Ülkem Yangın Yeri

0
Latest posts by Hüseyin Kaya (see all)

Toplum olarak gittikçe sevgisizliğe doğru savrulur olduk. Adeta toplumsal bir cinnet ile karşı karşıyayız. Her gün yeni katliam haberleri yüreğimizi tedirginleştiriyor ve geleceğe dair ümitlerimiz bizden uzaklara kaçıyor.

Ülkem yangın yeri adeta…

Akrabalarını, arkadaşlarını, çocuklarını, komşularını öldürmenin adı mıdır CİNNET?

Bu ruh haline sürüklenmenin nedenleri olmalı elbette. Ekonomik mi, siyasal mı, kendi yaşamını tehdit altında hissetmek midir?

Her ne ise, toplumsal bir travmaya dönüşmüş durumdadır. İş bulamama-işinden olma, kendini tehdit altında hissetme, akrabalarına, kendisine yönelik yaşamsal tehditler, gelecek kaygısı bunların nedenleri olabilir. İşin uzmanı olmamakla beraber, bu tip sorunların tetikleyici olduğu aşikârdır.

Nefretin hüküm sürdüğü bir dönemdeyiz. Acımanın ve insani hassasiyetlerimizin bile, taraf olduğu zor bir süreç. Güzelim ülkemin başı belada. Artık, kahrolsun, lanet olsun sözcüklerinin dahi, anlatamadığı, anlamsız kaldığı, toplumsal bir girdabın tam ortasındayız. Geçmiş yıllarda birikerek günümüze miras kalan, gittikçe çoğalan ve çoğaltılan şiddet içerikli söylemlerin, tehdit etmelerin, korkutmaların, ötekileştirici yaptırımların, kısaca her türlü ayrımcılığın bir toplamıdır sanırım. Ve bizler, çaresiz ve bir o kadar mahcup, yaşananları kanıksamaya başladık bile…

En tehlikelisi, en aymazı da burasıdır. Bir şey yapamamak!

Nefret ettiğimiz, kendimizden saymadığımız, öteki dediğimiz insanları öldürme, katletme canilerin işidir. İnsanlıktan nasiplenmemiş, ilkel anlayış ve zihniyet sahiplerinin işidir. Ortadoğu bunun acısını fazlasıyla yaşamaktadır. Yaşadığımız yaşam alanlarını, tehdit etmek, yok etmek, daraltmak, hatta cehenneme çevirmek, insanım diyenlerin işi olmasa gerek.

Nedense, insan gerçeğini anlamayacak, tarihi bilmeyecek ve ders çıkarmayacak derecede iradeden ve akıldan yoksun durumdayız. İçimizdeki putların kulları olmaya başladık. Etrafımız her türlü düşünsel ve sanatsal modalar, toplumsal telkinler, büyücüler, sahte hocalar ve her türlü kutsallarımızla kuşatılmış durumdayız. Yaratana değil, uydurduğumuz, yarattığımız tanrıların kulları olmaya başladık. Onlar tarafında yönlendirilmeye başladık. Telkin edilen önyargılardan kurtulmak şöyle dursun, gittikçe manevi birikimlerimizden, hoş görümüzden, insanlığımızdan kaybetmeye başladık. Planlı ve programlı bir şekilde, bütün değerlerimiz üzerinde birileri oyunlar oynuyor. Bazı odaklar veya güçler, bizler tehlikeli ve sonu olmayan maceralara sürükleyip, işin keyfini, rantını sürdürme niyetindedirler. Ya bizler; Allah’ın balçıktan yaratıp, püf dediğinde harekete geçen heykeller miyiz? Rolümüz, sorumluluğumuz ve yerimiz neresidir?

Tehlike büyüyerek, farklılaşarak, farklılaştırılarak hayatımızı, umudunuzu, geleceğimizi tehdit etmekte ve bunu defalarca yaşamış, yaşamaktayız. Bu tehlikeleri defetmenin, bertaraf etmenin, hafifletmenin ve hiç yaşanmaması için, bizim de yapacaklarımız, görevlerimiz olmalı. Bu acıları biz yaşadığımıza göre, birinci görev devlete, ikincisi bizlere düşmektedir.

Aslında çok basit.

Bizi hiç kimsenin ayrıştırmasına, bölmesine, ötekileştirmesine izin vermeyeceğiz. Psikolojik olarak, inanç olarak, diğer farklılıklarımızı kullanmalarına, bunları çıkarları için malzeme etmelerine olanak tanımayacağız. Gittikçe kenetlenemeye, acılarımızı ve sevinçlerimizi ortaklaştırmayla, birazcık da olsa, huzura doğru yol almış oluruz, diye inanıyorum…

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz