Tarifsizlik, nedenli düşünen zekamıza göre değildir

0
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Zihnin bir görüş noktası var, nereden görüyorsa ona göre o şey öyledir. 

Kuşkusuz şeylerin hareket hali ve sınırsız devinimleri zihnin o görüş halinden ötedir. 

Zihin o nedenle bütünü tanımlarken belirli bir görüş sınırından hareketle bir tanımlamaya gider.   

Normal bir insan zihnin argümanlarını belirli bir görüş noktasından hareketle tanımlamaya çalıştığını bilir. 

Bilgelerinde sık sık ifade etmeye çalıştıkları da budur, zira onlarda evren hakkındaki bilgilerimizin belirli bir görüş noktasından hareketle yaptığımız bir kısım soyutlama olduğunu söylemektedirler.  

Daha yalın bir ifadeyle ifade edecek olursak, görmediğimiz bir evren bilincimizde mevcuttur ve hareket noktamız da kesinlikten uzak, saf olmayan bir varlıktan hareketledir. 

Ama bilgeler bilincin saf bir varlıktan hareketle ortaya çıktığını söyler. 

Doğrusu bilgelerin burada tam olarak neyi kastettiklerini bilmiyorum, çünkü gördüğümüz şeyler saf değildir ve pek tabi olarak o görüden hareketle yaptığımız soyutlamalarda saf değildir, her şey sınırlı bir görüden hareketle bağımlı bir tanıma sahiptir.  

Sanırım bilgeler “bilinç” derken kastettikleri başka şeydir; zira bildiğimiz manada bilincin saf bir varlıktan ortaya çıkması olasılığı yoktur, çünkü tüm soyutlamalarımız bizce belirli görüngülerden hareketle çıkarsadığımız sonuçlardır.  

Bizim anladığımız manada görü, görü noktamızı değiştirdiğimizde bile o şey hakkındaki görüşümüzün değişmesine neden olabilmektedir ki, bu görü açımız değiştiğinde evren hakkındaki soyutlamalarımızda değişmekte, kendisini pek ala farklı bir tanımın içinde bulabilmektedir.  

Bu ne demektir? 

Bu, tam anlamıyla bildiğimiz evreni yaşadığımız dünyaya göre aldığımız anlamına gelmektedir.  

Bunu daha düz bir mantıkla alırsak, tahayyül ettiğimiz bir algı dünyasında yaşıyor ve evreni de o tahayyül dünyasına göre aldığımız anlamına geliyor.  

Bilgeler her insanın bir tanık olduğunu söyler; vasatın üzerindeki dindarlarda bu görüşten hareketle olsa gerek ki, insanların kendilerinden hareketle tanrının yaratmalarının birer tanığı olduğunu ilave eder. 

İnsanların birer tanık olduğu doğrudur, ancak neye tanıktır veya tanık olduğu şey bir gerçeklik midir, bu konuda çok sayıda fikirleri olsa da, kesinlikten bir yoksunluk söz konusudur.  

Çünkü kimse sınırsız bir görüye sahip değildir,  herkese yalnızca belirli bir görünün görüngüsüne sahiptir, ötesi o görüngü hakkındaki kendi soyutlaması, evrene teşmili de o görüden çıkarsadığıdır.  

Bunda bir yanlış var mı? 

Olayın bu şekilde ele alınması elbette doğru olmayabilir, ancak insanın yapabildiği budur ve insan bunu yaptığı için yapabildiğini yapmakta, neticesine eksik-fazla bu şekilde ulaşmaktadır.  

Peki, bu eksik midir? 

Kuşkusuz, çünkü insanların şeylere dair tüm çıkarsamaları birer soyutlama, belirli bir görüye esastır.   

Bilgeler burada ipe un mu seriyor, bilmiyorum, çünkü onlar bize “siz varsanız tüm bu şeyler vardır, siz yoksanız herhangi bir şeyi bir varlıkla izah etmeniz olası değildir” derler.  

Elbette biz yoksak ne varlığı bir tanıma kavuşturabiliriz ne de yokluğu; çünkü yoklukta, varlıkta bizden müterekküp birer soyutlamadır. 

Ama bu yine de bize vaki olmayan şeyleri yok saymak için yeter neden değildir, çünkü görmediğimiz şeyi nasıl var sayma hükmüne sahip değil isek, görmediğimiz şeyi yok sayma hükmüne de sahip değiliz.  

Biz dünyanın varlığını inkâr edemeyiz, ama onun bizdeki görünümünü istediğimiz gibi soyutlayabilir, onu bilinmeyenin uçsuz bucaksızlığı içinde bile bir tanıma kavuşturabiliriz.  

Fikirlerimiz elbette değişebilir, çünkü şeylerin görünümleri de değişiyor ki, zaten başlayan ve biten o görünüşler olduğu için bizde değişiyor, gözlerimizi her yeni güne farklı bir görüyle açabiliyoruz.  

Ama fikirlerimiz değişse de, biz yine de görünüşün bir görüntü olduğunu ve başlayıp bitiyorsa onun esasında bilinçte olduğunu söyleyemeyiz, zira biz olmayanın bilinçte olması olasılığına da inanmıyoruz.   

Ama görüngülerin bir geçicilikle ifade edilmesine katılabiliriz, zira tüm görüngüler bir zaman ölçüsüne bağlıdır, bir diğerine göre uzun veya kısa olabiliyorlar. 

Bilgeler, zamana bağlı her şeyin geçici olduğunu söyler. 

Bu görüşe katılabiliriz, ancak onların zamanı bildiğimiz manada tanımladıklarından emin değilim, çünkü onlar bilinci esas almakta ve bilincinde zaman üstü bir varlık olduğunu savunmaktadırlar.  

Bilincin zaman üstü oluşunu veya bir varlık oluşunu bir kenara bırakırsak şunu diyebiliriz ki, bizde o geçicilik şartına dâhiliz; ama bu bizim veya zamanın bir gerçeklikten yoksun olduğu anlamına gelmiyor. 

Bilgeler muhtemelen bize bu gerçekliğin bir varlık olduğunu düşündüren şeyin beleğimiz olduğunu söyleyecekler.  

Bunu bize bir beleğin söylettirdiği muhakkaktır, çünkü bir beleğimiz var ve olguları belirli kıstaslara göre alıyoruz. 

Diğer yandan bir şeyin bilinçte olması için onun olması gerek, çünkü olmayanı ifade edecek bir bilince sahip olduğumuz görüşü zekâmız açısında fazla zorlamadır; zira zekâmız varlıksız bir gölgeyi kendisine izah edecek gibi değildir, gölge varsa ona neden bir varlık arar. 

Bu elbette nedenli düşünüyor olmamızın getirdiği bir nihayettir ve nedenli düşünmek bağımlı düşünüyor olmamızın bir nedenidir, zira ötesi tarifsizdir ve tarifsizlik nedenli düşünen zekâmıza göre değildir. 

İbrahim Yersiz  

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz