Politik Tahakküm ve Politik Eylem

0
Latest posts by Yener Özen (see all)

İtaat bir kutlamaya tabi olmak değildir, daha ziyade, hipotez gereği itaat ediliyor gibi yapılan bir düzenin – çünkü bu düzeni veren itaat edenin gözünde onu vermekte haklıdır- benimsemesi geçerlilik sıfatlarına, dolayısıyla ona atfedilen niteliklere yönelik bir değerlendirme söz konusudur. Max Weber politik otoritenin yapay karakterini böylece aydınlatır. Politikacıların sanatı, bütünüyle itaat edenleri bu niteliklere sahip olduklarına ikna etmekten ibarettir. Meşruiyete duyulan bu inanç bir meşruiyet talebine referansla anlaşılır. Kendine itaat ettirme kapasitesi olan tahakküm, inanç ve temsillere dayanan itaati gerektirir.

Weber, iktidarı bir ilişki olarak tanımlamaktadır ve iktidarın ortaya çıkış, kurumlaşma ve çöküş koşullarının sınırlarını çizmek amacıyla analizini bu bağın doğasına yöneltir. Güçler ilkesi olan iktidar nüfuz terimiyle, bir bireyin diğer bireylerin eylemi üzerindeki eylemiyle düşünülür. Eşitsiz güç ilişkileri nispeten istikrarsızlaştığından, tahakküm (Herrschaft) bir üzenin yerleşik olma olasılığına gönderme yapar. Tahakkümün bu tanımı, toplumsal bir ilişki içinde kendi istencinin zafer kazanması için her türlü ihtimal olması olasılığına denk düşer.

Politika, insanın insan üzerindeki tahakkümüyle ilgili davranışlar bütününü tanımlar. Bu tahakkümün (geleneksel, karizmatik ve rasyonel yasal) üç ideal türü, itaati buyuran mantıktan ya da bir düzenin meşruiyetine duyulan inancın türünden yola çıkarak olmuştur. Meşruiyet burada yasallıktan ayırt edilmelidir. Geleneksel meşruiyet geleneksel tahakkümü temellendirir. Karizmatik meşruiyet, karizmatik tahakkümü temellendirir. 

Yasal ya da bürokratik-yasal meşruiyet, bürokratik-yasal tahakkümü temellendirir. Geleneksel tahakküm, geleneklerin ve gelenekler adına egemen olanların kutsal niteliği inancına dayanır. 

Karizmatik tahakküm, geleneğe karşı çıkan lider tarafından inşa edilir. Karizmanın (Yunanca lütuf’tan gelir) içgüdü alışılmışın dışında niteliklere sahip kişiliğe bağlanma duygusunda yatar.

M. Weber, din sosyolojisinde, karizmanın “doğal“ olabileceğini kabul etse de toplumsal bir üretimden kaynaklanan yanı üzerinde de ısrarla durur. Karizmatik tahakküm bir bireyin özel bir nitelik, istisnai bir yetenek, olağandışı bir cazibe, bir meziyet taşıdığı lidere itaat edilmesini sağlayan ve etrafında toplanılmasını açıklayan otoriteyi veren bir maharet sahibi olduğu inancına dayanır. Ona göre, karizmatik lider örnek alınacak kişiler değildir, ama hayranlık, coşku, tutkulu ve çoğu zaman çıkarsız bağlılık yaratmayı başarırlar. 

Karizmatik lider yeniliği, aslında gelenekten kopuşun taşıyıcısı ve yol açıcısı olduklarına inandırma yeteneklerinde yatar. Rasyonel tahakküm ise kuralların yasallığına ve bu kuralları uygulayanların sıfatlarına inanç üzerine temellenmiştir. Burada meşruiyet yasallıkla çakışma eğilimindedir, çünkü burada düzen bir yasadan kaynaklanır.

Cumhuriyet rejimi, toplumsal ilişkileri yurttaşlık bağı üzerine oturtmaya çalışır. Bu yüzden de Cumhuriyet, bireylerin toplumsallaşmasında ideolojileri ön plana çıkarır. Cumhuriyet, demokrasinin aksine halk egemenliği yerine millet egemenliğine dayandığı için toplumun her alanda tek bir temsiliyetinin ve meşruiyetinin olması gerektiğine inanır. Bu yüzden tüm kimlikler ulusal, soyut, bir, bütün, mutlak ve kutsal tanımları içerisinde sunulur.

Cumhuriyet bu yüzden demokrasinin aksine ideolojisiz var olamaz ve yaşayamaz. Bireyi tanımlayan tüm olgular ortak bir ideolojik temeli içerir. Demokrasinin atomistik birey anlayışı yerine cumhura/homojenliğe içkin bir vatandaş söz konusudur. Bunun sonucunda Cumhuriyet geleneğinde bireysel iradeden değil genel iradeden, somut, tek tek bireysel katılım ve düşüncelerden değil, genel, soyut, bir, türdeş bireylerden bahsedilebilir. 

En sonunda da genel iradenin temsilcileri ortaya çıkar; temsil olgusu demokrasilerde bireysel tercih ve katılımların öncelendiği parti, sivil toplum kuruluşları, dernekler vb. yol açarken Cumhuriyette cumhuru temsil eden tek-parti, devlet seçkinleri, bürokrasi veya kahraman/karizma/lider olabilmektedir. Bu yönüyle de Cumhuriyet her ne kadar siyasal iktidarın meşruiyetini topluma indirgese de toplum içinde bir zümrenin bu meşruiyet mercii konumunu tekeline alması mümkündür. Demokrasi kavramında çoğulculuk ilkesi mündemiç iken, Cumhuriyet vurguyu kurumsal ve toplumsal bütünlüğün (devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü) birlikteliğine yapar. 

Demokrasi bu yönüyle bir düzen değil bir süreç iken, Cumhuriyet süreçten çok bir düzeni, bir düzenliliği hatta toplumu düzenlemeciliği ön planda tutar. Demokrasi Cumhuriyetteki devletin ve ideolojinin tayin edici rolünün karşısına bireyleri, bireysel girişimleri ve sivil kurumları çıkartır.

Cumhuriyetin kurulması otoriter, güvenlik kaygılı ve disiplinci bir devlet anlayışına dayanır. Bunu her alandaki (okul, aile, askeriye, bürokrasi,) otorite sahiplerine “baş eğme” olarak da tanımlayabiliriz. Cumhuriyet, demokrasideki “hukuk ve özgürlük” yerine “kanun ve düzen” ilkelerini savunur. Bu yüzden cumhuriyet rejimleri hukuk devleti olmak yerine kanun devleti olmayı yeğlerler. Topluma göre bir hukuk düzenlemesi yerine toplumu belirlemeye, şekillendirmeye ve düzenlemeye yönelik bir kanun ve düzen anlayışı içerisinde kurumlaşırlar. Bu yüzden Cumhuriyette bireysel özgürlüklerin üzerinde devletin iktidar alanı (kamusal alan) vardır ve bu alan kamu yararı, ortak çıkar, devletin varlığı ve bütünlüğü gibi ilkeler adına yok edilir. Cumhuriyette bireylerin özgürlükleri ve çıkarları cumhurun ortak yararına göredir. Bu anlayış Cumhuriyetin beslendiği korporatist ve organizmacı toplumsal teorilerin ürünüdür. Bu anlayış toplumsal farklılıkları ret ettiği gibi bireysel özgürlüklerin önünü de tıkamaktadır.

Zayıf ve güvenilmez bir doğası olan insanların erdemli yurttaşlar haline getirilebilmesi için, onların güdülerini, bağlılıklarını, yatkınlıklarını biçimlendirecek, bencil doğalarını ıslah edecek bir kahraman/karizma/lidere yani “büyük adamlar”a, “üstün insan”lara ihtiyaç vardır. Demokraside yukarıda da önemle vurguladığımız gibi iktidarın meşruiyet kaynağı birey, iktidarın temsil alanı halktır. Ama resmi bir ideolojinin gölgesinde gelişen Türk demokrasi geleneğinde iktidarın meşruiyet kaynağı ideoloji, iktidarın temsil alanı halktır. Bireyin evrene, tarihe, topluma ve kendine yönelik değer ve ilkelerinin siyasal iktidarın mutlak belirleyiciliği altında resmi bir ideoloji olarak dayatılmasının aracına dönüştürülmüş bu demokraside “halkın iktidarı”ndan değil “iktidarın halkı”ından bahsetmek mümkündür.

Türk demokrasi geleneğinde devlet, ideolojik amaçlılık içinde demokrasiyi de biçimlendirir. Devleti özne, birey ve toplumu nesne kılıcı resmi ideolojik hegemonya içerisinde demokrasi resmi ideolojinin aracına dönüşür. İktidarın totaliterliği ile ideolojinin toptanlığı birbirini bütünleyerek demokrasinin salt seçim sistemine, toplumsal örgütlenmeler/sivil toplum ve partilerin de siyasal iktidarın ideolojik terbiye araçlarına indirgenmesi amaçlanır.

Demokrasiyi üstün kılan olgu, çok partili seçim sistemi değil bireysel ve toplumsal tercihlerin özgür sivil örgütlenme ile siyasal katılıma dönüştürülmesi ve yönetimin siyasal ve hukuki olarak toplum tarafından denetlenmesidir. Aksi takdirde, meşruiyetini siyasal iktidarın ideolojik belirleyiciliğinden ve müsaade etmesinden müsaade ettiği kadar alan siyasal partiler, bireysel tercih ve toplumsal rızanın temsiliyet araçları değil resmi ideoloji içerisinde kalan resmi bağımlılık araçlarıdırlar ve temsil ettikleri şey de plüralist toplumsal katılım değil monist siyasal mobilizasyondur.

Gerçek demokrasi için çağcıl anlayışları iyi okumak elzem galiba…

Sefa ile…

Doç. Dr. Yener ÖZEN

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz