçimlerini komünistlerin alması o dönem bir dönüm noktası olacaktı, bu bölünmeyle oldurmadılar. İtalyan seçimlerinde Papa’nın da dâhil olduğu inanılmaz operasyonlarla Hristiyan Demokratların kazanmasına destek verildi. Türkiye’de solun barışçıl yöntemlerle, parlamentoda yükselişi bölünüp parçalanmasıyla daha emekleme aşamasında öldü. Sonunda Sovyetler Yıkıldı. CIA’nın bir dönem önemli isimlerinden Graham Fuller, ki kendisini Fethullah Gülen’e Yeşil Kart kefaletiyle de biliyoruz, “Kimse üstüne alınmasın, biz yaptık” diye yazdı bir kitabında.

Hasan Mesut Önder.. Ocakmedya yazarı..

HMÖ- Kitabın sonuç kısmında çok önemli iki söze vurgu yaptınız: “Her bilginin miadı vardır ve söylenmeyecek bilgi yoktur, söylenmeyecek zaman” vardır. Bu iki söz ışığında söylenmeyecek zamanda bir gazetecinin devlet sırrı niteliği taşıyan bir bilgiyi açıklamasını nasıl değerlendirirsiniz?

 

 

 

MY- O sözün muhatabı gazeteci değil ki, haber kaynağı. Haber kaynağım, ki bu durumda Yaşar Büyükanıt bana söylüyor, o sırada bilgi gizliydi, artık gizliliği kalktı anlamında. Gazeteci için gizli bilgi, gizlenecek bilgi olabilir mi? Belli durumlarda olabilir; örneğin, benim vicdani ölçülerim bakımından doğrudan bir insanın, insanların ölümüne yol açacaksa, ya da ne bileyim tesadüfen Çanakkale Boğazındaki mayınlı alanların haritasını öğrensem bunu basmakta kamu yararı, ülke yararı olup olmadığını sorgularım önce, muhtemelen basmam.

HMÖ- Bir ülkenin ulusal çıkar ve tehdit tanımlamalarını ülkeyi yönetenler yapar. Gazetecinin işini yaparken yaşadığı ülkenin ulusal güvenlik hassasiyetlerini göz önünde bulundurmadan, toplumu bilgilendirmek adına bu tanımlamalarla çelişen yayınlar yapmasını nasıl değerlendirirsiniz, özetle meslek etiği gereği gazetecinin aşmaması gereken sınırlar nelerdir?

MY- Aslında bir önceki soruda bunun cevabını verdim sanırım. Sonunda her birimizin içinde yaşadığı topluma, insanlara karşı sorumluluklarımız var. Ben daha iyi bir dünyada, daha aydınlık bir Türkiye’de, daha güvenli, huzurlu yaşamak için, beraberce yaşayalım diye de gazetecilik yapıyorum, sadece aklı havada bir haber yarışı için değil.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz