Sakarya Meydan Muharebesinin 100. Yılına farklı bir bakış

6

23 Ağustos 2021…

23 Ağustos 1921…

Aradaki 100 yıla aldanmayın. Bundan 100 yıl önce henüz daha kırk yaşında olan bir “Komutan” Dünya Savaş Tarihine hatta Dünyanın birçok Harp Akademisi / Harp Okulu ve Askeri Okullarında hala bile bugün bile ders olarak gösterilen bir taktikle 13 Eylül 1683’ten beri hep “Savunmada” olan Türk ordularını “Taarruza” geçirterek tarih sahnesinde ki yerini almıştır.

Eskişehir ve Kütahya çarpışmalarının kaybedilmesiyle ordunun neredeyse yarısı firar etmiş, ikmal ve mühimmat yönünden çok fazla gerilemiş ve moral olarak tamamen çökmüş durumda Sakarya nehrinin doğusuna geri çekilmiştir. Yapılacak bir şey yoktur. Düşman ilerlemektedir.

Yunan Krallığının “Küçük Asya Ordusu” Polatlı önlerine kadar gelmiştir. Top sesleri Ankara’dan duyulmakta Mecliste, Hükümet Merkezini Kayseri’ye taşıma fikri tartışılmaktadır. Meclis Kürsüsünde Basri (Karesi) bey söz alır; “Bugün benim ayaklarım Kayseri’ye yürümek istemiyor, belki Balıkesir’e belki İzmir’e yürümek istiyor” diyerek bu kanun teklifinin reddedilmesini talep etmiş ve Meclis’in Kayseri’ye taşınma planı oy birliğiyle kabul edilmemiştir. Ardından Rıza Nur Bey kürsüye çıkmıştır; “Efendileri Fevkalade zamanlardan geçiyoruz, Fevkalade zamanların fevkalade tedbirlere ihtiyacı vardır. Ben Fevzi Paşayı da İsmet paşayı da sever – sayarım. Her ikisi de çok değerli – yetenekli komutanlarımızdır. Ama görünen o ki; Mustafa Kemal Paşamızı ordunun başına geçirmemiz gerekmektedir. Buradan Ordu Komutanlığının Mustafa Kemal Paşaya verilmesini teklif ediyorum” diyerek “Başkomutan” sıfatı ile ordunun başına Mustafa Kemal getirilmiştir.

Mustafa Kemal bu kanun teklifinin, mecliste kendisine muhalif olanların onu Ankara’dan uzaklaştırmak için bir plan olduğunu çabuk kavrar. Ve ertesi günü Mecliste şu konuşmayı yapar; “Büyük Millet Meclisinizin bana vermiş olduğu “Başkomutanlık” rütbesi ile ordunun başına geçmeyi kabul ediyorum. Ancak görünen o ki; İşleyiş ve icrada ciddi sıkıntılar yaşandığı için meclisin ordu üzerindeki karar alma yetkilerini 3 ay ile sınırlı tutarak tamamen kendi üstüme almak istiyorum” der. Anında koltuklardan itirazlar yükselir, ilk başta Rıza Nur bey; “Olmaz öyle şey!” başka biri “Bu diktatörlük ilanı” başka biri başka bir şey, öbürü başka bir şey. Mustafa Kemal sözlerine devam eder; “Efendiler, fevkalade zamanların fevkalade tedbirlere ihtiyacı vardır diyen sizlersiniz. Kabulünüz odur ki, ben burada Reis’iniz olarak zaten orduyla ister istemez ilgileniyorum ancak anında kararlar alınmalı ve hemen yürürlüğe konulmalıdır. Bu sebeple bu yetkimi 3 ay ile sınırlı tutuyorum. Sizden istediğim kolay ve basit bir şey değildir. Zira vereceğim emirler kanun hükmünde olacaktır. Eğer reisinize güveniniz yoksa lütfen bunu çok dikkatli düşünüp, öyle karar veriniz.” der ve kürsüden iner. Oy birliği ile “Başkomutanlık” rütbesi ile Mustafa Kemal ordunun başına geçer.

Zaman yoktur. Zaman kalmamıştır. Anında toparlanmalı ve orduyu tekrar donatıp, savaşan bir mekanizmaya döndürülmelidir. Mustafa Kemal hemen çalışmalara başlar, milletvekillerini toplar ve Asker toplama merkezlerine gitmelerini ister; “Halka umut veriniz, sizi mahcup etmeyeceğim” der. Ve hemen devamında; Bakanlar Kurulu toplantısında Devlet Hazinesinin bomboş olmasıyla ilgili konuşmalar sonrası Mustafa Kemal; “Efendiler görünen o ki, bilinen mali tedbirlerle bu işin içinden çıkamayacağız. Ama düşmanı da yenmek zorundayız. Halkı yalnızca canıyla değil malıyla da savaşa katılmaya çağıracağım” diyerek “Milli Vergiler” kanunu yürürlüğe koyar. Maliye Bakanı Hasan Bey’e planlarını gösterince Hasan Bey; “Doğrusu ne diyeceğimi bilemiyorum Paşam, halka şimdiye kadar benzeri olmamış, görülmemiş bir taleple gidiyoruz” diyerek “Milli Vergiler Kanunu” tüm idari amirliklere gönderir;

“Milli Vergiler Kanunu;

1) Her ilçede bir milli vergi kurulu kurulacak. Köylere kadar aralıksız çalışacak.

2) Her ev bir çift çamaşır, bir çift çorap ve bir çift çarık hazırlayıp kurula teslim edecek.

3) Tüccar ve halk, elinde bulunan bez, patiska, Amerikan, pamuk, yün, tiftik, kumaş, kösele, meşin, iplik, çivi, nal, mıh, yular, belleme, semer ve urganın %40’ı vergi kurullarına teslim edilecek.

4) Buğday, arpa, un, fasulye, nohut, mercimek, pirinç, kasaplık hayvan, çay, şeker, gaz, sabun ve yağın %40.

5) Her çeşit taşıtla, deve, öküz, at, eşek ve merkep gibi yük hayvanlarının %20’si

6) Benzin, motor yağı, vazelin, lastik, buji, tutkal, telefon, kablo, pil ve tel stoklarının %40’ı

7) Halkın elinde bulunan silah ve cephanenin %100’ü Milli vergi kurullarına teslim edilecektir.”

Milli Vergiler Kanunu zaten elinde olmayan, karnı aç, ayağı çıplak Anadolu halkında büyük şaşkınlığa yol açar. Yıllarca Osmanlı boyunduruğunda sadece savaşlarda ve vergilerde hatırlanan, milli bir bilinçten, milli bir terbiyeden geçmemiş bu topluluğun vereceği karar merakla beklenirken, fakir ama mağrur Anadolu bir kez daha ayağa kalkar ve “Madem Kemal’in askerleri çıplak, işte bu da son çarıklarım.” diyerek Vergi Kurullarına koşar.

Milli Vergiler, Halkta bir umut yeşertir. Mustafa Kemal Paşanın başa geçmesiyle bir hayal başlar. Ordu baştan donatılır, giydirilir, askerin karnı doyar ve morallidir. Eski askerler tekrar askere alınmış, talimde, karavana da her daim acemileri savaş terbiyesine göre eğitmeye başlamış ve Mustafa Kemal’in dâhiyane “Bağımsızlık Planı” ile ordu tekrardan baştan donatılmıştır. Artık söz Mustafa Kemal ve kurmay heyetindedir.

Bu sırada Yunanistan Küçük Asya Ordu Komutanı General Papulas tedirgindir. En başından beri Anadolu İşgalinin bir yerde durmasını istemekte ve ilerleme yanlısı değildir. Ancak “Ankara Fatihi” olmakta onu cezbetmektedir. İngiliz İşgal kuvvetleri komutanı General Harrington’un dediği gibi; “Türklerin arkasında 1000 km.lik bir boşluk var. Kemal, Yunan ordusunu o boşluğa çekerlerse çok güvendiğimiz Yunan ordusu orada kaybolup gidecektir.” diye konuşmaları Papulas’a çok mantıklı gelmektedir. Ancak Yunan ordusu içindeki Venezelosçu Subaylar bastırmaktadır. Harekât planı hazırlanmış çoktan birliklere gönderilmiştir. General Papulas ordusunun peşine takılmıştır, ordusu onun peşine takılacağı yere.

Ve 23 Ağustos 1921 günü Yunan Taarruzuyla savaş başlar. Yunan Ordusu taarruz ettikçe Türk ordusu cepheyi uzatmaktadır. Ve Mustafa Kemal dehası ortaya çıkar; “Bir askeri birlik, bir muharebeyi kaybedince diğer askeri birliklerle eş değer olarak geri çekilir. Artık bu planı geride bırakacağız. Bir askeri birlik bir alanı kaybedince, kendi ölçeği ile doğru orantılı bir yere çekilecek, orada tekrar cephe kuracak ve orayı savunacaktır. Asker, her yerde savaşır. Dağda, tepede, derede, derenin içinde. Tüm birliğin geri çekilmesini beklemeden kendi büyüklüğü ile orantılı harekât edecektir. Lütfen bunu astlarınıza anlatınız” der ve bir ülkenin, bir milletin, bir ulusun hatta Dünya’da emperyalizmin ne kadar kölesi olmuş insan varsa hepsinin makûs talini değiştirir.

Gandhi; Şöyle söyleyecektir Sakarya Meydan Muharebesi sonucunda; “Mustafa Kemal, İngiliz destekçisi Yunanlıları yenene kadar Tanrının bir İngiliz olduğunu düşünüyordum” Ve Mustafa Kemal Sakarya’da sadece emperyalist güçleri değil kendi Tanrı zannedenleri de yenecektir.

Bu bir devrin kapanıp, bir devrin açıldığı savaştır. Cumhuriyet’e giden zaferdir. Ardından gelecek ve tarih içinde şekillenecek her zaferin mayasıdır. Milattır bu topraklarda yaşayan insanlar için. Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı, Boşnak’ı, Çingenesi ve “Bu topraklarda yaşıyorum” diyen her bir ferdin hep birlikte birlik olup, kaynaştığı, ayrım yapmadan, tek derdi bu topraklarda “Hür ve Bağımsız” yaşamak olan fakir halkın eşsiz bir dayanışma ile kazandığı zaferdir.

Ama şu da unutulmamalıdır; Dönemin, (Bu zaferden sonra istifa etmek zorunda kalan, bırakılan İngiliz Başbakanı) David Lloyd George’nin dediği gibi; “Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. Yüzyılın dâhisi Türkler içinden çıktı. Ve kader onu bizim karşımıza çıkardı. İşte bizim şanssızlığımız budur” diyerek görevinden ayrılacaktır.

Bir ülke ayağa kalkar, “Yeter” der ve kenetlenir… Bir dahi buna “Liderlik” eder. Ve Dünya Tarihi değişir, yeniden yazılır. Kutlu olsun!

(Bu yazı; Bu fikri ve duyguları yüreklerinde hisseden, yaşayan, yaşatmış olan vatandaşlarımıza ve bu gurura sebep olmuş olan tüm “Şehit ve Gazilerimize” ithaf olunmuştur…)

6 YORUMLAR

  1. Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Türkiye cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır diyen bir insanı yaşadığı zamanlar da ve ebediyete gittikten sonra bir beşer değil sanki mitoloji ilahı kahramanı gibi göstermek hatta ölümsüzlük bahşetmek ona yapılan en büyük haksızlıktır.
    Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyet kurulduktan sonra yaptığı devrimler kurduğu istiklal mahkemeleri ve daha bir çok siyasi karar ve icraatlarla iyi veya kötü yönde tartışılacaktır.
    Ancak onun büyük askeri dehası ile Ordular ilk hedefiniz Akdeniz dir komutu ile yunanı Sakarya ovasında hezimete uğratıp İzmir de denize dökmesi asla tartışılamaz.
    bu yorum yıllarca Lozan Barışmı hezimet mi yok yunan heyeti Selanik biz de kalacak mı diye düşünürken ismet İnönü nün Meriç nehrini sınır göstermesi üzerine perde arkasına gidip sevinçten ağlaması ve yalan söyleyen tarih utansın zırvaları ile gençliğini heba eden 62 yaşında bir kişi olan bendeniz tarafından yapılmıştır.
    kurtuluş savaşı gazi ve şehitlerimizi Rahmetle anıyorum.

    • Sayın Efe Damat;

      Atatürk’ün sonraki dönemde aldığı ve verdiği kararlar muhakkak ki tartışılır, tartışmaya açılır hatta eleştirilebilirde. Ki benimde naçizane olarak “eleştirdiğim” bazı kararları vardır.

      Ancak bu yazımızın konusu; Mustafa Kemal’in askeri dehası ve yüzyıllardır savunmada kalan Türk ordusunu taarruza geçirmesi ile bu topraklara bağımsızlığı hediye etmesidir. Bu konuda sizle hem fikir olduğumuzu düşünüyorum.

      Yorumunuz ve fikirleriniz için teşekkür ederim.

  2. güzel kardeşim bu memleket i atatürk kurtarmadı memleket in halkları kurtardı sonunda hile ve zorlama ile seçilmiş ve t.c. halklarına ne refah nede özgürlük getiremediği gibi zora dayalı bir türkiye olmuştur vede bugünkü sıkıntını sebebi şüphesiz türkiyede yaşayan insanların rızasına değil güce dayalı bir yonetim devam etmektedir lütfen kendini yazdigon yerin sahibi olarak görme yazdigin yer okuyan insanların malıdır bunu unutma

    • Sayın Mustafa Bey;

      Az önce Sayın Efe Damat’ın yorumunu okursanız sizinle benzer fikirlerde olduğunu ve hemen hemen aynı iddialarda bulunduğunuzu sizde fark edeceksiniz.

      Aynı cevabı size de vereyim; Mustafa Kemal’in sonraki yönetimde aldığı kararları verdiği hükümleri tartışmak başka bir yazının konusu. Bu yazımızda onun bir Kurmay Subay olarak oluşturduğu planın ne kadar dahiyane ve hayat kurtarıcı olduğunu işledim. Ülkeyi kurtaran elbette ki tek o değildi ama onun tek başına oluşturduğu “taktik” ve “planlardı” Ki dünyada eşi benzeri görülmemiş bir askeri taktikle savaşmıştır. Bunu konuşmak isterdim.

      Bu köşeyi bana veren, bu köşede yazılar yazmamı sağlayan elbette ve hiç şüphe yok ki okuyucudur. Ve bende kendi haddimi bilerek yazmaya gayret ediyorum. Ama “okuyucular” çok beğenecek, çok kızacak, ayakta alkışlayacak ya da gördükleri yerde taşlayacaklar korkusu – kaygısı ile yazarsam bence asıl o zaman siz değerli ve kıymetli okuyucularıma haksızlık yapmış olmaz mıyım?

      Yorumunuz için teşekkür ederim.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz