Veysi Dündar Korona Günleri Söyleşilerinin ilkini Ali Bulaç’la yaptı…

0

İki gün önceki yazımın sonunda bir söyleşi sözü vermiştim. Korona günlerinde; Çin’den Avrupa’ya, sağlıktan siyasete, felsefeden sosyolojiye, güncel tartışmalara dair benim tanıdığım yazı, siyaset ve fikir insanları ile söyleşmeye söz verdiğimi söylemiştim. Bu biraz emrivaki söyleşiler için 20 soruluk bir set hazırladım. Sorularımı yolladım. Ağır ağır cevaplar geliyor. Bu arada listeyi de genişlettim. Cevap almasam da soruların çağrışımından istifade etmek istedim. Pencereyi aralamak bu günler için gayet güzel bir faaliyet. Görece olarak zaman da çok.
Bana en azından 10 soru ile ilk cevapları veren Ali Bulaç oldu. Kendisine teşekkür ediyorum ve söyleşi dizimi kendisiyle açıyorum.
İyi okuma dileklerimle.

Veysi Dündar (VD): Türkiye 21 Mart 2020 itibariyle sizce dünyanın neresinde?
Korona’yı Türkiye’nin dünyadan kopuşunda bir son, dünya ile tekrar ilişki kurmada milat olarak görmek mümkün mü?

Beşerin felaket zamanlarındaki algısı

Ali Bulaç (AB): Corona ile dünyanın bütün halkları birbiriyle ilgileniyor, yardımlaşıyor, ortak bir tehdit karşısında ortak tutum almaya çalışıyor. Türkiye’nin dünyadan kopması mümkün değil. Açık olan şu: Baskı, otokrasi ve milli sınırlar işe yaramadı. Virüs sınırları kolayca aşıyor. Spor müsabakaları duygusuyla virüse karşı alınan tedbirlerin milli onur ve yakın geleceğin siyasi rejimine yatırım olacak tedbirlere başvurmak da çare olmayacak.
Belki bu salgın yeni bir beşeri bilincin gelişmesine vesile olur. Çin’den İtalya’ya gönderilen tıbbi malzeme üzerinde yazılan şu mısralar böylesi felaket zamanlarında gelişen beşer algısını anlatmaya yeter:
“Bizler aynı denizin dalgaları, aynı ağacın yaprakları, aynı bahçenin çiçekleriyiz.”
Bu mısralar “Renklerinizin ve dillerinizin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir” (30/Rum, 22) buyruğuna ne kadar da uygun!
“Yaratılışta eş olma bilinci”nin öne çıktığı bu durumlarda çare küresel düzeyde işbirliği ve dayanışmadır. Biz buna “iyilik ve takva üzerinde yardımlaşma” deriz:
“İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (5/Maide, 2.)

VD: Korona’nın kökeninde Çinlilerin yeme tercihleri olması üzerine konuşuldu. Kurani olarak da bakıldı bu konuya.
Böyle bir yaklaşımın tutarlığından söz edebilir miyiz?
Gerçekten de insanlar yarasa yedikleri için mi bu durum oldu?
İnsanların binlerce yıldır farklı tercihleri olduğuna göre bunun tam da şimdi olması üzerine ne söylenebilir?

AB: Bazı canlılar kendi güdüleri doğrultusunda hareket ettiklerinde başkalarına zarar verirler; bitki ve hayvanlar için de aynı şey geçerli. Ancak bu Darwin’in düşündüğü gibi olmuyor. Bir canlı diğer canlı ile beslenir ama onun türünü yok etmez, aslanlar geyik vb. canlılarla beslenir ama geyikler veya aslana yem olanlar tabiattan yok olmuyor, nesillerini devam ettiriyorlar. İnsan hem bitkisel hem hayvansal gıdalarla beslenir. Mülkün Sahibi cisimlerle beraber bitkiyi ve hayvanı insanın istifadesi için yaratmış, onları musahhar kılmış ama varlığın gerçek sahibi, maliki ve sahibi kılmamıştır. İnsandan beklenen hayatını idame ettirirken başka varlıkların nesillerini yok edecek saldırılardan uzak durması; kendisine zarar verici tür olsa da kendini zararından koruma tedbirleri alırken o türün neslini yok etmeye kalkışmamasıdır. Yılan ve akrep öldürücüdür, onlara karşı kendimizi korumakla yükümlüyüz, öyle ki namazda isek hemen namazımızı bozarız ama yılan ve akrebi tabiattan tümüyle yok etmeye kalkışamayız.
Bugün bize ölümcül zarar verdiğini düşündüğümüz virüsle olan ilişkimiz de bu düzeyde olmalı. Coronavirus masumdur, temel güdüsüyle hayatını sürdürmek ister, bu onun hakkıdır, elbette canlı hayatın devamında, tabiatta gördüğü bir fonksiyonu var. Belki bu zaman diliminde yaratıldı, belki hep vardı ama uykudaydı, uyandı ve bir fonksiyon görmek üzere harekete geçti. Biz onun verdiği zarara karşı mücadele ederiz ama virüs bizim hasmımız değildir, o fıtratı icabı bir hayvan veya nesne üzerinden bize ulaştığında –veya bulaştığında- nefes borumuzdan ciğerlerimize gider ve orada kendi varoluşunu gerçekleştirirken bizi öldürür, bizim beslenmek amacıyla bir tavuğu, bir kuzuyu kesip yememiz gibi.
Kendimizi koruma hakkımız onun bize ulaşmasını engellemek ama eğer yapıştığı ve ona taşıyıcı rolü oynayan yarasayı yemeğe kalkışırsak suç ne virüste ne yarasadadır, suç bizim yemekten sakınmamız gereken hayvanı yememizdir. Bize ait bir hatadan dolayı virüsü veya yarasayı düşman ilan etmemiz, asıl düşmanı gözardı etmemizden başka işe yaramaz.
Corona bize beşeriyetin hayatını tehdit eden “ortak bir düşman” olduğu duygusunu uyandırdı. Konumuza “virüs-yarasa-insan ilişkisi” üzerinden devam edeceksek, söz konusu ilişkinin salgını tetiklediğini kabul ediyoruz, sorun virüs, yarasa veya insanın zatından değil, üç varlık arasındaki ilişkinin yanlış kurulmasından kaynaklanır. Şu halde insan için “düşman” virüs veya yarasa değil, yanlış kullanımdır (su-i isti’mal); yanlış kullanımın mahiyeti “yaratılış düzeni”nin bozulması, yani fıtratla oynanmasıdır.
Münzel Şeriat insana zarar verici şeylerin yenmesini yasaklamıştır; kadim hikmet ehli beslenme kültürünün insanın manevi ve ahlaki tekamülü veya tereddisiyle ilgili olduğunu söylüyordu, “tıp” ilmini geliştirmelerinin gayesi de buydu: Acaba hangi şeyleri yesek manevi ve ahlaki tekamülümüze yardım eder, hangileri ahlaki bozulmaya sebebiyet verir? Bugün besinlerin ve beslenme düzeninin beden sağlığı üzerinde doğrudan etkisi olduğunu herkes bilir. Dinlerin beslenmeyle ilgili koydukları kuralların tamamı ruh ve beden sağlığıyla ilgilidir. Yeryüzünde debelenen her canlıyı yemeye kalkıştığımızda başımıza bu türden musibetlerin geleceği mukadderdir. “Mukadder”i elini ateşe sokarsan yanar manasında kullanıyorum.

Son umreci kafileye izin verilmemeliydi

VD: Umre’den gelenlerin Türkiye’nin kılcal damarlarına hastalığı yaydıkları aşikar. İtalya’da kimse umreye gitmedi ama bizde de İtalya’ya gidenlere nazaran umreciler çok. Açıkçası Umre bizi İtalya’nın yoluna soktu gibi görünüyor.
T.C. Cumhurbaşkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğü diye bir kurum var. Bu kurumun süreci okumaktan uzak olması ve işler sarpa sarınca ‘özel kurumlar göndermiş haberimiz yok!’ demesi için neler diyebiliriz. Burada kurumsallık eksiği göze çarpıyor diyebilir miyiz?

AB: Virüs Çin’de çıktı ama şu anda merkez üssü Avrupa. Bilebildiğimiz kadarıyla Umre’den gelenlerden sadece üç kişide ortaya çıktı. Diğerleri karantinada. Suudi Arabisten ve Körfez ülkelerinde salgının seyri Avrupa’dan çok gerilerde. Türkiye’ye salgın asıl Avrupa’dan geldi. Ancak bir kesim var, umreyi bahane edip dine ve dindara olan husumetini sürdürüyor. Avrupa’ya gelince sesini çıkarmıyor.
Virüsün yayılması, kendini gösterdiği bölgesel ve yöresel tecritlerle de önlenebilir, mesela İtalyanlar kuzeyde tecrid uygalayabilselerdi, virüs güneye yayılmazdı. İtalya’yı bu trajik duruma düşüren hiç kuşkusuz milliyetçi taassubudur, kuzeyliler güneyliler de refahlarını paylaşmak istemiyor, yıllarca süren gösterileri meydanlarda yapıyorlar, virüs tatile giden Çinlilerin dönüşüyle İtalya’ya girdiği halde onlar milliyetçi gösterilerine devam ettiler. Belki virüs, kuzeylilerin daha yüksek düzeydeki duygularını harekete geçirip onların “millet/ulus olma” katsayılarını arttırdı, ama her katsayısı artışında İtalyanları, hepimizin bir bahçenin çiçekleri olduğu bilincinden biraz daha uzaklaştırdı.

VD: “Mış” gibi yapmak. Rahmetli Oğuz Atay’dan baki bir kavram. Sizce “mış” gibi yaparak varılan bir durumda mıyız?

AB: İlk günlerde “mış” gibi oldu. Bunun göstergesi Diyanet’in umreye izin vermesiydi, bence bu son umrecilere izin vermemeliydi.
Ama şimdi işi ciddiye alıyorlar, aldıkları tedbirler iyi, inşallah en az hasarla atlatırız.

VD: Ciddi bir kesim Covid19’un laboratuvar koşullarında üretildiği kanısında.
İnsanlığı yok etmek için çok daha kolay yollar yok mu? Bu daha çok insanlığı süründüren bir hastalık. Bu kanaate katılır mısınız? Gerçekten virüs böyle bir aklın işi olabilir mi? Evetse neden, hayırsa neden?

AB: Virüsün laboratuar ortamında üretilmiş “biyolojik bir silah” olduğunu iddia edenler var. Nature Medicine dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, “Koronavirüs ile ilgili ortak genom dizisi verilerinin ve benzeri virüslerin kapsamlı bir şekilde analiz edildiği, çıkan sonuçların virüsün yapay olarak veya laboratuvar ortamında üretildiğine dair hiçbir belirti göürülmüş değil”
İster üretilmiş olsun, isterse yaşama veya beslenme biçimimizden olsun, sonuç aynıdır. Şimdi hatırlayalım ne demişti Şeytan meydan okuduğunda “Ve (insanlara) Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim” (4/Nisa, 119.) demişti.
Virüs bizim düşmanınımız değil, virüs-insan ilişkisinin tabiatını değiştirmemizi emreden Şeytan’dır: “Ey Ademoğulları, ben size and vermedim ki: Şeytana kulluk edip uymayın, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.” (36/Yasin, 60.) Tabiatın dengesiyle oynayınca o da bize sert cevap veriyor. Bizim kendimizi koruma hakkımız olduğu gibi tabiatın da bize karşı kendini koruma hakkı ve gücü var.

VD: Devlet Bahçeli’ye bile “insanlık” kavramını anımsattı bu virüs. Herhalde son 5 yıldır ilk kez böyle bir kavram duyduk. Burada gördüğümüz gerçeklik tam olarak nedir?

AB: Söz konusu beşeriyeti ilgilendiren ciddi bir durumdur. Beşerin kaderi birbirine bağlı. Bazıları bize Hobbes’u hatırlatıp milli sınırlar içinde yeni otoriter rejim telkininde bulunuyor. Bu olmayacak.
Dünyanın olabilecek en kötü modeli kapitalizmin ve komünizmin izdivacından üreme bugünkü Çin modelidir. Yönetim, evinde kalmak istemeyenlerin kapılarını kalın kalaslarla çiviledi. Komünizm tam da Hobbes’ın önerdiği gibi en sert-acımasız yüzünü gösterdi, sonunda Vuhan’da vak’a görülemez oldu. Liberal ve aldırışsız İtalyanlar ise kısıtlama dinlemedi, hastalık yayıldıkça yayıldı.
Bundan neyi anlamak gerekir?
Milliyetçi veya komünist doktrin heveslileri, Fransa ve İtalya gibi ülkelerde otoritenin direktiflerini dinlemeyip meydanları dolduran sorumsuz ve umarsamaz kalabalıkları gösterip, bize virüsün çıkış yeri Çin’de salgının nasıl önlendiğini anlatırken aynı zamanda komünist ve milliyetçi otoriter yönetimlerin ne kadar gerekli olduğunu ve geleceğin bu yönetimler tarafından şekilleneceğini telkin etmeye çalışıyorlar. Küçük bir bilgiyi gizliyorlar, virüsü ilk teşhis eden Çinli doktor Li Wenliang’a amansız baskı uygulayan, ona özür dilekçesi imzalatan da komünist Çin yönetimiydi. Galileo’ya da kilise dünyanın dönmediğine dair belge imzalatmıştı, ama dünya dönüyordu, özür belgesini Li imzalarken de virüs milyonların ciğerine doğru başlattığı akını sürdürüyordu. Eğer özgürlüklere saygılı bir yönetim olsaydı ne sokağa çıkmak isteyenlerin evlerini kalaslarla çivilemek gerekirdi, ne de binlerce insanın ölümüne yol açacak bir virüsün yayılmasına fırsat verilirdi.

Yepyeni bir küresel düzen başlayabilir

VD: Bir görüşte olan bitenin doğanın insan türünü eleme girişimi olduğu. Aslında iklim değişikliğiyle bekleniyordu. Hastalık bütün süreci yeniden tanımladı. Öne çekti. Gerçekten insan türünün dünya adlı gezegende bir sonu var mı?

AB: Her büyük salgının tarihte yeni bir sahifeyi açtığını biliyoruz. Kısa zamanda coronavirüsün önüne geçilmeyecek olursa, küresel düzeyde yepyeni bir dönem başlayacağını düşünebiliriz. Bu dönemin nasıl olacağını, hangi gelişmelere gebe olduğunu tam olarak bilemeyiz. Şimdilik bilim ve teknolojiden, iktisadi büyüme, dizginsiz tüketim, fetiş hale getirilmiş serbestiyet ve refahtan başka değer tanımayan modern uygarlığın kibri, alternatifsiz gerçeklik iddiaları büyük ölçüde zedelendi. Harari’nin iblisçe körüklediği” tanrı-insan (Homodeus)” hayali görünmez bir virüs karşısında çaresizce diz çöktü; ölümün kehanet kurgularla yenilmeyeceği anlaşıldı; bu minnacık canlı karşısında borsalar, bankalar, nükleer silahlar, füzeler, dev işletmeler, istihbarat örgütleri işlevsiz kaldı. Tabiatın asli düzenine meydan okuyan sorumsuz insan tabiatın sayıları milyarlara varan ölüm timleriyle karşılaştı.

VD: 1. Dünya savaşından sadece 25 yıl sonra 2.Dünya savaşı çıkmıştı. Korona’yı 1.Dünya Salgını olarak görmek mümkün mü?
Sizce 2. Dünya salgını da olacak mı?
İnsanlık tarihten ders alma konusunda ne kadar dirayet gösterecek?

AB: Vaclav Havel, “Allah’a rağmen bir medeniyet mümkün değildir” demişti. Bu imkansızı deneyen Avrupa, bugün beşeriyet önünde mahcup duruma düşmüş bulunuyor.
Sorunun merkezinde kendini Allah’a karşı müstağni –ihtiyacı olmayan, kendine yeter- gören insanın küstahlığı, isyanı ve manevi körlüğü yatmaktadır. Ne post-insan mümkündür ne trans-hümanizm! Bunlar birer kurgu, belki insan-robot karışımı varlık hayat alanlarımızı ele geçirecek ama ortada “insan” kalmayacak. Bu aşamada özgürlük, ahlak, hukuk ve ihtiram zemininde selim akıl ve temiz vicdan sahiplerini yeni bir sözleşmeye davet etmek için iyi bir fırsat doğdu. Nemrudun imparatorluğuna, Nemrud’un kibrine burnundan girip beynini çökerten bir sinek son vermişti; belki şimdi de bir virüs küresel oligarşinin had bilmez gidişatına karşı hepimizi anlayabileceğimiz dilden uyarıyor. Ey Ademoğlu, sınırlarını bil! (alibulac.net/ 22 Mart 2020.)
“Hayır; gerçekten insan, azar.
Kendini müstağni gördüğünden.
Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.” (96/Alak, 6-8.)

Niçin ve nedenin cevapları ilahi vahiyde

VD: Charles Taylor, ‘seküler çağ’ adlı eserinde bilim çağında inancın hala nasıl mümkün olduğu sorusuna yanıt arar. Camileri ibadethaneleri kapatan virüsün, insanlara inançlarını yeniden tanımlama konusunda bir mesajı olabilir mi? Bundan sonra bilimsel hiçbir kavram dine yenilmeyecek diyebilir miyiz?

AB: Cehaletini eğitimle tahsil etmiş bir gazeteci “Corona ile dini referanslarla baş etmeye çalışmayalım” diyor; ona göre referans sadece bilimdir. Tabii ki, ortaya çıkan vak’aların sebeplerine, kaynaklarına inip teşhisi doğru yapmak, sonra önleyici tedbirler almak veya başgösteren hastalığı tedavi etmek bilimin işidir. Bilimsel her bir keşif ve buluş tabiatta içkin bulanan bir veya birkaç yasanın ortaya çıkarılmasından başka bir şey değildir. Ama her yasa insanın yararına işlemez, öyle yasalar var ki canlı hayatı imha eder, belli yasalarla üretilmiş nükleer bir silahın, mesela atom bombasının yüzbinlerce insanın hayatını yok etmesi gibi. İnsanların üzerine ateş topları atarsanız insanlar ölür, bu da ilahi yasadır. Bu 19. yüzyılda kalmış gazeteci ile “cehennem ateşinin yakmadığı kefen” pazarlamacısı aynı frekansta yaşarlar.
Bilim bize söz konusu fenomeni açıklayacak ve çare de bulacak, bu fenomenin “nasıl” sorusuna cevaptır. Ama bu yeterli değil. Bunun “niçin/neden” sorusunun cevabıyla tamamlanması lazım. Bu sorunun cevabını ancak ilahi vahiyde bulabiliriz.

VD: İktisadın kuralları vardı. Hastalık kuralların tamamını alt üst etti. İktisada giriş kitaplarında anlatılan “ceteris paribus” düzeninin çok dışındayız. İşler bundan sonra hiçbir zaman ceteris paribus olmayabilir mi?

AB: Bu bizim yaşadığımız ilk felaket olmayacak, sonuncusu da. 1350’lerde Avrupa’yı saran veba salgını kıta nüfusunun 1/3’ünü yok etmişti. Bazı bilim adamları feodaliteyi parçalayanın bu olduğunu söylüyor. 15. yüzyılda Amerikan kıtasını tam bir helake sevkeden yine bir mikroptu. Sömürgeci beyaz adamın kıtaya taşıdığı veba, sıtma, çiçek ve kolera mikrobu sayesinde 60 milyonluk nüfus yüzde 10’a düştü; mikrop yanında tüfekle Avrupalı kıtanın tamamını kolayca ele geçirdi. Jared Diamond, “Tüfek, mikrop ve çelik” kitabında bunu detaylarıyla anlatır. Diamond’a göre, Batı’yı batı-dışı dünyaya karşı maddi üstünlüğe sevkeden asıl sebeplerden biri bu afet oldu.
Her bir tabiat olayı ve felaketin kendine özgü bir sebebi ve anlamı var. Çin’de ortaya çıkıp sonra Avrupa kıtasını merkez üs edinen coronavirüs milonlarca insanın hayatını tehdit altına sokan boyutlara ulaştı.
Bu seferki değişim büyük demografik hareket veya üretim ilişkilerinden çok beşeri bilinçte olabileceğini sanıyorum.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz