Tekfur Sarayı’ndan, Kariye Camii’ne

2
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

İstanbul; gerdanına inci misali taktığı Boğaziçi, dillere destan altın boynuzu Haliç’i, dört başı mamur sarayları, yeşillikler içinde saklanan köşkleri, teldeki kuşu, bahçedeki kediyi, yolu düşen yolcuyu ferahlatan şadırvanları, camileri, kiliseleri, meydanları, parkları, çarşıları, zamana meydan okuyan tarihi binaları, asırlık ağaçları, bin yıllık sokaklarıyla dünyanın en gizemli ve hüzünlü şehri.

Bir yanına âşık olsan, diğer tarafın hatırı kalır. Bu derece eşsiz ve tarifsiz bir şehirde gezilip görülecek, kırk yıl yaşasan hâlâ keşfedilecek yerlerin olması insana büyülü bir masal diyarında yaşıyormuşsun hissi veriyor. Ah bir de keşmekeşe dönen trafiği ve el yakan pahalılığı da olmasa. O kadar kusur kadı kızında da olur diyelim ve meşkimize Tekfur Sarayı ile devam edelim.

Geçtiğimiz hafta Yapı Kredi Bomontiada’da gezmeye başladığım 212 Photography İstanbul organizasyonunun ikinci rotası Tekfur Sarayı Müzesi’nde bulunuyor.

Yaklaşık bin yıllık tarihi serüveni esnasında pek çok kez tamirat gören Tekfur Sarayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2006 yılında ilk adımını attığı bir dizi çalışmanın ve restorasyon sürecinin ardından günümüzde müze olarak ziyarete açılmış. Osmanlı döneminde cam ve çini atölyesi olarak da kullanılan saray, bünyesinde üretilen nitelikli eserler ile haklı bir şöhrete kavuşmuş. Şu an nam saldığı şöhretine yaraşır bir biçimde içinde atölyelerinde üretilen çini, cam ve çömlek örneklerini görebilmeniz mümkün.

20. yüzyılın başlarında dört duvardan ibaret bir harabe halini alan ve 1955 – 1970 yılları arasında geçirdiği tamiratla ayakta kalmayı başaran saray, kültür tarihimizde ilginç bir yere de sahip. Geçtiğimiz sene Topkapı Sarayı’nın Dış Hazine Bölümü’nde yeniden sergilenmeye başlayan tarihi elmaslar arasında en meşhurlarından biri olan 86 karatlık Kaşıkçı Elmas’ının bu sarayın kalıntıları arasında bulunduğu rivayet edilmekte.

Havanın yağmurlu oluşu ve arada bir çiselemesi nedeniyle görevlilerin bir kaldırıp bir yerlerine astığı Bruno Barbey’in fotoğrafları Sarayın bahçesine konumlandırılan panoların üzerinde sergileniyordu.  Şansım yaver gitti ve yağmur dindi. Bu sayede eserleri görme şansı yakalayanlardan biri de bendim.

Bir dönem Magnum Fotoğraf Ajansı’nın başkanlığını yürüten ve 56 yıldır Magnum fotoğrafçısı ünvanı taşıyan Bruno Barbey’in 212 İstanbul Photograpy bünyesinde sergilenen fotoğrafları Fas ve Çin’de çekilenlerden oluşmakta. Sarayın otantik ambiyansı ile hoş bir birliktelik yakalayıp ruhumda egzotik bir hava estiren eserlerini görmüş olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Taşı toprağı altın olan İstanbul’umun her karışından adeta bir şaheser imbik imbik damlıyor ve kâinatı kutsamaya devam ediyor. Fatih’in en güzide semtlerinden Edirnekapı ile Eğrikapı arasında İstanbul kara surlarına bitişik Tekfur Saray’ına gitmişken, yaklaşık olarak dört yüz metre uzaklığındaki başka bir güzellik olan Kariye Camii’ni ziyaret etmeden dönmek olmazdı.

Sokaklar arasında ilerlerken sağdan soldan hoplayıp, zıplayıp şu dumanlı gönlümü bir miyavıyla ihya eden tüm sokak kedilerini seve seve Kariye Camii’ne vardım.

Şu an hâlâ müze olarak hizmet verdiği için 20 TL ödeyerek içeri girmek yerine müze kartımın tarihinin dolması nedeniyle caminin hemen yanındaki bankodan 60 TL ücret karşılığında yeni kartımı edindim. Müze kartım sayesinde bir yıl boyunca T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 300’ü aşkın müze ve örenyerini ücretsiz gezme imkânı yakalayacağım.

Kariye Camii’nde restorasyon çalışmaları hâlâ devam ettiği için dış cepheyi bezeyen revakları görmek mümkün değil. Ancak kapıdan içeri adım attığınızda sizi karşılayan iyi korunmuş mozaik ve fresklerine hayran kalacağınıza bahse girerim.

Eski adı ile Azize Kurtarıcı Hora Kilisesi şu an Kariye Camii, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde büyük bir yapı topluluğu olan Khora Manastırı’nın merkezini oluşturmaktaydı. Khora kelime anlamı olarak bir yerleşim yerinin dışını, taşrayı ifade etmektedir. Türkçe’ de köy anlamındaki karyeden gelen “kariye” de bir bakıma bunun tercümesidir.

İstanbul’un fethi sırasında hiçbir zarar görmeyen yapı, Sultan II. Beyazıd devrinde Sadrazam Hadım Ali Paşa tarafından 1511 yılında camiye çevrilmiş ve yanına bir de medrese eklenmiştir. 1948’de Müzeler idaresine bağlanarak müze haline getirilen mabedin içinde Bizans mermer işçiliğinin güzelliğini de görmek mümkün.

2019 yılında Danıştay’ın iptal kararıyla yeniden camiye dönüştürülen, yakın bir gelecekte Ayasofya gibi ziyaretçilerini ibadet için ağırlamaya hazırlanan mabedin girişindeki holün iki bölümden oluşan duvar ve tavanlarında büyüleyici güzellikte mozaikler ve freskler bizi karşılıyor.

İkinci bölüm, ana salonda ise İslamiyet’in sembollerinden mihrap, minber ve Hıristiyanların peygamberi Hz. İsa ve annesi Meryem’in mozaiklerini aynı mekânın içinde beraberce gözlemlemek paha biçilemez bir zevk kaynağı.

Cami ibadete açıldığında şu an mevcut olan mermer zeminin üzeri halı ile kaplanacak ve duvardaki mozaikler namaz saatlerinde uzaktan kumanda edilerek indirilen bir perde ile zarar görmeden örtülüp, mekân İslâmî normlara uygun hâle getirilecek.

Ziyaretlerden yorulup biraz soluklanmak isterseniz caminin hemen karşısındaki çay bahçesinde görmüş geçirmiş çınarlar altında acı bir Türk kahvesi ile günü sonlandırmak tüm yorgunluğunuzu alacak.

Kadim medeniyetlerin birbiri içinde harmanlandığı, dünyaya yayılan bütün dinlerin bir arada nefes alıp verdiği, şarktan garba eşsiz bir coğrafya, kültür, dil ve insanlık beşiği güzel Türkiye’min her yanından fışkıran başka bir güzellikte yeniden buluşuncaya değin kendinize dikkat edin.

Ses etmeyin, iri yağmur taneleri gök kubbenin süzgecinden geçip yüreğinizde şavkısın.

Aysun Saygı Köknar

2 YORUMLAR

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz