Veysi Dündar’ın Korona Söyleşileri – Erdal Aksünger: “ İktidar alternatifleri ‘Bu sistemi ben daha iyi yönetirim’ diyerek iktidar olamaz”

0

Veysi Dündar’ın ‘Korona Söyleşileri’ kapsamında yönelttiği sorulara Erdal Aksünger de cevap verdi:

Veysi Dündar (VD): Türkiye 21 Mart 2020 itibariyle sizce dünyanın neresinde? Korona’yı Türkiye’nin dünyadan kopuşunda bir son, dünya ile tekrar ilişki kurmada milat olarak görmek mümkün mü?

Erdal Aksünger (EA): Türkiye modernitenin yerine dayatılan postmodernizm arasında hala can çekişiyor. 80 cuntası sonrası gerileyen bilimsel yaklaşımlar, 90’ların ortasından itibaren dışarının da destekleri ile din soslarıyla akıldan ve bilimden uzaklaştı.

Eğitim, kültür, sanat, üretim tamamen yozlaştı. Yeni liberal düzen dünyada tüm dinler üzerinde kışkırtma ile yönetilebilir, manipüle edilebilir bir hale getirdi.

Sanki bu kriz bizim gibi ülkeler için bir fırsat yaratıyor gibi. Barış, üretim, demokrasi olarak. Ancak varoluşunu hem içerde, hem de dışarda tüm dinamiklerle gerginlik üzerine kurmuş bir iktidarın bunu yok olmak olarak görüyor.

Türkiye açısından işlerin iyi gideceğini söylemek çok hayalcilik olur.
Temelde en büyük problem iktidarın psikolojisi ve ta kendisi. Bu bir paradigma değil. Kaos ile beslenme. İktidar alternatifleri de “Bu sistemi ben daha iyi yönetirim” diyerek iktidar olamaz.

Çünkü ortada gerçek bir aldatmaca var.

VD: Korona’nın kökeninde Çinlilerin yeme tercihleri olması üzerine konuşuldu. Kurani olarak da bakıldı bu konuya. Böyle bir yaklaşımın tutarlığından söz edebilir miyiz?
Gerçekten de insanlar yarasa yedikleri için mi bu durum oldu?
İnsanların binlerce yıldır farklı tercihleri olduğuna göre bunun tam da şimdi olması üzerine ne söylenebilir?

EA: Bilimsel olarak okuduğum makalelerde bu tez yerine oturmuyor. Bu yetmezmiş gibi buna bağlı olarak komplo teorileri de diz boyu. Sonuçta yarasa da doğal dengenin bir parçası. Zannediyorum ki yarasadan kaynaklı olsa sadece onu yemekle mutasyon aktarımı tek başına açıklayıcı olmaz. Tabiatın bir parçası olduğu için hergün tabiat ile ilişkili. İçtiği su, yediği artıklar ve dışkıları ile tabiata dokunuyor. Tabii bu bende okuduğum bilimsel makalelerin çıkarımı.

Bu ÇİN ve Çinlilere karşı da ırkçı bir yaklaşımı tetikliyor. Kars’ta bir Çinli’ye karşı yaşanan olay da bunun bariz örneğiydi.

VD: Umre’den gelenlerin Türkiye’nin kılcal damarlarına hastalığı yaydıkları aşikar. İtalya’da kimse umreye gitmedi ama bizde de İtalya’ya gidenlere nazaran umreciler çok. Açıkçası Umre bizi İtalya’nın yoluna soktu gibi görünüyor.
T.C. Cumhurbaşkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğü diye bir kurum var. Bu kurumun süreci okumaktan uzak olması ve işler sarpa sarınca ‘özel kurumlar göndermiş haberimiz yok!’ demesi için neler diyebiliriz? Burada kurumsallık eksiği göze çarpıyor diyebilir miyiz?

EA: Tek başına umre işini bunun tetikleyicisi görmek doğru olmayabilir. Ancak kontrolsüz 20 bin insan çok büyük taşıyıcı şüphesi uyandırıyor. İktidar ve gereksiz kutsanan Diyanet sömürdükleri hedef kitleye yaranmak açısından tam bir gaflet içinde oldular.

Hala da Diyanet bilimden uzak söylemleri satmaya çalışıyor. İşin ilginç tarafı da ana akım medya da bunu görünür kılmaya özen gösteriyor

Kimse Camii’ye gitmedi diye dinsiz, imansız olmadı, ibadetsiz de kalmadı.
Ama hastane olmayınca sağlıksız kalabiliyor. Hatta yaşamından olabiliyor.

VD: “Mış” gibi yapmak. Rahmetli Oğuz Atay’dan baki bir kavram. Sizce “mış” gibi yaparak varılan bir durumda mıyız?

EA: Toplumu yönetecek ve yönlendirecek devlet aklı zaten komadaydı. AKP Hukuk, Demokrasi, Sağlık, Savunma, Ekonomi, Bilim gibi alanlarda ciddi bir “Yalan Dünya” yarattı.

Öyle ki, bir başka devletin uzaya Türkiye adına telekomünikasyon uydusu göndermesini bir ilk gibi “Yerli/Milli” söylemiyle dillendirdi. Oysa ki dünya çevresinde irili-ufaklı 5000 uydu vardı zaten. Önümüzdeki 5 yıl da 5000 daha olacakken “2023’te ikincisini de dualarla göndereceğiz” gibi de ironik bir saçmalığı da dillendirdi.

Yerli araba, yerli tank, yerli İHA, yerli helikopter gibi aslı astarı olmayan bir sürü saçma algı yarattı.

VD: Ciddi bir kesim Covid19’un laboratuvar koşullarında üretildiği kanısında.
İnsanlığı yok etmek için çok daha kolay yollar yok mu? Bu daha çok insanlığı süründüren bir hastalık. Bu kanaate katılır mısınız? Gerçekten virüs böyle bir aklın işi olabilir mi?

EA: Ben genelde Alman bilim aklını bu konularda daha ciddi bulurum. Onlar çok farklı yorumluyorlar. İlginç yaklaşımları var. Temkinli davranıyorlar ama bir laboratuvar ürünü olmadığını söylüyorlar.

Dünyanın gidişatının tedbir alınamazsa zaten daha dramatik yerlere gidebileceği kanaatteyim. Çünkü önümüzdeki süreçte teknoloji şirketlerinin tüm üretim süreçlerine hakim olma ihtiraslarını göreceğiz. Otonom robotlar üretimi çok hız kazanacak. Bunları üretecek şirketler çıkmaya başladı ve çalışmaları da çok göz önünde tutmuyorlar.

Her bir otonom robot dört insanın işini yapabiliyor (şimdilik). Bu şirketlerin piyasa değerleri 500 milyar dolar ile bir trilyon dolar arasında. 50 yıllık süreçte hedef 750 milyon robot. Bu bile tek başına 3 milyar insanın mevcuttaki yaptığı işten imtina anlamına geliyor.

Kapitalizm ölürken “Bırakın ölsünler” mantığına götürebilir.

Ama her hareket kârlı hareketini doğurur.

VD: Bir görüşte olan bitenin doğanın insan türünü eleme girişimi olduğu. Aslında iklim değişikliğiyle bekleniyordu. Hastalık bütün süreci yeniden tanımladı. Öne çekti. Gerçekten insan türünün dünya adlı gezegende bir sonu var mı?

EA: Milyonlarca yılda geleni bir denge olarak tanımlarsak bu onu göstermez ama bir başlangıcı gösterir.
Zaman bize göre daha çok varmış gibi görünebilir ama doğaya göre veya evrenin zamanına ve hikayesine göre çok kısa gibi…

Homo Sapiens’in şimdilik varlığını devam ettirmesi ve diğer türlerin yokoluşu gibi. Biri diğerini yok ediyor veya kendini.

VD: 1. Dünya savaşından sadece 25 yıl sonra 2.Dünya savaşı çıkmıştı. Korona’yı 1.Dünya Salgını olarak görmek mümkün mü?
Sizce 2. Dünya salgını da olacak mı?
İnsanlık tarihten ders alma konusunda ne kadar dirayet gösterecek?

EA: Öyle görünmüyor. Çünkü İspanyol gribi 1918-20 arasında 50-100 milyon insanı yok etti. 14. Yüzyılda vebadan 25 milyon insan ölmüştü.
Tabii farklı bir kritik eşikteyiz. Her türlü biyolojik üretim yapılabilme süreci başlıyor.

Unutmayalım ki dijital çağ başka vebalar getirecek.

Antivirüs programları yazanlar, virüs yazanların önünde değil ama kim iyi kim kötü farklı bir şey.

VD: Charles Taylor, ‘seküler çağ’ adlı eserinde bilim çağında inancın hala nasıl mümkün olduğu sorusuna yanıt arar. Camileri İbadethaneleri kapatan virüsün, insanlara inançlarını yeniden tanımlama konusunda bir mesajı olabilir mi? Bundan sonra bilimsel hiçbir kavram dine yenilmeyecek diyebilir miyiz?

EA: Neo-Con (Yeni muhafazakar düzenciler) meselesi de tam da bunu önemsiyor. İnsanları din ile yönetebilecek yöntemleri uygulamaya alıyor. 320 milyonluk ABD’de 100 milyon, 350 milyon Avrupa’da da 100 milyon Evangelist olduğu söyleniyor. Dini kullanarak yönetmek, çatıştırmak ve bölmek onlar için en ideali.
Ilımlı İslam projesi de bizim coğrafyanın payı.

VD: İktisadın kuralları vardı. Hastalık kuralların tamamını alt üst etti. İktisada giriş kitaplarında anlatılan “ceteris paribus” düzeninin çok dışındayız. İşler bundan sonra hiçbir zaman ceteris paribus olmayabilir mi?

EA: Sonuşta böylesi bir süreci ilk defa görüyoruz ve yaşıyoruz. Ama bu tarihte ispatlanmış değişim süreçleri yaratmış.

Gerçi daha sürecin neresindeyiz? Onu da çok bildiğimiz söylenemez.

Yaşayıp göreceğiz.

VD: Türkiye’ye dönecek olursak; ekonomiye ve geniş kitlelerin işsiz kalmasına dair en azından bu ana kadar gösterilen apati ve cesaretli umursamazlıkta iktidar gücünü nereden alıyor olabilir?

EA: Normalde iktidar bunu biliyor ama dini ilaç, medyayı da şırınga olarak görüyor. O yüzden Diyanet neredeyse her gün fetva veriyor.

Rasyonel aklın yutacağı bir hap gibi gözükmüyor. Ama özellikle son on yıl da toplumu uyutma ve hipnoz çabalarını da es geçmiyorum. Toplumun bir kısmına bir rota çizdiğine inanıyor.

Dinleyeceği radyoyu, seyredeceği televizyonu, okuyacağı gazeteyi belirlediğini düşünüyor.

Ciddi bir şekilde bilimsel aklı törpülemenin ötesine geçti.

VD: Dünyanın tamamı için zor bir süreç. Ancak Türkiye 2015’ten beri sürreel yaşıyor. 10 senede ekonomi alanında kazandıklarını birkaç senede geri vermişti. Ekonomi zaten güç bela toparlanıyordu. Bundan sonrası için nasıl bir çözüm öngörülebilir?

EA: Bu iktidar ile tüm alanlarda daha kötüye gidiş kaçınılmaz. İyimser olabilmek için hiç bir alan ışık vermiyor.

Dışarıdaki kirli savaş ekonomisi sürdürülemez. Hiç bir getirisi yok, olamaz, olacağı varsa da kirli olacağı kesin.

VD: Halkbank’tan düşük faizle kullanılan kredilerin ödemeleri otomatik 3 ay uzatıldı. Buna karşılık tarımsal krediler için dahi böyle bir önlem alınmadı. Sizce bu iktidar gerçekten spesifik olarak oyu kimden aldığını bildiği için mi böyle davranıyor? Önce kadınlar ve çocuklar gibi, önce AKP’ye oy verenler mi koruma altına alındı?

EA: AKP tüm varlığını iktidarda olma üzerine kurduğu için çok pervasızca kamu kaynaklarını bu yolda harcıyor.

Oy veren olmazsa olmaz.
Sorgusuz oy veren en birinci.

VD: Tek adamın üzerine bina edilen sistemin; etrafında toplanan nomenklatura ile ülkeyi bildiği gibi yönetmenin dışında, alternatif önermediği bir sürecin iflasını ve meşruiyetin yok edilmesini deneyimlediğimiz bu süreçten, çıkış için yol haritası nedir?

EA: Mevcutta sistem diye bir şey yokken “Ben mevcudu daha iyi yönetirim” demek Erdoğan’ı besler.
Paradigma değişikliği şart. Uzun bir konu ama “İnsanlar daha iyi yaşamak ister” felsefesi dün de bugün de geçerli. Sorun hangi söylem ve eylem birlikteliği bunu daha iyi anlatır ve uygular. Bu “Daha iyi” olgusu üzerinden kurgulanması gereken bir paradigma.
Cinsiyetinin, ırkının, inancının, dilinin ne olduğuna bakmadan, insan gibi.

VD: Sadece iktidarın devamı için ülkenin neredeyse 100 yıllık sorunlarını bir siyasi partinin güncel kadrosuna yıktı iktidar. Bu seçilmişler bu günleri hapiste karşılıyor. Baktığınızda cezaevleri hastalık için fazlasıyla korunaksız. Bu akıl ötesi stratejinin önünde duracak ve onu artık bu tutarsızlığa son verin diyecek ortak akla ulaşma imkanı var mı?

EA: Bu gidişat siyasi dinamiklerin normal hareket etmesiyle çözüme ulaşamaz. Görünen ve ortaya konulan stratejiyi bilinen akıl olarak tanımlamak mümkün değil. Bu olsa olsa bir ziyan olabilir.

AKP tamamen korkutma, ürkütme ve sindirme politikaları ile dişini geçirebileceğine bu ziyan aklı uyguladı.

Bölük-pörçük ve birbiri ile kesişme noktaları olan ama ayrışmayı politik çizgi olarak tanımlayan muhalefet bu zokayı yutmuş olur.

Erdoğan’ın istediği de tam da budur.
Ayrışma noktalarını politika ve siyasal çizgi olarak koyan, her siyasal muhalif hareket AKP’ye alan açıyor.

VD: Madalyonun diğer tarafında demokrasinin ve benzer etnik sorunları yaşayan ülkelerin deneyimleri var. Burada iktidarı zorlayan bu muhalefetin de ifşa politikasına ve demokrasiye savunmaya yönelmesi gerekmiyor mu? Bu yapılmadığı sürece savaşçı politikalar devam etmeyecek mi?

EA: Sorun da bu aslında. 2011’de Suriye’yi parçalamak ve ülkeyi işgal etmek isteyenlerle iş tutan iktidarı o gün taşlamak gerekiyordu.

Libya’daki olayda muhalefet doğru olanı yaptı ve ciddi bir şekilde kâr çıkınca hem kendi çocuklarının ölümünün (en az) önüne geçti hem de pozisyon aldı.

VD: 20. Yüzyılı savaşlar sıcak ve soğuk olanlar şekillendirdi. 21. Yüzyıla girerken Türkiye dahil olmadığı sıcak savaşlara rağmen, dahil olduğu soğuk savaş döneminin ideolojik sözcülerinin iktidarına tabi. Hala arkaik soğuk savaş din, milliyet söylemleri iş görüyor. Bu daha ne kadar sürebilir?

EA: Aslında Suriye’de bunu deniyor. Rusya’nın Kırım işgali ve ABD’nin dört ülkedeki askeri harekatından çok daha fazla asker canından oldu.
Bu söylemler ve eylemler sadece içeriye yönelik olduğu için dışarıda ciddi irtifa kaybı yarattı. Gerçi içerde uyuşturduğunu düşündüğü hala ciddi bir kitle mevcut.

VD: Korona gündeminden hemen önce İki Barış ve 1 Murat hapse girdi. Kimi yazarlar yazılarına ara verdi. Türkiye’de kuvvetler ayrılığına katlanılmayan bir ortamda 4.kuvvet de yok sayılmak isteniyor. İnsanlar bu karanlık dönemi parmaklık arkasında karşılıyor. Toplum seyrediyor. Bu ülke için daha kötü bir senaryo hayal edebilir miyiz? Bu ülkede artık kimse iktidara karşı söz etme cesaretini kendinde nasıl bulacak?

EA: Mesele artık boyutunu çoktan aştı. Sürdürülebilir olmadığı kesin. Bunu itiraz edenler açısından söylüyorum.

Soru şu: “Memleketin bu süreci yaşaması gerekiyor muydu? Kaçınılmaz olarak yaşayacak mıydı? “

Çünkü bu inşa süreci 70 yıllık Adnan Menderes dönemine iyi bakmak gerekiyor. 1950 CIA tarihini ve ortaya çakan gizli belgeleri iyi okumak gerekiyor. Neden tarikatlar, cemaatlar o dönemde peydahlandı? Neden hepsi Ege’de? İzmir, Aydın ve Manisa.

Ben bunun dengeleneceğini ve ibrenin tekrar moderniteye döneceğini düşünüyorum. Avrupa’dan uzak olmamak gerekiyor.

VD: Türkiye’de kadınların %75’i ev kadını. İktidar köyleri ortadan kaldırdı, merkezlerde tutunamıyor, çeperleri ise sıkı sıkıya tutma derdinde. Bu bir dehşet dengesi olarak okunabilir mi? Yoksulluğu sürdürülebilir kılmak stratejisine karşı doğru yaklaşım ne olmalıdır?

EA: 80 Cuntası ile her köye bir cami zorunluluğu getirildi. “Yoksa köy tüzel kişiliği oluşmuyor” dediler. Bu iktidar döneminde de taşımalı eğitim sistemi ile çoğu köyde ne öğretmen kaldı, ne de ebe. Tek kalan imam ve daha sonra bu yetmedi meleler devreye alındı.

Bu bir strateji ama dışardan destekli.

Buna karşı hiç çekinmeden yerel yönetimler özerkliğini desteklemek gerekiyor. AB kriterleri yanına yeni Köy Enstitüsü modeli geliştirilip koyulmalı. Bilgi çağına uygun olarak.

VD: Son olarak Türkiye’yi 1 yıllık, 5yıllık, 10 yıllık dönemde nasıl bekliyorsunuz?
Sosyolojik manada hangi değişimleri bekliyorsunuz?

EA: Ben 14-24 yaş arası genç nüfusu mevcut siyasetin okuyamadığını düşünüyorum. Değişim kaçınılmaz ama kim bu nesli anlarsa değişim onun.
Mevcut iktidarın bu dermanı yok.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz