Selanik, Atatürk ve Ali Koç

0
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Bundan tam 98 yıl önce, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması kapsamında hayata geçirilen ve ardından gelen süreçte yüzbinlerce insan doğup büyüdüğü topraklardan kopmak zorunda kaldı.

Türkiye – Yunanistan Nüfus Mübadelesi veya değişimi 1923 tarihinde Lozan’da yapılan resmi adı “Yunan ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol” olan sözleşme uyarınca Türkiye ve Yunanistan kendi ülkesinin yurttaşlarını zorunlu göçe tabi tutmuştur.

Bu kapsamda göçe tabi tutulan ve mübadil olarak adlandırılan kişiler takdir edersiniz ki birçok çile ile baş başa kalmıştır.

Doğup büyüdükleri toprakları üzerlerine alabilecekleri yükte hafif, taşınabilir birkaç parça eşya ve mal ile göçe tabi tutulan insanlar o güne kadar edindikleri tüm mal varlıklarını arkada bırakarak yeni bir yaşam için yollara düşmüştür. 

Yerini yurdunu, bağını bahçesini, hayvanlarını belki varsa biriktirdiği altını ve parasını bırakıp yollara düşen bu binlerce insanın tek derdi dil ya da ırk değildi.

Onların o güne kadar sahip oldukları tüm varlıklarını arkada bırakıp göç etmelerine neden olan en önemli kıstas neydi biliyor musunuz?

Atalarından, ana ve babalarından eşsiz, yadigâr bir mücevher gibi alıp, koruyup kolladıkları en nemli mirasları olan dinleri, yani Müslümanlıktı.

Evet, ben de hem anne hem de baba tarafımdan tüm bu trajediye şahit olan bir neslin torunuyum. Ayrıca altını çizmem gerekirse dedelerim ninelerim Selanik doğumlu olduğu için bir ulusun üstüne güneş gibi doğan Mustafa Kemal Atatürk ile hem şehri olmaktan ise her zaman onur ve gurur duyduğumu yinelemek isterim.  

Çocukluğumda şimdi rahmetli olan anne anneciğimden göç yollarında ve sonrasında Türkiye’ye geldiklerinde nasıl zorluklar çektiklerini ama yine de bir an bile pişmanlık duymadıklarını defalarca dinledim.

Şimdi hem de devletten maaş alan “hoca” demeye bin şahit isteyen biri kalkmış arasında insanlık adına parmakla gösterilecek kişilerin olduğu binlerce insana saygısız, sevgisiz, seviyesiz bir dille hakaret etme cüretinde bulunuyor.  “Yüzde doksanı Selanik göçmeni ve Sabatayist’tir. Müslümanlığa girmiş gibi gözükür ama Yahudi’dirler bunlar.” diyor.  Güçlenirsek biz insana kötü şeylere yaparmışız!

Öncelikle bu kendini bilmez müftü sarf ettiği sözlerle kul hakkına giriyor. Ve Cenab-ı Hak kul hakkı için “Benim yanıma her şey ile gelin affederim. Fakat kul hakkı ile gelmeyin, onu ben değil, kulum affeder.” Diye buyurmuştur.

Ayrıca çirkin sözlerle itham ettiği o ailelerden birinde büyüyen bana ve kardeşlerime daha bebek yaşta bir insana iftira atmamak, yalan söylememek, ikilik çıkarmamak öğretildi. Sanırım bu kişinin Müslümanlığın böyle güzel hasletlerinden de haberi yok.

Ah ah öyle bir döneme denk geldik ki sazı eline alan bir şeyler çığırıyor. Kadın çamaşırından giriliyor Sabatay’dan çıkılıyor. Siyasi, akademik, dini, entelektüel, gündelik dilde seviye yerlerde. Arada olan gene bize oluyor.

Artık şaşırmayı bile bıraktık. Resmen kanıksadık. Aslında burası daha da beter.

Vakıf olduğunuz üzere bu örneklerle daha önce de karşılaştık. Boşboğazlığı başını yakan eski Ayasofya İmamı Mehmet Boynukalın, Yılmaz Özdil’i kastederek “cesedini camiye sokmayın” diye salık veren İlahiyatçı Ebubekir Sifli ve niceleri…

Devlet bu insanlara güzel olan her şeyi anımsatmak, iyiye yöneltmek, doğruyu göstermek, ahlak kurallarını sevdirmek için maaş ödüyor, onlarsa İslamiyet adına konuşup vaaz vermek için çıktığı minberi siyasi propaganda aracı olarak kullanıyor. Bu ne insanlığa ne Müslümanlığa sığar. Ama onların içine siniyor.  

Selanik üzerinden ulu önderimizi hedef alan oradan da Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a uzanan ve tüm mübadilleri hedef alan bu kendini bilmez kişinin sözleri ile önce kendi dinine sonra da tüm İslamiyet’i zarar verdiğinin farkına vardığı gün ülkemizde bir şeyler değişecek. Ama ne zaman?

Tolere edilebilir sayılar mı?

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, TBMM’nin resmi haber portalı Meclis Haber’in 20 Mayıs’ta aktardığına göre, ‘Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele’ başlıklı sunumunda kadına yönelik şiddete ilişkin istatistikleri paylaşmış ve değerlendirmelerde bulunmuş.

Diken’den aldığım habere göre Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, kadına şiddette geçen yılın Şubat- Mart aylarındaki artışı ‘tolere edilebilir’ bulmuş.

Bakan sunumunda ‘şiddeti oransal olarak değilse bile yoğunluğunu biraz daha artıran bir dönem’, ‘ciddi bir düşüş’ ve ‘o stresin oluşturduğu ciddi yükselme’ gibi konunun hassasiyetinden uzak enteresan tanımlamalar da kullanmış.

Bir önceki bölümde de belirttiğim gibi duyarsızlık her yana sirayet etmiş durumda. Toplumun en göbeğinde yer alan ve sürekli kanayan bir yaramız olan kadına şiddet ve ölümleri ile bu şekilde konudan soyutlanmış olarak, duygusuzca konuşması beni bir kadın olarak inanılmaz derecede incitiyor. Sizin tablonuzda istatistiki bir rakam değiliz biz Sayın Bakan; canız, can! 

Hayatımızın baharında, hayallerimiz varken ölüyoruz. Öldürülüyoruz. İtiliyoruz, kakılıyoruz. Korka korka yaşıyoruz.

Konunun ruhundan bu kadar uzakta oluşunuz sadece tutunacak bir dalımızın kalmadığı hissine vurgu yapıyor. Başka bir şey değil.

Yok, kız kardeşlerim! Yok! Anladık biz bunu. Kendimizden başka dayanacak hiç kimsemiz yok şu canına yandığım ülkesinde. Gelin bari birbirimize sıkı sıkı sarılalım. Yüzümüze de “Gölge etme başka ihsan istemez.” Diyen bi’ maske taktık mı!

Ölen öldüğüyle mi kalmış, can güvenliğimiz mi yokmuş! Aman canım. Bunların hepsi tolere edilebilir şeyler.

Maskeyi takıp çıkalım.

Dert, tasa ve gam. Vız gelir tırıs gider. Hepsi tamam!

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz