Necmettin Erbakan için bir araya geldiler..

0

Eski Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, vefatının 11. yıl dönümünde, Saadet Partisi’nin “Adil Devlet ve İnsanca Yaşam” temasıyla Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlediği törenle anıldı.

Törene CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcıları Ümit Dikbayır ve Berna Sukas, DEVA Partisi Genel Sekreteri Medeni Yılmaz ile Hür Dava Partisi (HÜDAPAR) Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu katıldı.

“1969 yılında Profesör Doktor Necmettin Erbakan hocamız ilk adımı atarken, ilk tohumu ekerken birileri şöyle demişti: ‘Bir çiçekle bahar olmaz.’ Peki muhterem hocamızın cevabı neydi? ‘Doğru ama her bahar, bir çiçekle başlar.’ İşte bu yönüyle sizler, gelecek baharları müjdeleyen çiçeklerisiniz.” diyen Karamollaoğlu, şöyle konuştu:

“Erbakan Haftası etkinlikleri çerçevesinde her yıl, farklı bir yönüyle Erbakan hocamızı anlamaya, değerlendirmeye çalıştık. Geçtiğimiz yıllarda Erbakan hocamızın ilim adamı yönünü, bazen siyaset ve devlet adamı yönünü anlamaya çalıştık. Bir yıl, dürüstlük ve nezaketini anlamaya; bir başka yıl ahlak ve adalet anlayışını yorumlamaya, dersler çıkarmaya çalıştık.

Bu yıl, Erbakan haftası etkinliklerinin ana teması, adil devlet ve insanca yaşam olarak belirlendi. Sözlerimin hemen başında bu temayı çok önemli bulduğumu ifade etmek isterim. Çünkü, adalet mülkün yani devletin temelidir. Adaletin olmadığı yerde ne devletten ne düzenden ne de insanca yaşamdan bahsetmek mümkün değildir. Adalet, bir gömleğin adeta ilk düğmesi gibidir. O yanlış iliklendiği taktirde diğer tüm işler, yanlış gidecektir. Ne yazık ki bugün böyle bir durumla karşı karşıyayız. Dünyanın adalet ve insanca yaşam karnesi, pek de istediğimiz gibi değil maalesef. Bugün, maalesef Türkiye’nin de dünyanın da en büyük problemi, adaletsizliktir, adalet konusunda yaşanan çifte standarttır. Merhametin yerini nefretin, şefkatin yerini öfkenin, diyaloğun yerini maalesef kavganın aldığı çatışmanın aldığı, paylaşımın yerini sömürünün işgal ettiği bir dönemden geçiyoruz. Soruyorum, bugün yer yüzünde yaşayan 8 milyar insandan bir milyarı her gece yatağa aç giriyor. Böyle bir dünyada adaletten ve insanca yaşamdan bahsetmek mümkün mü?

80 ailenin servetinin 8 milyar insanın gelirinden fazla olduğu bir dünyada adil paylaşımdan bahsetmek mümkün mü? Her 10 saniyede bir çocuk açlıktan hayatını kaybediyor. Bir buçuk milyar insan günlük bir doların altında gelirle hayata tutunmaya çalışıyor. Böyle bir düzende insanca yaşamaktan bahsetmek mümkün mü? Evet mümkündür diyemiyoruz maalesef.

İşte şimdi Ukrayna’da yeni bir savaş patlak verdi. Unutmayalım. Savaşın ilk kaybedenleri hep çocuklar olmuştur. Yer yüzündeki savaş ve çatışmalardan dolayı 82 milyon insan, mülteci durumuna düştü. Son 10 yılda 2 milyondan fazla çocuk, bu çatışmalarda hayatını kaybetti, 6 milyon çocuk sakat kaldı. Irak’tan Yemen’den Filistin’den Arakan’dan sonra korkarım şimdi sıra Ukraynalı çocuklara geldi. Ne acıdır ki emperyalist hırslar nedeniyle parklarda oynaması gereken çocuklar, Ege’de, Akdeniz’de şişme botların üzerinde can veriyorlar. Yeryüzünün hemen her bölgesinde şiddet, çatışma ve savaş hakim. Masum ve mazlum insanların kanı ve gözyaşı oluk oluk akıyor her gün. İnsanlar hayatta kalabilmek adına evlerinden, kendi vatan topraklarından binlerce kilometre uzaklara gitmek zorunda kalıyor. Maalesef gittikleri yerlerde de horlanıyor, dışlanıyor, şiddete maruz kalıyorlar. Şimdi bir kez daha soruyorum. Böyle bir dünyada barıştan, adaletten, güvenden, huzurdan bahsetmek mümkün mü? Maalesef üzülerek söylüyoruz ki hiçbirimiz, evet hiçbirimiz mümkündür diyemiyoruz, diyemeyiz.

Türkiye’mizde durum farklı mı? Şimdi aynı soruları bir kere de Türkiye’miz için sormak istiyorum. Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı bir ülkede insanca yaşamdan bahsedilebilir mi? 16 milyon insanın açlık, 50 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkede insanca yaşamdan bahsetmek mümkün mü? 5 milyondan fazla ailenin elektrik faturalarını ödeyemediği, 6 milyondan fazla insanın sosyal yardım almadan geçinemediği bir ülkede insanca yaşamdan bahsedilebilir mi?

Her üç gencimizden birinin işsiz olduğu bir ülkede 100 binlerce ataması yapılmayan öğretmenlerin olduğu bir ülkede, işçi ve memur maaşlarının yoksulluk sınırının altında kaldığı bir ülkede, EYT ve KHK mağduriyetlerinin yıllardır giderilemediği bir ülkede, çocuklarına bez ve mama dahi alamayan milyonlarca ailenin bulunduğu bir ülkede adaletten, adil bir devletten, adil paylaşımdan ve insanca yaşamdan bahsetmek mümkün mü? Ne yazık ki bunun cevabı, hayır.

İşte Profesör Doktor Necmettin Erbakan hocamızın mücadelesinin en önemli hedeflerinden birisi, adil devlet ve insanca yaşamdı. Yaşanabilir bir Türkiye, yeni ve adil bir dünya Erbakan hocamızın esas kastettiği hedeflerdi. Biz de bugün onun çizdiği yolda yürüyoruz. Onun mücadelesini referans alıyoruz. Tıpkı Erbakan gibi, bu güzel ülkenin imkan ve kaynaklarının bir avuç yandaşa aktarılmasına rıza göstermiyoruz. Tıpkı Erbakan gibi, Türkiye’nin varlıklarının haraç-mezat elden çıkarılmasına karşı çıkıyoruz. Tıpkı Erbakan gibi, milleti borca ve bankaya mahkum eden faizci politikalara evet demiyoruz. Erbakan’ın, yalınayaklarıyla bir dilim ekmek için ekmek için bir arabanın arkasından koşmak zorunda kalan küçük çocuğun hakkını aradığı gibi; biz de karnını doyurabilmek için akşam pazar yerlerinde artık toplayan insanların hakkını arıyor, bunun mücadelesini veriyoruz!

Bugün ülkemiz de bölgemiz de kritik ve hassas bir süreçten geçmektedir. Bu süreçte dışarıya karşı güçlü olmanın ilk şartı; içeride güçlü olmak, birlik ve beraberliği tesis etmektir. Bugün Türkiye’nin bir diğer önemli problemi de ne yazık ki kutuplaşmadır. Bir araya gelip konuşamamaktır. Oysa hepimiz bu ülkenin insanıyız; dertlerimizi, sıkıntılarımızı birlikte çözmemiz gerekir. Kutuplaşan değil, kucaklaşan bir Türkiye’yi birlikte inşa etmeliyiz. Partilerimiz, düşüncelerimiz, çözüm yollarımız farklı olsa da birbirimizle konuşabildiğimiz ve bir masanın etrafında oturabildiğimiz gün, aşamayacağımız hiçbir engel, çözemeyeceğimiz hiçbir sorun kalmayacaktır. İnsan, eşref-i mahlukat olarak yaratılmıştır. İşte bugün, Erbakan Hocamızın vesilesiyle bir araya geldik. Bizler; çatışma için değil, diyalog için buradayız. Kutuplaşma için değil, kucaklaşma için bir aradayız. Bizim şiarımız, çifte standart değil adalettir. Üstünlük taslamak değil eşitliktir. Sömürü değil hakça paylaşımdır. Baskı ve tahakküm değil insan hakları ve hürriyettir. Şeffaflıktır, ehliyettir, liyakattir, dürüstlüktür. Dayatma değil uzlaşmadır.

Erbakan Hocamızın hayatı, bu birlikteliklerin başarı hikayelerini anlatır. İlk defa 1950’lerde sadece 200 iş adamı bir araya gelerek Gümüş Motor Fabrikası’nı kurdu, önünü kestiler. Daha sonra bütün Türkiye’de müteşebbis insanları motive etmek için Odalar Birliği Başkanlığı’na seçildi; imkan vermediler, seçimleri iptal ettiler. Siyasetten başka bir yol olmadığını anladığı için, kolları sıvadı; sürekli kapatılan partiler kurarak yoluna devam etti. Milli Nizam, hiçbir icraat göstermeden kapatıldı. Milli Selamet döneminde, rahmetli Ecevit’le kurduğu koalisyon İmam-Hatipleri yeniden açtı, başörtüsü problem olmadı, Hac yolu açıldı. Türkiye’nin ilk faizsiz bankası DESİYAB kuruldu. Başta TUSAŞ olmak üzere Ağır Sanayi Hamlesini gerçekleştirecek 40 şirket belirlendi. Kıbrıs Barış Harekatı yapıldı. Daha sonra Rahmetli Demirel ve Türkeş’le hükümet kuruldu. 265 fabrikanın temeli atıldı, 70’i tamamlandı. Neredeyse her ilde 2-3 tesis faaliyete başlatıldı. 4. Demirçelik, Kayseri’de TAKSAN, Diyarbakır’da TEMSAN, Şırnak-Mazıdağı’nda Azot-Gübre Tesislerinin yanında 58 Organize Sanayi Bölgesinin kararnamesi çıkarıldı. Bu çabaların önü de İhtilâl ile kesildi! 1989 ve 1994 Mahalli Seçimleri sonrasında destanlar yazıldı. En son 1996-1997 yıllarında Havuz Sistemi kurularak, yeni bir ekonomi anlayışı ile Denk Bütçe yapıldı. Memura yüzde 130 zam verildi, ayrıca çiftçinin, emeklinin, esnafın yüzünü güldüren kararlar alındı. Böylece Milli Gelirin adil dağılımı istikametinde adeta destan yazıldı. 1997 Haziran’ında da D-8’ler kurularak, dış politikada yeni bir dönem başlatıldı. Bütün bunların mükafatı ise 28 Şubat, iki partinin kapatılması ve vesayetçi bir anlayışın başlatılması oldu!

Muhterem arkadaşlar; biz Saadet Partisi’yiz, milli görüşçüyüz. Biz siyaseti makam ve mevki için, şan ve şöhret için yapmıyoruz. Bizim mücadelemiz Ahmet gitsin Mehmet gelsin mücadelesi değildir. Biz şahıslarla değil zihniyetlerle uğraşırız. Biz isimlere değil ilke ve prensiplere bakarız.  Tıpkı Erbakan gibi bedel öderiz ama bu millete asla en ufak bir bedel ödetmeyiz. Hiçbir zaman kendi ikbalimiz için, milletin istikbalinden taviz vermeyiz. Tek arzumuz, tek derdimiz vardır; o da bu aziz millete hizmet etmek ve Cenabı Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu duygu ve düşüncelerle bir kez daha hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başta Erbakan Hocamız olmak üzere bu millete hizmet etmiş bütün büyüklerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.”

Ahmet Davutoğlu:

27 Şubat’ta, bugün 11. yılını idrak ettiğimiz vefatın tam da o güne denk gelmesi asla tesadüf değildir. Bu ilahi taktir bize şunu söyler. Erbakan Hoca’mızı anan her kişi, ertesi sabah uyandığında, ‘Asla 28 Şubatlar yaşanmayacak’ diye uyanır. ‘Asla başörtüsü yasağı olmayacak, din ve vicdan özgürlüğü kısıtlanmayacak’ diye söz veririz. Bu sene Miraç Kandili’ne denk gelmesi de asla tesadüf değildir.

Hayatı boyunca onun her attığı adımda Mescidi Aksa, her attığı adımda Kudüs’ü Şerif vardı. 12 Eylül’e giden süreçte de 28 Şubat’a giden süreçte de ‘özgür Mescidi Aksa, özgür Kudüs, özgür Filistin’ diye haykıran hocamıza biz de buradan söz veriyoruz. İnşallah bir gün Mescidi Aksa, Kudüs, Filistin özgür olacak.

Bugün eğer Türkiye’nin Tanzimat’tan bu yana gelen bütün damarlarının temsilcileri buradaysa, hepsi rahmetli hocamızı minnetle anıyorsa bu şu demektir: Hocamızın mirası halen yaşıyor. Eğer bütün insanlar, siyasi akımlar hayırla arkanızdan konuşacaksa gerçek nimet odur. Hocamızın birinci dersi bu.

Hocamızın okuduğu İstanbul Erkek Lisesi’nde okudum. Hocamız, bir ilim adamı olarak, Müslüman ilim adamlarının İslam dünyasında yaşadığı çelişkiyi doyasıya yaşadı ve hakkını vermeye çalıştı. Doğu-batı denkleminden bahsediyorum. Sömürgecilik karşısından ezilmiş İslam dünyasının aydınları çıkış yolu arıyorlardı ve bu çıkış yolu, bizim medeniyet değerlerimiz ile batının sanayi devrimiyle bir araya gelen teknolojik altyapısını bir araya getirme çabasıydı. Onun için ‘ağır sanayi’ derken ‘önce ahlak ve maneviyat’ diye haykırdı. Bütün İslam dünyasının meselesini geri kalmışlık olarak gördü ve çözümünü bilimde aradı. Asla taklitçi olmadı. Asla kolay yolların arkasından gitmedi. Birileri ‘montaj sanayi’ derken o ‘ağır sanayi’ dedi… İnancıyla bilimi öyle bir sentez etti ki bize miras bıraktı… Bütün gençlere aktaracağımız husus şudur; bütün bu bilimsel gelişmelerin öncüsü olacaksınız ama asla yüreğinizden ve vicdanınızdan gelen sesi unutmayacaksınız.

‘Önce ahlak ve maneviyat’ dedi. Siyasi gücü mutlaklaştırmadı. Siyasi gücü elde etmeye çalıştı ama onun esiri olmadı. Fedakarlık gerektiğinde vakarla ödedi. Bugün İslam dünyasının en önemli meselesi siyasi gücün ahlaktan ayrıştırılmış olmasıdır. İslam dünyası çok zengin bir zümre ile onun dışında kalan fakir bir, -onun içinde bizim ülkemiz de var ne yazık ki- fakir halkın adaletsizliği yaşıyorsa, İslam dünyası çürümenin neşet ettiği ülke haline gelmişse hocamıza kulak vermek gerekir. Biz, siyasi gücü ahlakla buluşturmadıkça Necmeddin Erbakan’ın talebesi olma iddiamızı gündeme getiremeyiz.

Necmeddin Erbakan’ı kimse yolundan çeviremedi. Kimse de onu uzlaşmaz birisi olarak görmedi. Mücadele etti. Mücadele ettiklerine sabırla yaklaştı. Refah Partisi kapatıldığı gün, ‘Bu, tarihi akış içinde basit bir olaydan ibarettir’ dedi. Zaman gösterdi ki basit bir olay arkasından nice olaylar yaşadık. Erbakan’ın hayatında konuşmadığı, sohbet etmediği hiçbir lider olmadı… Koalisyonlar dışında seçim ittifakları kurdu. Birilerinin ‘niye bir araya geliyorsunuz’ sorusundan korkmadı. Nasıl Erbakan Hoca’mız bütün milletin temsilcilerini bir araya getirirken kınanmaktan korkmadıysa biz de bugün hangi siyasi düşünceye sahip olursa olsun herkesle bir araya gelmeye kararlıyız. Ülkemizin geleceğini böylesi bir dünya ve siyaset anlayışında görüyoruz.

İşte Ukrayna’daki savaşın ortaya koyduğu gibi yeni girilen soğuk savaş döneminde biz birbirimize düşersek asla bu ülke refah bulamaz. Tam da bir araya gelmek vaktidir. İktidardakilere de sesleniyorum, bir araya gelelim. Kim ne düşüncede olursa olsun heybesinde ne varsa sofraya koysun. Yarınki parlamenter sistem buluşmasının 28 Şubat’a denk gelmesi üzerine yapılan spekülasyonlara da şunu söylemek isterim. Pazartesi günü olmasını istiyorduk, en uygun tarih oydu. Ama bir gerekçe daha ekleyecekseniz; 28 Şubat tarihi parlamenter demokrasiye darbe vurulan en vahim tarihtir, işte parlamenter demokrasiye darbe vurulan o tarihin gününde biz, tekrar TBMM’yi siyasetin merkezi yapmaya geleceğiz. Ayrıştıranlar, ötekileştirenlere karşı Erbakan Hoca’mızın sabrıyla yaklaşıp ‘Bütün bu yaşananlar tarihte basit bir olaydır. Hepimizin ufku gelecek ufkudur’ demeye devam etmeliyiz.

Beşinci ders: Erbakan Hoca’mız doya doya tarihi yaşadı. Onun hayatı soğuk savaş döneminden sonrası döneme, Mescidi Aksa’nın yakıldığı günden başlayarak Bosna Hersek’te katliamların yaşandığı döneme dek sürdü… Onun ağzından hiçbir zaman insan şeref ve izzetini tahkir eden bir tutum görmedik. 1995 yılında, genç bir akademisyen olarak milletvekilliği teklifini yaptığında af dilemiştim, ilim adamı olmaya devam edeceğim diye. Bize lazım olan bu siyasi nezakettir. Güç değil ahlaktır. Kutuplaşma değil birleşmektir. Bize lazım olan kibir değil tevazudur.”

Nimetullah Erdoğmuş:

Cumhuriyet tarihimizin en velut hareketlerinden birisinin mimarı olan, fikir ve siyaset adamı muhterem Erbakan Hoca’mızın aslında çıkış noktası, bir uyanış hareketinin başlangıcıydı. O dönemi hatırlayalım. Küresel sistem çift kutuplu olarak yayılmacılığını sürdürüyor ve ülkemizde de maalesef yansıması sağ ve sol çatışmasının unutulmaz acılarla hatırladığımız o günlerin en kesif olduğu bir dönemdi. İşte böyle bir dönemde, adeta üçüncü yol diyebileceğimiz bir çizgiyi ortaya koydu. O dönemin sloganını bugün gibi hatırlıyorum; ‘Ne sağdayız ne solda. Hak yoldayız, hak yolda’. Bugüne gelince, bu velut hareketin verimi ve meyvesi, Cumhuriyet’imize üç tane sivil cumhurbaşkanı kazandıracak derinlikteydi. Merhum Özal, Sayın Gül ve Sayın Erdoğan, bu hareketin rahmi maderinde hazırlandılar, yetiştiler ve bugün onun karşılığını hepimiz görüyor ve şahit oluyoruz.

Adalet ve insanlık onuru, yani ‘adil devlet ve insanca yaşam’ başlığının bir diğer izahı da adalet ve insanlık onuru, evrensel değerlerin en temel, en taşıyıcı kolonlarıdırlar. Demokrasinin de en temel değerlerindendirler. Bu temel değerler hem yerel, bölgesel hem küresel anlamda büyük krizlere dönüşmüş, adeta taşınamaz, kaldırılamaz yük gibi ortada duran toplumsal sorunlar için çözüm noktası ve başlangıcıdır. Yeter ki o çözüm gücünü ortaya koyabilelim. O potansiyel var, önemli olan o çözüm gücünün harekete geçmesidir.

Bu en temel ve ağır sorunların bizce başında Kürt meselesi gelmektedir. İşte bu meselenin çözümü için de şu anda bir arada bulunmamızın, bir araya gelmemizin vesilesi olan Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde yeniden bu meseleyi de dikkatlerinize arz etmeyi bir sorumluluk olarak atfediyorum. Mevlana, kendi Mesnevi’sini ‘birlik dükkanı’ olarak tanımlar ve der ki ‘Benim Mesnevi’m birlik dükkanımdır, onun dışında her şey puttur’ der. Birlik, bütünlük asla ve asla tekçilik değildir ve olamaz. İzninizle son sözlerimi Saadet Partisi ile ilgili bir değerlendirmemle tamamlamak istiyorum.

Saadet Partisi’ni kamuoyu yoklamalarına istinaden nicel olarak değerlendirenler hesaplarını gözden geçirsin. Tıpkı şuna benzer. Çok turlu bir maraton koşusunda koşucular henüz birinci turu koşarken, birinci turu tamamlamış ikinci tur için koşarken koşanların arkasında görünen koşucu gibi görmelisiniz. O şekilde onun keyfiyetini, yani nitel ağırlığını dikkate almak zorundasınız. Şahsi düşüncem ve partimin de düşüncesi bu yöntem ve bu istikamette.”

Kemal Kılıçdaroğlu:

Merhum Erbakan için 5 yıl önce düzenlenen anma toplantısında yaptığım konuşmada, ‘Bu toplantı kutuplaşmanın ve çatışmanın arttığı bir dönemde diyalog ve toplumsal uzlaşma adına taze bir nefestir’ demiştim. Beş yılın ardından mutlulukla ifade etmek isterim ki, bugün düzenlenen toplantı kutuplaşmayı ve çatışmayı hızla azaltmayı başardığımız bir sürecin nişanesi olarak tarihteki yerini alacaktır. Beş yıl önce başlattığımız diyaloğun ve uzlaşma çabamızın ulaştığı noktadan hepimiz gurur duymalıyız. Diyalogun başlangıcında bana ve Sayın Karamollaoğlu’na tepki gösterenlerin bugün ortaya çıkan tablodan mutluluk duyduklarını görüyorum ve biliyorum. Yunus Emre’nin ifade ettiği gibi hep birlikte ‘tanış olduk ve işi kolay kıldık.’

Dolayısıyla bu toplantıyı, geçen beş yılın bir muhasebesi olarak da görüyorum. Merhum Erbakan için beş yıl önceki anma toplantısı, 16 Nisan 2017 referandumunun arifesinde düzenlenmişti. O gün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan sürecin, sonuçları itibarıyla; ülkemizi derin siyasal, ekonomik buhran içine sürükleyeceğini birlikte ifade etmiştik. İnanın geçen beş yıllık süreçte yanılmayı çok isterdik. Ancak geçen zaman, bizi yanıltmak bir yana haklılığımızı gösterdi. Bugün, söylediklerimizin haklılığı ışığında ne yapmalıyız?

Bana göre buhrandan nasıl bir yol ve yöntemle çıkacağımızı halkımıza anlatmalıyız. Toplumuzun bizden duymak istediği de budur. Vatandaşlarımızın bizim ortak geleceğe dair düşlerimizi, planlarımızı ve içinde bulunduğumuz buhrandan nasıl çıkacağımızı duymaya ihtiyaçları var. Doğrusu vatandaşlarımızın umuda ihtiyacı var. Çok genel çerçevede ifade etmek isterim ki yaşadığımız sosyal, siyasal ve ekonomik buhrandan uzlaşarak çıkabiliriz. Necmeddin Erbakan’ın hayatı bize nasıl bir gelecek kurmak zorunda olduğumuzu ve omuzlarımızdaki sorumluluğu göstermesi açısından da yol göstericidir.

Bu yol göstericiliğin en önemli işareti de bizzat kurucusu olduğu siyasi hareketin Milli Görüş adını taşımasıdır. Erbakan’ın milliliği ve vatanseverliği, siyasi rakiplerini düşman olarak gören bir millilik ve vatanseverlik söylemi değildir. Herkesi kuşatan ve kucaklayan bir millilik ve vatanseverliktir. Erbakan’ın milliliği ve vatanseverliğinde kin ve nefret yoktur. Çatışma ve kavganın yerine barış ve uzlaşma vardır.

Erbakan şöyle diyordu: ‘Çoğunluk bende, istediğimi yaparım diyemezsin. Azınlıkta bulunanların da hakları var. Onların da hakkını ve hukukunu koruyacaksın. Çokluk hak sebebi olamaz’ diyordu. Dolayısıyla bu cümleden yola çıkarak ve adaleti özne yaparak, şu cümleyi kurabiliriz. Bu güzel ülkede sadece bizi oylarıyla iktidara getiren vatandaşlarımızın değil bütün vatandaşlarımızın hakkını ve hukukunu koruyan iktidarı, Allah’ın izniyle kuracağız.

Yine merhum Erbakan’ın dediği gibi ‘birileri kendini imtiyazlı sayıyor, ayrımcılık yapıyor, imtiyaz da hak sebebi olamaz.’ Kimseye iktidar olmaktan kaynaklı imtiyaz verilmemeli. Kamunun her türden birikimi, gücü ve kuvveti iktidar sahipleri için değil herkes için eşit ve adil kullanılmalı. Kimse yaşamın hiçbir alanında ayrımcılığa maruz bırakılmamalı. Hiçbir çocuk yatağa aç girmemeli. Birlikte üretmeli ve hakça bölüşmeliyiz. Herkesin inancına ve inanç pratiğine saygılı, bu inanç pratiklerinin koruyucusu ve güvencesi olmalıyız. Çünkü biliyoruz ki aksini yaptığımızda zulmedenlerden oluruz. Bizler kimseye zulmetmemeliyiz.

Helalleşme çağrısını ilk olarak geçen yıl düzenlenen merhum Erbakan’ı anma toplantısında dile getirmiştim. O gün, ‘Tüm bu kırgınlıkları ve acıları gidermeliyiz. Bütün bir geçmişi bir yana bırakarak helalleşmeliyiz’ demiştim. Grup toplantısında detaylandırdığım helalleşme çağrısını, ilk ifade ettiğim yerin, merhum Erbakan için düzenlenen bir anma toplantısında olmasının memnuniyetini taşıdığımı ifade etmek isterim.

Benim için helalleşme, yaşanan mağduriyetlere istinaden; oluşan hukuki hak ve taleplerden vazgeçmek değildir. Yaşanan acıların yarattığı kişisel ve toplumsal yaraları sineye çekmek, geçmişi unutmak veya unutturmak da değildir. Aksine helalleşme geçmişte her ne gerekçeyle, her ne yaşanmış olursa olsun yaşananların hukuki, ahlaki ve vicdani sonuç ve sorumluluklarından kaçmamak ve kaçınmamaktır. Helalleşme geçmişimizle yüzleşebilmek demektir. Biz siyasetçilerin birbirine yönelik olarak ve eğer mağduriyetlerine neden oluğumuz kişiler varsa onların da karşısına içtenlik ve samimiyetle çıkıp özür dileyebilmektir.

Özetle benim için helalleşme hep birlikte, hep beraber yeni bir gelecek inşa edebileceğimize yönelik inancımın tezahürüdür. Karşılıklı razı olma halidir. Karşılıklı bağışlama ve hoşgörüye dayalı kardeşlik ortamını kurabilme düşünce iklimine sahip olmaktır.

Ancak helalleşme nerede bir kötülük varsa o kötülüğü yaratanlardan ya da tüyü bitmemiş yetimin hakkına ve beytülmale el uzatanlardan bağımsız ve tarafsız yargı yoluyla hesap sormayı engellemez. Çünkü helalleşme kimseye kin tutmamaktır ama haksızlıklar karşısında da dilsiz şeytan olmamaktır. Bunu başardığımızda, ki başaracağız devletimiz adil olacak ve bu adil devletin yurttaşları insanca yaşayacaktır.

Beş yıl öncesine göre çok daha güzel bir noktadayız. En geç bir yıl sonra; yani cumhuriyetimizin 100. yılında çok daha güzel bir noktada olacağız. İnanıyorum ki Büyük Önder Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyetimizin 100. yılında, cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracağız. Çünkü demokrasi, yaşadığımız sorunların çözümünün tek ilacıdır. Bu duygu ve düşüncelerle 54. Hükümetin Başbakanı, aynı zamanda bürokratken benim de başbakanlığımı yapmış olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı rahmetle anıyorum.”

Medeni Yılmaz:

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan biraz önce de söylendiği gibi aramızda olamadı. Eski Adalet Bakanımızın Sadullah Ergin’in babasının cenaze namazına iştirak etmek üzere Hatay’a gitmek zorunda kaldı. Siz değerli katılımcılara selam ve sevgilerini iletmemi istedi. Erbakan hocamızı anlatmak için dakikalar, saatler, günler yetmez ama bugün burada ülkemizde her görüşten insanların siyasi parti mensuplarının 11. yıl dönümünde bir arada olması gerçekten çok anlamlı ve değerlidir.

Bıkmadı, yorulmadı, inandığı yoldan vazgeçmedi. Ülkesine zarar verecek hiçbir şey yapmadı. Anayasa Mahkemesi, partisini kapattığında partilileri ve halkı teskin eden o ünlü konuşmaları hafızalarda duruyor. O hep inanmayı, inandığı gibi yaşamayı, adaleti adil olmayı savundu. Onun ifade özgürlüğünü savunurken ‘Günah fikirde değildir’ deyişini bugün de yaşatmamız gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin yükselişinin ifade özgürlüğünden geçtiğine inanıyoruz. Farklı fikirlere saygı duyulan Türkiye’nin önündeki her badire ile başa çıkabileceğine inanıyoruz.

Sorunların konuşularak çözüleceği, farklı fikirdeki insanların birbirini dinleyeceği bir Meclis fikrinden söz ediyorum. Bir diğer deyişle 102 yıllık Gazi Meclisimizin kuruluş kodlarına geri dönmekten söz ediyorum. Gazi Meclisimiz çetin savaş koşullarında dahi istişareden vazgeçmemiş, demokratik ve meşru zemini hiçbir zaman terk etmemişti. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in savaş koşullarındaki sözlerini, ‘Cepheleri tutacak olan kanundur, adalettir.’ İşte Birinci Meclis’in istişare kültürü, ortak akla verdiği önem ve adalet ruhu, Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken yolumuza ışık tutuyor. Bugün Türkiye’de demokrasimizin geri kazanmanın yolunun ‘ben’ değil ‘biz’ şiarından geçtiğini biliyoruz. Geçmiş, doğruları ve yanlışları ile içinden geçtiğimiz ortak geçmişimizdir. Geçmişi değiştiremeyiz. Hiçbirimiz geçmiş üzerinden uzlaşmak zorunda da değiliz. Ama yarınlar elimizde. Yarınları hepimizin ortak yarını yapabiliriz. Türkiye’nin yüzünü geçmişten bugüne ve yarına çevirebiliriz.”

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz