Veysi Dündar’ın Korona Söyleşileri – Bahattin Yücel: “

0

Veysi Dündar’ın Korona Söyleşimi kapsamında yönelttiği sorulara Bahattin Yücel de cevap verdi:

VEYSİ DÜNDAR (VD): Türkiye 21 Mart 2020 itibariyle sizce dünyanın neresinde? Korona’yı Türkiye’nin dünyadan kopuşunda bir son, dünya ile tekrar ilişki kurmada milat olarak görmek mümkün mü? 

BAHATTİN YÜCEL (BY): Aslında dünyadaki yerimiz açısından baktığımızda; arada kaldık diyebiliriz.
AKP’nin bir süredir iç kamuoyuna verdiği mesaj; bütünleşmeyi bir yana bırakalım, bir tür sanal gerçeklik ile kendi seçmenine Türkiye’nin Dünya’nın Merkezi olduğuna inandırmaktı.
IMF başta uluslararası sermayenin referans kuruluşlarını önemsizleştirmek, AKP’nin mesajlarının ana temasıydı.
Eski Türkiye diyerek küçümsedikleri Cumhuriyet dönemini, kötülemek için daha dün borç verdiklerini iddia ettikleri IMF’in, bugün kapısını çaldılar.
Önümüzdeki günlerde ayakta kalabilmek için yeniden Batı ile ilişkileri güçlendirmeye çalışacaklarını sanıyorum.
Ama bu yeni değil S-400’ler konusunda da aynı şeyler yaşandı.

VD: Korona’nın kökeninde Çinlilerin yeme tercihleri olması üzerine konuşuldu. Kurani olarak da bakıldı bu konuya. Böyle bir yaklaşımın tutarlığından söz edebilir miyiz? Gerçekten de insanlar yarasa yedikleri için mi bu durum oldu? İnsanların binlerce yıldır farklı tercihleri olduğuna göre bunun tam da şimdi olması üzerine ne söylenebilir? 

BY: Karbondioksit salınımını alabildiğine arttıran, sonunda Amazon Ormanlarına göz dikecek kadar  yeşil bırakmayan bir Dünya’da yaşıyoruz.
Çevre etkileri kötü sanayi yatırımlarının, gelişmekte olan ülkelere kaydırıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Tarımda GDO sürecini başlatan, İnsanları bağışıklık sistemlerini zayıflatan beslenme türlerine özendiren,  NBŞ ile kanserojen etkileri kanıtlanmış içecek ve yiyecekleri görmezden gelenlerin; Çin’in beslenme tarzını Covid-19’un mutasyon nedeni göstermeleri, uzun yıllar öncesinde geride kalması gereken, klasik bir propaganda yöntemi gibi geliyor bana.

VD: Umre’den gelenlerin Türkiye’nin kılcal damarlarına hastalığı yaydıkları aşikar. İtalya’da kimse umreye gitmedi ama bizde de İtalya’ya gidenlere nazaran umreciler çok.T.C. Cumhurbaşkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğü diye bir kurum var. Bu kurumun süreci okumaktan uzak olması ve işler sarpa sarınca ‘özel kurumlar göndermiş haberimiz yok!’ demesi için neler diyebiliriz? Burada kurumsallık eksiği göze çarpıyor diyebilir miyiz? 

BY: Asıl sorun siyasal iktidarın ülkeyi Cumhuriyetin temel ilkelerini tasfiye etmek isteyen tutumundan kaynaklanıyor.
Umre seyahatleri bu yıl kuşkusuz kısıtlanabilirdi. Umreciler S. Arabistan’da iken karantina uygulanabilirdi.
Hiç biri yapılmadı. Diyanet propaganda enstrümanı işlevi gördüğü için yayınladıkları fetvalar da siyasal içerikli.
Kaldı ki, gelenlerin evlerine gönderilmeleri tam bir iş bilmezlik örneğidir. Muhalefet de bu konuda şaşırtacak kadar suskun.

VD: “Mış” gibi yapmak. Rahmetli Oğuz Atay’dan baki bir kavram. Sizce “mış” gibi yaparak varılan bir durumda mıyız? 

BY: Ülkeye kategorik bir ad vermek gerekirse, bu bence “Mışistan” olurdu.

VD: Ciddi bir kesim Covid19’un laboratuvar koşullarında üretildiği kanısında. İnsanlığı yok etmek için çok daha kolay yollar yok mu? Bu daha çok insanlığı süründüren bir hastalık. Bu kanaate katılır mısınız? Gerçekten virüs böyle bir aklın işi olabilir mi? 

BY: Bunu kanıtlamak kolay değil.
Kaldı ki, her başarısız yönetim; hatalarını örtmek için erişilmesi güç bir üst referansın ardına saklanır.
Yaşadığımız coğrafyada siyasetin temel kurgusu bu. Bence AKP de aynı yöntemi uyguluyor. Söylemleri; büyük bir komplo ile karşı karşıyayız ama elden bir şey gelmiyor, tezine oturuyor. Bu tür komplo teorileri AKP ile kurumsallaştı.

VD: Devlet Bahçeli’ye bile “insanlık” kavramını anımsattı bu virüs. Herhalde son 5 yıldır ilk kez böyle bir kavram duyduk. Burada gördüğümüz gerçeklik tam olarak nedir? 

BY: İnsanlık büyük bir çaresizlik içinde. İlk gözlenen somut sonuç bu. Yüceltilen devlet kavramının, gözlerimizde büyüttüğümüz AB gibi bölgesel güçlerin, dünya hakimi gibi değerlendirilen ABD’nin, aslında ne denli yetersiz kaldıkları ortaya çıktı.
Son yıllarda AKP seçmeni ile belli konulardaki ortağı MHP dışındaki kesimlerde çok önceden çöken, “Güçlü Türkiye” algısı da yıkıldı.
Bir virüsün bu denli programlı yayıldığını kanıtlayacak referansımız yok.
İlginç olan; başlarda salgın yüzünden ABD’yi suçlayan Çin ile şimdi bu iki ülkenin karşılıklı suçlamalarla birbirlerini salgın planlayıcısı olmaya varan suçlamaları.

VD: Bir görüş te olan bitenin doğanın insan türünü eleme girişimi olduğu. Aslında iklim değişikliğiyle bekleniyordu. Hastalık bütün süreci yeniden tanımladı. Öne çekti. Gerçekten insan türünün dünya adlı gezegende bir sonu var mı? 

BY: Bunu kestirmek kolay değil. Ama doğayı tahrip ederek bilinçsizce dünyamızı yok etme yarışında gibi davranıyoruz.
Kuşkusuz Corona ile değil ama kendi eliyle bu yapılaşma ve sanayileşme çabalarından vazgeçmezse -Nazım ‘ın dediği gibi-; “Büyük İnsanlık” Kaynaklarımızı tüketecek.

VD: 1. Dünya savaşından sadece 25 yıl sonra 2.Dünya savaşı çıkmıştı. Korona’yı 1.Dünya Salgını olarak görmek mümkün mü? Sizce 2. Dünya salgını da olacak mı? İnsanlık tarihten ders alma konusunda ne kadar dirayet gösterecek? 

BY: Corona geçmişe bakarsak, ilk salgın değil.
İnsanlık Tarihi boyunca ciddi salgınlar yaşandı. Örneğin Ortaçağı sona erdiren gelişmelerin “Rönensans” kaynaklı olduğunu çoğumuz gündeme getiririz. Ama bu gelişmede asıl nedenin, Avrupa’yı kökten sarsan “veba” salgını sonrası değişen dengeler olduğunu görmezden geliriz.
Aradaki “İspanyol Gribi”, tüberküloz ve sıtma gibi salgınları unutuyoruz. Kuşkusuz Corona’nın yayılma hızı ve coğrafyamızın tümünde etkili olması ilk kez karşılaştığımız ölçekte.

VD: Charles Taylor, ‘seküler çağ’ adlı eserinde bilim çağında inancın hala nasıl mümkün olduğu sorusuna yanıt arar. Camileri İbadethaneleri kapatan virüsün, insanlara inançlarını yeniden tanımlama konusunda bir mesajı olabilir mi? Bundan sonra bilimsel hiçbir kavram dine yenilmeyecek diyebilir miyiz? 

BY: Bu aşamada ülkemizdeki ve bölgedeki “Siyasal İslamcıların” aldatıcı suskunluklarına bakmayın. Salgını kendi düşüncelerini korumak adına yorumlamaları, kesinlikle sürpriz olmayacaktır.
Toplumlar “Bilim ile İnanç” temelindeki referansların farklılığını, gündelik yaşamlarında test ederek öğreniyorlar.
Bizde iktidar bu konuyu elindeki devlet gücünü alabildiğine kullanarak, siyasallaştırıyor. İşin çelişkili yanı ise muhalefetin de AKP söylemlerini inanç özgürlüğü gibi kabul ederek, kendisini iktidara getirebilecek yöntemler gibi görmesi.
Henüz bilimin üstün geleceği koşulları yaşamıyoruz.

 VD: İktisadın kuralları vardı. Hastalık kuralların tamamını alt üst etti. İktisada giriş kitaplarında anlatılan “ceteris paribus” düzeninin çok dışındayız. İşler bundan sonra hiçbir zaman ceteris paribus olmayabilir mi? 

BY: Evet, belki eşitlik yerine denge kavramını koymak daha gerçekçi olacak. Dünyada dengeler şaşırtıcı ölçülerde bozuldu. Yeniden kurulması hayli zaman alacağa benziyor.
Ekonomileri çok güçlü görünen ülkelerin, aslında salgını yönetemeyecek kadar yetersiz kaldıkları anlaşıldı.
Almanya gibi insan kaynaklarını sürekli geliştiren toplumlar, kısa sürede Corona’nın etkilerini yönetmeyi başardılar.

VD: Türkiye’ye dönecek olursak; ekonomiye ve geniş kitlelerin işsiz kalmasına dair en azından bu ana kadar gösterilen apati ve cesaretli umursamazlıkta iktidar gücünü nereden alıyor olabilir? 

BY: İktidarın 18 yıl boyunca hiç bir alanda özgün ve orta vadeli planları olmadı. Günübirlik yaklaşımlarla, kamu gücünü kullanarak seçmen kitlesini konsolide etmeyi başardılar.
Bunda kuşkusuz parti örgütlerinin, Nakşi kökenli cemaatlerin ve denetimlerindeki Diyanet’in de büyük katkıları oldu.
Yaklaşık, 5,6 milyon haneye aylık nakdi yardımları yıllarca sürdürdüler. İmar rantları ve büyük kamu ihaleleri, ithalata dayalı, dış kaynakla hormonlu büyüyen ekonomi en büyük destekleriydi.
Ancak başarılı gibi sunulan bu sürdürülemez ekonomi politikası, salgın öncesinde krize girdi.
Salgında görüldü ki, en basiti bir maske dağıtımını bile beceremediler.
Oysa salgını kısa sürede başarıyla atlatmayı düşündüklerini sanıyorum. Test, vaka ve kayıplar konusunda verilen sayılardaki çelişkiler bu nedenden kaynaklanıyor. Bunu bir başarı öyküsü gibi siyaseten pazarlamaya hazırlanıyorlardı, olmadı.
Bu aşamada durumun ciddiyetini hala fark edemediklerini, muhalefeti sindirme yönetmelerine başvurarak, başarısızlıklarını unutturacaklarını düşünüyorlar. Özgüvenleri bundan kaynaklanıyor sanırım.

VD: Dünyanın tamamı için zor bir süreç. Ancak Türkiye 2015’ten beri sürreel yaşıyor. 10 senede ekonomi alanında kazandıklarını birkaç senede geri vermişti. Ekonomi zaten güç bela toparlanıyordu. Bundan sonrası için nasıl bir çözüm öngörülebilir? 

BY: AKP’nin ekonomi anlayışının ters yüz edilmesi şart.
En az 3 yıl süreyle ekonomik kriz yönetim Planı hazırlanmalı.
SGK ve vergi yasaları kökten değiştirilmeli. En az gelirleri olanları en çok koruyacak, kaynaklar üretim odaklı desteklere yönlendirilmeli.
Önümüzdeki 2 yılda tarımsal üretim dünya ölçeğinde önem kazanacak. İktidar henüz “Erken Hasat” ve “Ekim” “Dikim” alanlarında çalışacak mevsimlik işçi hareketlerini bile düzenleyemedi.
Gelecek tarımda düşüncesiyle köklü bir reform yapmak zorundayız.

VD: Halkbank’tan düşük faizle kullanılan kredilerin ödemeleri otomatik 3 ay uzatıldı. Buna karşılık tarımsal krediler için dahi böyle bir önlem alınmadı. Sizce bu iktidar gerçekten spesifik olarak oyu kimden aldığını bildiği için mi böyle davranıyor? Önce kadınlar ve çocuklar gibi, önce AKP’ye oy verenler mi koruma altına alındı? 

BY: Kaygılarının temeli iktidardan gitmek olduğu için sadece kendi çekirdek seçmen kitlesini mutlu etmek dışında hiç bir motivasyonları yok.

VD: Tek adamın üzerine bina edilen sistemin; etrafında toplanan nomenklatura ile ülkeyi bildiği gibi yönetmenin dışında, alternatif önermediği bir sürecin iflasını ve meşruiyetin yok edilmesini deneyimlediğimiz bu süreçten, çıkış için yol haritası nedir? 

BY: Parlamenter sisteme dönüş, demokratikleşme, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve erken seçim.
Geçiş döneminde hesap verecek bir teknisyen hükümetinin iş başına getirilmesi.
Yeniden yapılanma sürecinin başlatılması amacıyla, toplumsal barış.  
Temel hedef; üretimin arttırılması ve verimliliktir.

 VD: Sadece iktidarın devamı için ülkenin neredeyse 100 yıllık sorunlarını bir siyasi partinin güncel kadrosuna yıktı iktidar. Bu seçilmişler bu günleri hapiste karşılıyor. Baktığınızda cezaevleri hastalık için fazlasıyla korunaksız. Bu akıl ötesi stratejinin önünde duracak ve onu artık bu tutarsızlığa son verin diyecek ortak akla ulaşma imkanı var mı? 

BY: Var elbette ama burada sorumluluk iktidar kadar- belki daha çok- muhalefette.
Neler yapacaklarını inandırıcı bir programla seçmene anlatmalı. Medya üzerindeki iktidar baskısı gibi nedenler ikincildir.
Ortak akıl arayışı muhalefetin girişimiyle başlatılabilir.

VD: Madalyonun diğer tarafında demokrasinin ve benzer etnik sorunları yaşayan ülkelerin deneyimleri var. Burada iktidarı zorlayan bu muhalefetin de ifşa politikasına ve demokrasiye savunmaya yönelmesi gerekmiyor mu? Bu yapılmadığı sürece savaşçı politikalar devam etmeyecek mi? 

BY: Salgın; baskıcı ve ayırımcı politikaları bir süre gündemin aşağılarına iteceğe benziyor.

 VD: 20. Yüzyılı savaşlar sıcak ve soğuk olanlar şekillendirdi. 21.yüzyıla girerken Türkiye dahil olmadığı sıcak savaşlara rağmen dahil olduğu soğuk savaş döneminin ideolojik sözcülerinin iktidarına tabi. Hala arkaik soğuk savaş din, milliyet söylemleri iş görüyor. Bu daha ne kadar sürebilir? 

BY: Salgınla tırmanan ve etkileri daha ağır hissedilecek ekonomik kriz, bu söylemlerin ne denli yapay olduğunu kısa sürede hepimize öğretecektir.

 VD: Türkiye’de kadınların %75’i ev kadını. İktidar köyleri ortadan kaldırdı, merkezlerde tutunamıyor, çeperleri ise sıkı sıkıya tutma derdinde. Bu bir dehşet dengesi olarak okunabilir mi? Yoksulluğu sürdürülebilir kılmak stratejisine karşı doğru yaklaşım ne olmalıdır? 

BY: Varoş olarak nitelenen, kırsal ile ilişkileri çok zayıflamış ancak kentli yaşam sürecinin başındaki bu kitlelerin, yoksulluk ve umutsuzluk algılarını kriz öncesine kadar başarıyla yöneten iktidarın, elindeki tek enstrüman olarak baskı kalmış gibi görünüyor.

VD: Son olarak Türkiye’yi 1 yıllık, 5yıllık, 10 yıllık dönemde nasıl bekliyorsunuz? Sosyolojik manada hangi değişimleri bekliyorsunuz? 

BY: Önümüzdeki 3 yıl –bence- salgının etkilerine karşı alınacak tutum ile belirlenecek.
ABD’nin temsil ettiği uluslararası sermayenin, Orta Doğu ilgisinde bir ölçüde yavaşlama bekliyorum. Bu varsayım doğru çıkarsa, Türkiye bölgede AKP’nin devraldığı İhvancı siyasal yaklaşım çizgisini terk edebilir.
Göçmenlerin ülkenin sosyo-ekonomik yaşamındaki etkilerini de bu bağlamda değerlendirmeliyiz.
Türkiye gerçekten bir yol ayrımında. Yüzyıl öncesindeki gibi, bölgedeki farklılığını ortaya koyacak bir yaklaşımla, demokrasi tramvayına da binebilir. Ya da yıllar önce AKP’nin kurucularının söylemiyle; bu durağa kadar diyerek, inebilir.
Yol ayırımındayız.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz