Sözcü Kalın’ın Matematik Sınavı

0

Türkiye’de sorudan müstesna hayat süren bir siyasetçinin, Avrupalı bir gazeteciden gelen sorular karşısında düştüğü müşkül duruma şaşmayız. 

Uzun süredir sadece iyi haberleri veren bir basından ibaret sanal bir dünyada yaşayan Türk siyasetçiler, karşılarında gerçek bir gazeteci gördüklerinde hortlak görmüş gibi afallıyorlar.
Sorulara verilmeyen cevapları aslında herkes biliyor. Buna rağmen ülke dahilinde kurulan gerçeküstü siyaset yapısının sığınağında bu cevaplar giderek daha da flulaşıyor.

Konumuz Almanya’da kitabın en zor yerinden gelen sorulara cevap ver(e)meyen İbrahim Kalın.
Kendisi Cumhurbaşkanı (baş)danışmanı.
Türkiye yakın tarihinin tüm defektlerini barındıran bir özgeçmişe sahip. CV’si kimilerinin hayatını karartan bağlara fazlasıyla atıf yapıyor. Buna rağmen devlet katındaki merdivenlerin neredeyse en üt basamağında.

Gazetecilerin, meslekten yazarların, fikir adamlarının ödedikleri ağır faturalar her birini bir yana savururken, paraşütle indiği sandalyeden ve masasından canı istediğinde kalkmanın keyfini çıkardığını ifade etmenin rahatlığı ile konuşuyor.

Sandığın ve seçimlerin keyfi bir iktidar oluşun gölgesinde kalmasını savunurken ise, son derece özgüvenli.
Çifte standartın ülke yönetiminde bir araç oluşunun özgüveni bu.
Atılan her adımda sadece kendi doğrularına göre kurulan bir senaryo var.

İngiliz gazeteci İbrahim Kalın’a reklamdaki gibi “dümdük” sorduğu birkaç soruya almadığı cevaplarla, Türk siyasetinin aldığı şekli de ifşa etmiş oldu.
Programın adı “Conflict Zone /Çatışma Alanı” olduğu için insanın aklına sağ cenahın çok sevdiği “İbrahim Kavgası” söylencesi geliyor.
Her Nemrut’un bir İbrahim’i olduğu üzerine İbrahimce duruştu bu eğretilemenin ana fikri.

İbrahim Kalın’ın içine düştüğü Çatışma Noktası ya da Alanı ise farklı bir duruşu teşhir etti.
Karşımıza çıkacak olan en temel ayrım, hak ve adaletin feda edilmesidir aslında.

Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin kabul görmüş ayrımına dayalı eşitlikçi siyasete veda edeli neredeyse 5 yıl oldu.
2015 seçimlerinden beri sadece gücü temerküzden ibaret bir siyaset mücadelesi görüyoruz.

Siyasetçilerin hapse atılması sıradanlaştı, seçimle gelenler siyasetle gidiyor.
Akademisyen, gazeteci ve bilim insanları ifade hürriyetinin asgari şartlarının sağlanamadığı bir ülkenin, tüm yan etkileri ile yüzleşmek zorundalar.

Basının iktidarla beslenip, iktidarı besleyen bir faaliyet olarak varlığını sürdürmesi sıradan bir vakaya dönüştü. 4. kuvvet olması gereken basın sadece şeklen var. İktidarın yayın organı olmaktan beis duymuyor.
İbrahim Kalın’ın müşkül duruma düştüğü sohbetten makasla kesilen diyalogları servis ederken konuşmanın geri kalanını sansürleyen gazete istisna değil, kural iktidar bloku için. 

Gücün zehri iktidar bileşenlerinin kılcal damarlarında geziyor.
Belki tüm güç sahiplerinde bu böyledir…
Ancak Türkiye ve AKP iktidarı ise, ‘konumuz artık güç değil mutlak güçtür’, konuşulması gereken ve zehir kılcal damarları değil, hücreleri sarmıştır.

Gazetecinin sadece kaba hatlarda iki ana başlıkta yaptığı sorgulamanın, bizleri heyecanlandıran teatralliğine rağmen ne denli sanal olduğunu da, söylemek zorundayız.
İbrahim Kalın’ın taca atarak geçiştirdiği sorular, aslında sadece 3 dakikalık bir gösteri maçı tadındaydı.

Ülke yönetme kriterlerinin birçoğunu rafa kaldırmış, kendisine iktidar sunan kurumların değerlerini hiçe sayan ve bunu zaman zaman kandırılma, zaman zaman ihanet etme gibi kavramlara tahvil eden bir iktidarı başka türlü savunamazsınız.

Ülke yönetmenin kişisel bir beceri, zaaf ve kapasite meselesine dönüşmesinden söz ediyoruz. Ülkeyle ve yönetme erki ile adeta bir “Katolik Nikahı” kıymış gibi davranan iktidar etme iddiası başka türlü savunulamaz.

Benim her tarafında 6 yazan bir zarla masaya oturmak olarak tanımladığım bu halin, çelişkili sonuçlarını aslında ülke içinde dahi savunmanın imkanı kalmadı.

Ülkenin üreten kesimleri ile bağını koparmış AKP iktidarı, sadece küçük ilçelere sıkışan ve meşhur “Dinle Küçük Adam” kitabında ifade edilen temel insan dürtülerine istinat ettiği iktidarını, ciddi bir eleştirinin karşısında savunabilecek hemen hiçbir altyapıya sahip değil.

Amerika’da eğitim görmüş baş danışmanın hali bu durumu bir kez daha ortaya koydu.
İhsan Eliaçık’ın deyimiyle “dinci siyasi” ideolojinin bagajları korkuya dayalı bir kurguyu hayata geçiriyor.

Wilhelm Reich’ın deyimiyle “sinsi bir sahte demokrasi“ ile karşı karşıyayız.
Bu tam da ‘Küçük Adamın Korkuları’ üzerinden kurulmuş bir yapı.
Küçük olduğunun farkında olmayan ama bunu büyüklük ilüzyonu ile perdeleyen Küçük Adamı, sürekli yaşatmaya çalışan bir iktidar tercihi bu.

Parlak “sessiz çoğunluğun sesi” olma lafının aslında, “çoğunluğa sus demek” olma olduğu gerçeğinden başka bir şey değil.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz