Birkaç gün önce çalışma masamın uzun süredir bakmadığım çekmecelerini kontrol ederken Roma‘da bir dükkandan satın aldığım Roma’yı yakan imparator Neron‘un kibrit kutusunu buldum. Her tarihi, sanatsal olayı turistik bir kazanca dönüştüren zihniyet, Roma’yı yakan imparator Neron’u da fırsata çevirmişti. Kibrit kutusunun üstündeki Neron’un başında barışı temsil eden defne yapraklarından bir halka yerine kibritlerden ibaret bir çelenk var. Aslında Neron’un hayatı boyunca yaptığı kötülükler saymakla bitmiyor.
Bunlardan bazıları; Roma’da sarayının etrafındaki fakirlerin oturdukları semti yakması, Roma’daki ilk Hristiyanlara yönelik katliamları, aile üyelerini öldürtmesi ve diğer despot davranışları olarak sayabiliriz. Kendisi de zaten bu travmalarla dolu hayatına intihar ederek son veriyor. Bu arada İmparatorun adı İngilizce, İtalyanca ve Latince olarak Nero ancak Türkçede Neron olarak da geçiyor. Ben Neron ismini kullanmayı tercih ediyorum.
Ankara‘da da Galatyalılar tarafından adına bir tapınak yapılan Augustus (M.Ö.27-M.S.14) imparator seçildiğinde, Roma kiremit ve taşlardan inşa edilmişken Augustus öldüğünde artık mermerden sarayları, rengarenk mermer sütunları ile Roma mamur bir başkentti. Augustus’dan sonraki imparatorlardan Neron (M.S.54-68) ise Roma’nın bugün bile en şık ve pahalı semti olan Palatine tepesindeki Altın Sarayının bitişiğinde fakirlerin oturduğu çoğu ahşaptan yapılmış barakalardan hem görünüm hem sarayını çevrelemeleri nedeniyle memnun değildi. Bu memnuniyetsizliğini de sık sık yakın çevresine ifade ettiği tarih kitaplarında belirtilir. En büyük isteği barakaları ortadan kaldırıp sarayını genişletmekti. Çoğu tarih anlatılarına göre M.S.64’de sıcak bir Temmuz gecesinde, barakalarda büyük bir yangın çıkar.Sabaha kadar yanan barakaların bu şekilde tahrip olmasından ve yüzlerce insanın evsiz kalmasından Romalılar şikayetçi olurlar. İmparator Neron’un emrindeki itfaiyeciler de bu yangını söndürmede fazla bir etkinlik göstermezler. Kimse bu yangının çıkış nedenini bulamaz ancak Romalılar Neron’u suçlamaya başlarlar. Neron durumun vehametini anlar ve suçu o zaman küçük bir grup olan ve önderleri Orta Doğu‘da haça asılarak öldürülen Hristiyanları suçlamaya başlar. Bu grubun Hazreti İsa‘nın havarisi Peter (San Pietro/Sen Pierre) haça asılır ancak Peter, Hz. İsa gibi asılmak istemeyip ona saygısızlık olmasın diye başaşağı asılmak ister. İsteği yapılır ve sonra da yakılır.
Tarihçi Tacitus, Neron’un Hristiyanlara uyguladığı bu vahşeti bütün açıklığı ile kitaplarında anlatır. Romalılar, sarayında lir çalarak bu yangını seyrettiği görülen Neron’un bu vahşeti yaptığını idrak ederken Neron, Roma’da uzun süre ev hapsinde tutulan Tarsus’lu Paul’ün de ölüm emrini vermiştir. Paul parçalanarak öldürülür. Aziz Paul, bugün Roma’da, Via Ostienze’de adına yapılan ve Vatikan‘daki San Pietro Katedralinden de büyük San Paul Katedrali içindeki mezarında yatmaktadır. Romalılar her iki Aziz için büyük Katedraller inşa etmişler ve onları ölümsüzleştirmişlerdir. Aziz Peter’in Roma’da kaç yıl yaşadığı bilinmemektedir. Aziz Peter’ın hayatına ait ayrıntılar daha çok Yeni Ahit’te kayıtlı.
Aziz Peter Roma’nın ilk Patriği (Bishop of Rome) olarak kabul edilir. Roma Patriği ünvanı papaların unvanlarından biridir. 2000’li yılların başında, XVI. Benedikt, papalığı sırasında Roma Patriği unvanından vazgeçmiş bu karar Fener Ekümenik Rum Ortodoks Patrikhanesi tarafından XVI. Benedikt’in “egemenlik alanını” genişlettiği savıyla kınanmıştı.
Neron, Roma’yı yaktıktan yıllar sonra iki Roma İmparatoru Konstantin ve Maxentius arasında yapılan Milvian Köprüsü savaşı sonucu Konstantin, savaşı M.S.312’de kazanmasıyla birlikte Roma İmparatoru (M.S.306-337) olarak idari yönetim, mali, askeri ve sosyal konularda büyük reformlar yapar. İdari ve askeri yapıyı birbirinden ayırır. “Solidus” denilen altın para, Konstantin zamanında tedavüle girerek 1000 yıl boyunca Roma İmparatorluğu ve Avrupa’da kullanılır. Milvian (Tiber nehrinin bir kolu da Milvian nehridir.) Köprüsü savaşı başlamadan önce gördüğü bir rüya Konstantin’in hayatını etkiler. Bu rüyasında gökyüzünde, altında “In hoc signo vinces” yazılı bir haç görür. Bu yazının anlamı “Bu işaretin altında fethedeceksin”dir. Annesi Helena Hristiyan olduğu halde Konstantine güneşe (Sol invictus: fethedilmeyen güneş) ve onun tanrısı Apollon’a tapar. Kimi tarihçiler bunun nedeni olarak Roma Senatosunun yarıdan çoğunun pagan oluşuna ve onların gönlünü hoş tutmak amacıyla Hristiyan olmadığını belirtirler. Kimi tarihçiler ise bu rüyadan sonra Konstantin’in Hristiyan olma sürecinin başladığını ileri sürerler. Doğu Roma İmparatoru Licinius ile birlikte Milano’da, MS.313’de, Milano Kararı veya Belgesi (Milan Edict) ile Hristiyanlara karşı ayrımcılığı kaldıran kararı imzalar ve Konstantin kiliselerin koruyucusu olur. Roma’daki papaya altın kupalar, pahalı hediyeler gönderir.
Konstantin, Milano Belgesine rağmen Hristiyanlara eziyet etmeye devam eden Licius’u yendikten sonra Doğu Roma ve onun başkenti Bizans şehrini de alarak Roma İmparatorluk topraklarını daha da genişletir. Böylece Yunanca konuşan ve pagan olan bu şehir, Latince konuşan ve çoğunluğu Hristiyan olan bir şehre dönüşür. Ve şehre M.S. 324’de Konstantinopolis (Konstantin’in Şehri) adını vererek hayatının sonuna kadar burada yaşar. Daha sonraları Konstantinopolis’e “Yeni Roma” da denilecektir. Konstantin ile birlikte artık Roma İmparatorluğunun kabul edilen dinleri arasına Hristiyanlık da girmiştir. Hristiyanlık Konstantin sayesinde İtalya ve İmparatorluk sınırları içinde yayılmıştır.
Tarihçi J.B. Bury, Konstantinopolis’in kuruluşu ile doğu ile batı, Yunanca ve Latince arasındaki sınırların da belli olduğunu ve doğu batı sınırının bu şehirle çizildiğini ifade eder.
Bir rivayete göre de Konstantin ölüm döşeğinde Hristiyanlığı kabul eder ve vaftiz olur. Cenazesinin üstüne haç konur. Konstantin’in kendisini 13. Havari olarak gördüğü de tarihi kayıtlarda mevcuttur.
Roma’ya ilk kez Eylül 2005’de gittim. Roma’da İstanbul gibi olmasa da denize yakın yine yedi tepe üzerine kurulmuş, içinden bizim Tiber, Romalıların “Tevere” dedikleri nehir geçen İstanbul’a çok benzeyen muhteşem bir Akdeniz şehri. İstanbul gibi kalabalık olmayan bu şehirde yaklaşık üç milyon insan yaşamakta. Banliyöleri ile birlikte nüfus dört milyonu geçiyor. Roma içinde Vatikan Şehir Devletinin de bulunması nedeniyle Roma’ya İtalyanlar ” İki şehrin bir başkenti” de diyorlar. Tarihi çok eskilere dayanması nedeniyle İtalyanların ” La Citta Eterna” (Ebedi Şehir) tarihi muadili olan İstanbul’u korumadaki özensizlikten ve 2000’li yılların başından bugüne kadar yapılan hoyratlık ve talandan nasiplenmemiş şanslı bir şehir. Ayrıca tüm tarihi mekanların dikkatle korunduğu bir şehir. Bu vesileyle şunu da belirteyim: Bugün haberlerde İstanbul’daki Bizans dönemi sarnıçların bulunduğu ve dünyada tek olan benzeri bulunmayan “Yerebatan Sarayı” olarak da adlandırılan, yabancı ve yerli filmlere konu olmuş efsanevi sarnıçların kuvvetlendirilmesine izin verilmemesi ve bu şehrin Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na her türlü zorluğun çıkarılması içimizi sızlatan konulardan.
Roma’da ise binaları hangi renge boyanacağı bile Roma Belediyesinin iznine bağlı. Benim sıkça gördüğüm renklerin başında beyaz, Venedik sarısı, krem ve domates kırmızısı ile kiremit rengi arası bir kırmızı.
Neron’dan Konstantin’e uzanan ve İstanbul’da biten bu yolculuğun devamı da Türk dış politikasındaki Neron kibritlerini kimlerin yaktığı ve yakmaya devam ettiği sonraki yazımın konusu olacak.