Süleyman Karagülle’ye dair… Bir sistem arayışının kısa hikayesi…(6)

0
Latest posts by Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu (see all)

Akevlerdeki düşünce sistematiğini ben bütün detaylarıyla anlatamam ama birkaç hususu vurgulayabilirim. Güçlünün haklı olduğu değil haklının güçlü olduğu bir hukuk nizamı her şeyin başında gelir. Alabildiğine geniş bir özgürlük söz konusudur. Herkes istediği dayanışma ortaklığını, istediği idari teşkilatlanma birimlerinden bucağı, ilçeyi ve ili seçmekte özgürdür. Aynı özgürlük ilgili Başkanlara da tanınmıştır ve istediği kimselerle çalışma hakkına sahiptir.

Kanunlardan çok sözleşmelerdir insanları ve kurumları bağlayan. Özel hukuk galiba bu şekilde oluşuyor. Her topluluğun bir sözleşmesi vardır. O topluluğa katılan kimseler o sözleşmeye uymakla yükümlüdürler. Sözleşmeyi beğenmeyen ayrılma hakkına sahiptir. İhtilaflar hakemler marifetiyle hal yoluna konur.

Madem Kur’an’dan yola çıkmak gibi bir iddia var, o halde işe Fatiha suresinden, hatta Besmele’den başlanabilir Besmele ve Fatiha, İslam hukuk sisteminin temellerini belirler Karagülle’ye göre. Onlara hayattan süzülmüş manalar vermek gerekir. “Çalıştıran ve yaşatan Allah’ın adıyla” başlıyor her şey, her eylem, her iş. Böyle yeni kavramlarla yola çıkılırken klasik müfessirlerin takip ettiği usulün de dışına çıkmamak gerekiyor. Bu konular uzun uzun izaha muhtaç elbette. Ben küçük bir alıntı ile yetineyim ama daha fazlasını isteyenler şu bağlantıya müracaat edebilirler, bir de şu bağlantıya:

“Fatiha Sûresi, demokrasinin değişmez maddeleri gibidir.

Bütün değerler Allah’a aittir. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. O herkesin Rabbi’dir. Yönetimde kişiler arasında ayrılık yapılamaz. O rahmândır, herkesi yaşatır. O rahîmdir, gücü olanları çalıştırır. Din gününün sahibidir. Herkes O’na karşı sorumludur. Herkes şeriata uymakla yükümlüdür. Hukuk düzeni vardır. Yalnız Sana ibadet ederiz.  Herkes kamunun işçisidir. Yalnız Senden istiâne ederiz. Herkes kamudaki payını alır. Bize mustakîm sıratı hidâyet et. Nasıl davranacağımızı Sen bize öğret. İçtihadımızla hareket edecek ve Senden başka kimseyi dinlemeyeceğiz. Dalâlette olmayanların, kapitalistlerin. Mağdubun aleyhim olmayanların, sosyalistlerin dışında olan şeriatçıların= demokratların yoluna götür. Kendi içtihadımızla hareket edelim, ama uzlaşma ile oluşturduğumuz ortak sözleşmelere de uyalım.

Kur’an bundan sonra hep “şeriatı = demokrasiyi” anlatır. Kur’an bir yasa değildir. Çünkü bir kitabın yasa olabilmesi için onu teyit eden askeri güç olmalıdır. Allah hiçbir askeri güce Kur’an’ı zorla uygulatma yetkisini vermemiştir. Tam tersine; “Dinde zorlama yoktur…/ Sana yalnız tebliğ düşer…/ Sen onlara zor uygulayamazsın…” diyerek   Kur’an’ın askeri güç uygulamasını yasaklamıştır.”

Süleyman Karagülle zaman zaman bazı kavramları kendisi tanımlar ve o şekilde kullanmaya devam eder. Burada bunun bir örneğini görüyoruz. Ona göre şeriat, demokrasi demektir ve konuşmalarında ve yazılarında bu şekilde kullanmakta bir mahzur görmez. Kendi mantığı içinde haklıdır ama yazılarını okuyanların şeriata yükledikleri anlam farklı olduğunda maksadı izah zorlaşır. Buna benzer bir diğer kavram da laikliktir. Umumun anladığı laiklikle Karagülle’nin bu kavrama yüklediği anlamın birbiriyle zerrece ilişkisi yoktur.  

Kur’an’daki bazı kavramlara yeni anlamlar vermek kolay değil. İşte onlardan biri: Maide suresindeki 33’üncü ayetin tefsirinde şu ibarenin yorumu dikkat çekicidir:

“Allah ve Resûlüne karşı savaşanların…” Burada önce şöyle bir hatırlatmaya ihtiyaç var: “Kur’an konuşma dili ile inmiştir. Onu hukuk dili ile yorumlamak rasihlerin yetkisindedir. Rasihler kendi çağları için Kur’an’a hukuki manâlar verirler. Birinci dönem fukahası böyle manâlar vermişlerdir. Örnek olarak “Allah’ın hakkı” dendiği zaman, bunu “topluluğun hakkı” kabul etmişlerdir. “Resul” deyince kastedilenin “başkan” olduğunu anlamışlardır.” Peki günümüzde nasıl anlayacağız. Onu da şöyle izah etmek mümkün: “’Allah’ dediğimiz zaman biz topluluğu anlıyoruz. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Kâinatın Rabbi olan Allah’ın halifeleri olarak haklara ve görevlere sahip olma demektir. “Allah” dendiğinde topluluğun tamamı anlaşıldığı gibi, bunları temsil eden meclis de anlaşılır./“Resul” başkan demektir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık başkanları resuldür. Kâinatın Rabbi Allah Hz. Peygamberi gönderdi, onun halifesi olan topluluk da başkanları atar. Başkanın kendisi resul olduğu gibi, emir sahipleri de resulün resulleridir.”

Nur suresinin 62’nci ayetinin tefsirine ilişkin çalışmada daha genel bir tanımlama var: “Allah” meclisi, “Resul” hükümeti veya yönetimi, “Allah ve Resul” başkanı, “Allah ve Resulü” yargıyı ifade eder varsayımı ile yola çıktık. Yani devletin dört uygulayıcısı vardır; meclis, hükümet, başkan ve yargı. Son söz yargınındır. Yargı meclisin ve başkanın da üstündedir.

Yargının hakemlik sistemine dayandığını vurgulamakta fayda var.

Namaz konusunu belki daha sonra ele alırız ama şimdilik şu görüşü burada zikretsek galiba iyi olacak: Namazlar toplantılardır, müzakeredir, tilavettir, istişaredir.

Aslında sadece namaza değil diğer temel umdelere de bakmak gerekiyor. Bunlara kısaca dokunalım şimdilik: Namaz nasıl yaşayacağımızı, Zekât nasıl çalışacağımızı, Oruç kötülüklerden nasıl korunacağımızı, Hac tüm insanlık içinde nasıl yer alacağımızı bize öğretir.

Bilindiği gibi Kur’an’daki en uzun ayet Bakara Suresinin 282’nci ayetidir. Faiz yasağının ardından gelen bu ayetle faizli muamelelerin terkinden sonra selem senedi ve onun fonksiyonları dile getirilmektedir. Süleyman Karagülle’nin ısrarla üzerinde durduğu selem senetleri, senet piyasası, mal senetleri, piyasalarda senetlerin nasıl el değiştireceği gibi hususlar bu ayetten yola çıkılarak uzun uzun anlatılmaktadır. Önce Akevlerdeki seminerlerde daha sonra İstanbul’daki çalışmalarda üzerinde çok durulan bu konuyu Kur’an seminerleri dizisinden izlemek mümkün. Şu bağlantıya tıklayarak detaylara ulaşabilirsiniz. Burada sırayla 435, 436 ve 437’nci seminerlerde Bakara Suresinin 282’nci ayeti üzerinde duruluyor. Ayrıca şu bağlantı da Bakara 282’nin güzel bir özetini ihtiva ediyor.

Bu yazının giriş kısmında faize karşı olmak sözle olmuyor demiştik. Serbest piyasanın nasıl düzenleneceğine ilişkin binlerce sayfa tutan Akevlerdeki çalışmalar faizsiz bir sistem oluşturma yolunda atılmış önemli bir adım olarak orta yerde duruyor. Sistem, idari yapılanmayı, yasama esaslarını, yargı yani hakemlik mekanizmasını, piyasa kurallarını her cephesiyle ele alıyor. Bu sistem, üzerinde durulmaya, eleştirilmeye, uygulanamaz yönleri varsa yeni tekliflerle değiştirilmeye hazır. Bunları görmezden gelmek ve yok saymak bilimsel zihniyetle bağdaşmaz. Şahsen bana da afaki gelen, fantezi sayabileceğim yönleri var. Fakat öte yandan bunlar niçin uygulanamasın dediğim yönleri çok daha fazla.

Bildiğim kadarıyla Süleyman Karagülle, Necmeddin Erbakan nezdinde geliştirdiği sistemi Vakıflar Bankası bünyesinde kısmen de olsa uygulamak için ısrarcı oldu. Ancak buna imkân bulamadı.

Zaman zaman muhtelif dergilerde çıkan bazı yazıları cevaplama ihtiyacı duydu Süleyman Karagülle. Bunlardan biri Liber+ dergisinde “Paranın Ahlakı” adıyla 2016 yılında çıkmıştı. Bu yazının ana fikri İslam’da haram olanın riba olduğu faiz ile ilgili bir yasağın bulunmadığı şeklinde idi. Ben, Barış Tersaçı müstear adını kullandığı anlaşılan iktisat doktorası sahibi bir yazarın bu yazısından Reşat Nuri Erol’u haberdar ettim ve “Üstad Karagülle buna bir yazıyla mukabele etmek ister mi acaba” diye sordum. Süleyman Karagülle, Liber+ Dergisinde çıkan bu iki yazıya, “Paranın Ahlakı Olmaz, Parada Ahlak Olur” başlığı altında paragraf paragraf cevap verdi. Faiz, riba ve ahlak eksenli bu tartışmayı ilgilenenler için burada zikretmek istedim. Birinci yazı şurada. Daha sonra çıkan ikinci yazı burada.

Burada Yunus Suresi 62’nci ayete verilen anlamdan ve dolayısıyla Kur’an’ın tefsirinde yeni anlayışların ne kadar önemli olduğundan söz etmek istiyorum. Yunus 62 “Ve onlar mahzun da olmazlar” diyor. Bu ayetin tefsirine dair metinden aşağıdaki kısmı okuyalım:

“Hüzün” ruhi bir olaydan çok bedenî, hatta ekonomik olay olarak düşünüldüğü zaman, “mahzun olmazlar” demek, yoksulluk içinde sıkıntı çekmezler demektir; dayanışma onların sıkıntısını giderir./Kur’an’ın manalarını yaşama hayatına uyduramayanlar iki çözüm üretirler; kelimelere hep psikolojik mana vermek yahut olayları âhirete havale etmek. Hüzün hep ruhi bir olay olarak düşünülmüştür. Oysa hüzün sıkıntı içinde olmaktır. Bu sıkıntı ruhi olduğu gibi başı ağrıyanın bedeni sıkıntısı da hüzündür veya borçlu olanın borcunu ödeyemediği zamanki sıkıntısı da hüzündür. Onlar sıkıntıya da düşmezler. Çünkü dayanışmaları sıkıntıları giderir.”

Karagülle’ye göre “Kur’an’ın kelimelerine görünür mana verip amel etmek gerekir. Onu mücerret sözler olarak alırsanız ve onu geçmiş tarihi hikâyelere hapseder veya âhiret hayatına gönderirseniz Kur’an’dan yararlanamazsınız. Kur’an âhirete ait hükümleri değil dünyaya ait hükümleri içerir. Âhireti kazanmamız için dünyada ne yapmamız gerektiğini anlatır.”

Önceki İçerikYönetici erkin ek doz aşı kararı: Bilimsel verilerin karar alma sürecine etkileri
Sonraki İçerikKars ve Ardahan’da su baskınları..
İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi Uçak Bölümü mezunudur. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nde Yüksek Lisans, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü'nde Doktora yapmıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi ve Celal Bayar Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyeliği, Sakarya Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Kurucu Dekanlığı, Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucular Kurulu Üyeliği, TBMM XXII. XXIII. ve XXIV. Dönem İzmir Milletvekilliği, XXII. ve XXIII. Dönem Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi – Batı Avrupa Birliği (Batı Avrupa Birliği Parlamentolararası Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi) Türk Delegasyonu Üyeliği, XXIV. Dönem Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanlığı ve Türkiye - Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Türk Grubu Üyeliği yapmıştır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz