Hukukla iltisak ve irtibatı koparınca…

    0

    İki gündür Cumhuriyet gazetesinin manşetinden Seyhan Avşar imzasıyla çok önemli bir haber yayınlanıyor.

    Ama bu kritik haber, 1969’lardan kahve lekeli bağış makbuzlarının havalarda uçuştuğu FETÖ’nün siyasi ayağı kim adlı yakan top oyunu kadar heyecan uyandırmadı.

    Muhtemelen muhafazakar çevreler haber Cumhuriyet’te çıktığı  için iddialara şüpheyle yaklaşmıştır.

    Halbuki haberdeki vahim iddiaların kaynağı İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişinin raporu.

    Bugüne kadar çok dillendirilen ama daha çok küçük balıkların yakalanabildiği FETÖ Borsası hakkında yakalanmış en büyük balık bu.

    Hala iddia aşamasında olduğu için isimler inisiyal olarak kullanılacak.

    Aslında isimler önemli ama bu yazının esas konusu isimlerden çok kötü hukukun nasıl bir çürüme yarattığı…

    İddiaların başrolünde İstanbul Emniyeti’nin eski İstihbarat Şube Müdürü Ö.T. var. 2016’da darbe girişiminin hemen ardından getirildiği İstihbarat Şube Müdürlüğü’nden 2017’in Eylül ayının ortalarında alınmıştı.

    Uzun yıllar İstanbul Emniyeti’nde Terörle Mücadele Şubesi’nde çalışmış, daha sonra İstanbul Emniyet Müdürü’nün Özel Kalem Müdürü olarak görev yapmış Ö.T.’nin darbeden hemen sonra çok kritik bir görev olan İstihbarat Şube’nin başına getirilmesinin bir sebebi var.

    Yine ismini Google’ladığınızda karşınıza çıkan gazete haberlerine göre 15 Temmuz darbe girişimi sırasında İstanbul Emniyet Müdürü ile birlikte köprüye gitmiş, orada darbecilerle çatışma sırasında yaralanmış. Darbe öncesinde de paralel yapıyla mücadele operasyonlarında görev yapmış.

    İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün ne kadar kritik bir pozisyon olduğunu Türkiye’de haberleri biraz okuyan herkes bilecektir. Ülkeyi sarsan en büyük soruşturmalar bu dairenin topladığı istihbaratlarla yapılıyor. Ülkenin kalbinin attığı İstanbul’da alınan yasal dinleme kararları da yine bu dairenin işi.

    Son dönemde Türkiye’nin konuştuğu Büyükada, Cumhuriyet gazetesi, Sözcü gazetesi, Osman Kavala, Ahmet Altan gibi soruşturmalar sırasında görev başında olan bir isimden bahsediyoruz.

    Peki 15 Temmuz gecesi köprüde darbecilere direnen bu emniyet müdürü, Cumhuriyet gazetesinin haberine göre İçişleri Bakanlığı müfettişinin raporunda ne ile suçlanıyor?

    Haberden okuyalım:

    Çalık Holding’e bağlı Çalık Gayrimenkul Yönetim Kurulu Başkanı A. T. ‘nin kendisi ve ailesi hakkındaki FETÖ evrakı, eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ö. T. tarafından boğaz manzaralı köşk karşılığında temizlendi.”

    Haberde temizlenen evrakın ne olduğundan bahsedilmiyor. Haberde alıntılanan Mülkiye müfettişinin raporundaki tanık polislerin ifadelerinde şöyle bilgiler var:

    “Çalık Gayrimenkul Yönetim Kurulu Başkanı A. T., 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ soruşturmaları tamamlanana kadar yurtdışına çıktı. T’nin yurtdışında bulunduğu 3 Eylül 2017 tarihinde pasaport tahdidinin bulunup bulunmadığı İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü personeli tarafından İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ö. T talimatıyla sorgulandı.”

    A.T., Çalık Holding’in sadece profesyonel bir çalışanı değil, aynı zamanda iktidara da çok yakın olan holdingin patronunun yeğeni. Bu bilgi ve güçlü ilişkiler ağı yine Google kadar yakın.

    Yani büyük ve dokunulmaz isimlerden bahsediyoruz.

    Herhalde bundan dolayı da bu hizmetin karşılığı, Emirgan’da ederi 4 milyon olan boğaz manzaralı bir köşk olmuş.

    İkinci gün devam eden haberde, mülkiye müfettişinin, köşkün nasıl çaktırmadan el değiştirildiğiyle ilgili saptamaları yer alıyor. Müfettiş bu dolambaçlı satış için raporunda “Söz konusu taşınmazın satışı başarısız bir kurgudur” demiş.

    Haberde, yine mülkiye müfettişinin raporuna dayandırılarak İstanbul Emniyeti eski İstihbarat Müdürü’nün mal varlığının dökümü de verilmiş:

    “Arnavutköy’de bir taşınmaz, Bahçeşehir Koleji’nde eşi ve kendi adına yüzde 7.5’şer hisse, muhtelif tarihlerde 3 adet Mercedes marka otomobil ve Land Rover marka arazi aracı, 2017-2018 yılları arasında hesabında 3 milyon 287 bin 770 TL, eşinin hesabında ise 259 bin 339 TL’lik bir artış, yurtdışı hesapları ve bunlara yapılan iki para transferi, 2018’de Belçika’dan hesabına gönderilen 130 bin Avro, kendisi ve eşine ait 2 ayrı banka kasası.”

    Heyecan olsun diye polislik yapan çok zengin bir ailenin mensubu değilse bir emniyet müdürünün bu kadar mal varlığı olmaz.

    Bu mal dökümü listesi bile meselenin tek bir FETÖ dosyası silme işleminden ibaret olmadığını söylüyor.

    Fakat emniyet müdürü 2017 yılının eylül ayında görevden alınmasına ve iddialar bu kadar ciddi olmasına rağmen haberde yazdığına göre açılan soruşturmadan üç yıldır bir sonuç çıkmamış.

    Attığı tweet için yaşlı amcaları evinden gözaltına alan İstanbul emniyeti ve başsavcılığını bu iddialar henüz harekete geçirememiş.

    Halbuki bir polis müdürünün bir koleje nasıl ortak olabildiği bile soruşturulmayı hak ediyor.

    Ama yine de bu haberi okuyunca sadece görevini kötüye kullanan bir devlet memuru hikayesi görmek büyük eksiklik olur ve hiçbir işe yaramaz.

    Sadece bir kişiden ve bir olaydan bahsetmiyoruz. Mesele bir şahsın ne yaptığı değil. Esas mesele bu suiistimallere imkan veren toksik ortamın nasıl oluştuğu.

    Onu anlamadan Cumhurbaşkanlığı Hukuk Kurulu’nda olup, bir uyuşturucu kaçakçısının salınması için savcıları sıkıştıran anayasa profesörünü nasıl açıklayabiliriz.

    Emniyet müdürlüklerinde, savcılıklarda FETÖ borsaları, FETÖ soruşturmalarını içinden çıkılamayacak bir cadı avına çeviren iki kelime sayesinde kuruldu; iltisak ve irtibat.

    Hukuki olmayan, devletin güvenlik birimlerinin kullandığı bu iki kelime en baştan FETÖ soruşturmalarının merkezine oturtuldu ve soruşturmalarda somut suç değil, mensubiyet avcılığı yapıldı, yapılıyor. Böylece herkesin eline başkasına karşı rahatlıkla kullanabileceği bir silah verilmiş oldu.

    Son 40 yılda Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların hürmet ettiği, toplantılarına katıldığı, 28 Şubat günlerinde Genelkurmay Başkanı’nın bile makamında temsilcilerini kabul ettiği henüz ‘muteber’ bir dini cemaatken bu örgütle tanışmış, farklı derecelerde irtibat kurmuş milyonlarca insan, bu ‘cemaat’ bir terör örgütüne dönüşünce potansiyel terörist haline geldi.

    Bu ‘cemaate’ para veren bir baklavacı, okullarından çalışan bir ana okul öğretmeninin statüsü, köprüde tanktan halkın üzerine ateş açan bir yarbayla eşitlendi.

    Bir memurun çocuğunu bunların okullarına göndermesi bile amirinin onu KHK listesine ekleyip, ihracına delil olabildi. Ama o memurun çocuğu ile aynı sınıfta okuyan başka bir çocuğun babası iktidar partisinden milletvekiliyse bu irtibat aleyhte bir delile dönüşmedi.

    17/25 Aralık’tan sonra bile cemaat sözcülüğüne devam eden biri sonra yazılar yazıp sicilini affettirebildi ama küçük adliye bir memuru 10 yıl önce cemaat yurdunda kalmadığını ispat için meslek yüksek okulu okuduğu şehre gidip kapanmış MGV yurdundan kağıt almaya çalışmak zorunda kaldı.

    Soruşturmaların merkezinde somut suçlar değil, mensubiyet, olunca hukuki soruşturmalardaki keyfilikler arttı. İrtibat ve iltisak gibi kavramlarla bir anda bir terör örgütüne girmek kolaylaşınca, haliyle çıkmak da kolaylaştı.

    Bir şekilde bu örgütle irtibatı olmuş olanlar, sonuçları ağır olan bu soruşturmalardan kurtulmak için de yollar aradılar.

    İnsanların kaderi bu kadar kolay kolluk güçlerinin eline bırakılınca bu arz ve talep FETÖ Borsası’nı yarattı.

    Hakkında pasaport tahdidi var mı diye sormak, ihalelere girmek için savcılıklardan temiz kağıdı almanın bile bir piyasası oluştu. FETÖ’den tutuklanıp malına kayyım atanmasının maliyeti, bunu engellemek için ödenecek maliyetleri önemsiz hale getirdi.

    Partilerin, liderlerin ortak bir muhasebe yapmak yerine, birbirini FETÖ’nün siyasi ayağı olmakla suçlamayı tercih ettiği bu enfekte ortamın kendi karaborsasını yaratmayacağını düşünmek zaten safdillik olurdu.

    O yüzden “parası, tanıdığı olan FETÖ’cüler yırtıyor” eleştirisi de doğru olsa da bu sorunun çaresi değil. Çare tavizsiz herkesi tutuklamak, herkese cezaları basmak, asla kimseyi tahliye etmemek de değil.

    Yazının devamı için