Kaz Dağları

    0

    (…)

    Tabiat tahribatı meselesi de bu dosyalardan birisidir. Bu meselenin dikkât çeken farklılığı, modern dünyânın davâlarında kendisine fazla bir yer bulmamış olmasıydı. Modernlik, temelde insanın, akıl ,bilim ve teknoloji üzerinden tabiata “hükmetmesini” esas aldığı için, bunun tabiî çevrede doğuracağı meseleler uzun bir zaman boyunca küçümsenmiş; herhangi bir davâya eklemlenmemişti… Bunu dile getiren çevreler elbette vardı; ama bu nebula içinde “cirmi kadar yer yakıyor” marjinalize olmaktan kutulamıyorlardı. Tabiat kurgusu, modern akla ilham veriyor; ama bu ilhâmın mahsûlleri, tabiat üzerinde ağır tahribatlara yol açıyordu. 1870’ler sonrasında, sağlam mâlî temeller üzerine kurulmuş olarak yaşanan sanayi devrimi, çılgın bir ekonomik büyüme yaratmıştı. 1870-1914 arasına mührünü vuran ve Belle Epoch, Gilded Era vb terimlerle taçlanan devrin sırrı da budur. Netice tabiî ki hüsrân oldu. Ama sürecin mâliyetini iki büyük savaş olarak idrâk eden insanlık bu ihtirâsından vazgeçmedi. II.Genel Savaş sonrasının yükselen insanlık ideali, sâdece Batı için değil, Sosyalist Kamp ve Dekolonizasyonun mahsûlü olan tâze ulus devletler için yine “büyüme” ve “kalkınmaydı”. Akıl,bilim ve teknoloji üçlüsü ise tahtlarında oturmaya devâm ediyordu. 1960-1970 arasında dünyâ rakamları da hayli cesâret vericiydi. Bu arada kalkınma ve büyümenin tabiat üzerindeki ağır tahribâtı da anlaşılmaya ve bunun kalkınma ve büyümeyi de engelleyici tarafları idrâk edilmeye başlamıştı. 1960 Roma sözleşmesi “tabiata saygı gösteren” bir kalkınmacılık ilkesini gündeme taşıdı. “Sürdürülebilir kalkınma” kavramı yavaş yavaş yerleşmeye başladı…

    1980’ler ise sürdürülebilir kalkınmacılık olarak yumuşatılmış bir değerin radikalize edilmesiydi. Yeşiller Hareketi, Green Peace eylemciliği giderek yaygınlaştı. Bu eylemcilik çeşitlendi ve yer yer anarşist miras ile buluştu. Zamânın ruhuna uygun olarak bir “tabiat veyâ çevre dosyası” oluşturuldu.

    Bugün îtirâzî dosyalar havada uçuşuyor. Çevreci dosya da bunlardan birisi.. Dosyalar husûsunda düşündüğüm şeyleri burada da tekrar etmekte bir beis görmüyorum. Hiçbir dosya külliyen haksız değildir. Evet, abartıları içerir, içermesine. Ama haksız değildir. Bütün mesele, bu dosyalardan manâlı bir davâ türetilememesidir. Paradoks şurada: Davâ geliştirince dosyalar hafifliyor; dosyacılık başlayınca da davâ gelişmiyor. Bireştirme işini başaramamış olmak, bu işten külliyen vazgeçmenin karinesi olabilir mi? Değil; ama bu yapıldı. Belki de post-ideolojik devirde yapılması gereken, yeni davâ teknikleri üzerinde çalışmaktı. Ama öyle olmadı; işin kolayına kaçıldı. Bu kolaycılığın, sistemi rahatlatan tarafları olduğunu düşünüyorum. Sistem karşıtlığının sistemik olduğunu aklı olan görüyor. Ama sistem karşıtlığının sistemik hâle gelmesi hiç bugün olduğu kadar kolay olmamıştı. Bu kolaylığı sağlayan da bizzat dosyacılığın kendisi oldu.

    O hâlde kendimize şunları soralım: Bilim, akıl ve teknolojiyi hâlâ çağdaşlaşmanın vazgeçilmezleri, hattâ kutsal, tartışılmaz amaçları olduğunu düşünüyor muyuz? Kaz Dağlarını oyan dinamiklerin, gâyet barışık yaşadığımız tüketim ve refah dünyâmızın nimetlerini var eden dinamiklerle örtüştüğünü düşündüğümüz oluyor mu? Kaz Dağlarını kurtarmak için bunlardan vazgeçmeyi düşünür müyüz? Kalkınma , ilerleme gibi ideallerin metinlerde olduğu gibi arı kalabileceğine, hayırhah bir mecası olabileceğine inanıyor muyuz? Değilse; turistik, rustik, folklorik amaçlar dışında yeniden toprağa, külliyen toprağa dönmeyi göze alabiliyor muyuz?… ”Hayır, biz ne akıl, bilim, teknoloji, ilerleme, çağdaşlaşma dâvâmızdan vazgeçeriz ; ne de Kaz Dağlarından” diyenlere söylenecek olan; “Hayırlı işler, bol güneşler”dir. Vazgeçeriz diyenlere de ilâve bir sorumuz olacaktır: “Dâvanız nerede?”

    Kurban Bayramınız mübârek olsun…

    Yazının bütünü için